Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

İran-İsrail Savaşı, savaş yaşamış ülkelerin mirasını çağrıştırıyor

Geçtiğimiz yüzyılda Ortadoğu'da yaşanan savaşların çoğu düşmanca ve yıkıcı savaşlardı. Düşmancaydı, çünkü bölge ülkeleri ve halklarının aleyhine, savaşı başlatanların çıkarları ve kazançları için yapıldı, bu ülkeleri zayıflattı ve yeteneklerini yok etti. Bunların arasında İsrail'in özellikle Araplara ve Filistinlilere karşı yürüttüğü savaşlar da vardı. Bu savaşların amacı İsrail'in çevresinde genişlemekti. Yıkıcıydı, çünkü bölge halklarına ve ülkelerine en ağır insani ve maddi kayıpları yaşattı. Aynı şekilde, Arap-İsrail savaşlarında, İran-Irak savaşında ve şu anki İran-İsrail savaşında da olduğu gibi, savaşın başlangıcında sadece çatışmanın iki tarafında yaşanan kayıpların boyutu değil, nükleer silahların kullanılmasıyla ortaya çıkabilecek olası sonuçların yarattığı korku da söz konusu.

Bölge, ülkeler arası savaşlarla sınırlı kalmadı, aynı zamanda uzun süren ve yıkıcı olan iç savaşlara da sahne oldu. Bunların sonuçları da ilk savaşların sonuçlarından daha az trajik ve vahim değildi. Belki de en zorlu örnekleri Lübnan’daki iç savaştı. Bu savaşın etkileri yaklaşık çeyrek asır sürdü. Esed rejiminin Suriyelilere karşı savaşı ise on dört yıl sürdü ve bazı etkileri halen devam ediyor.

Savaşların sonuçları, on milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi, yaralanması, kaybolması ve yerinden edilmesiyle sınırlı kalmadı, maddi kayıplara da yol açtı. İstatistik uzmanları bunların sayılarını ve ayrıntılarını hesaplayamadı. Erişebildikleri verileri açıklamakla yetindiler. Bölgedeki savaşların genel sonucu, zenginlik, bolluk, canlılık ve umut dolu bir geleceğe sahip ülkeleri, Irak, Suriye ve Lübnan gibi yıkım, yoksulluk, uyuşturucu ve cehaletle dolu ülkelere dönüşmeleri oldu. Bu ülkelere propaganda, yalanlar ve aynı döngüler miras kaldı. Bu miras, iktidardaki otoriteleri ve nüfuz sahibi güçleri destekledi, güçlerini pekiştirdi, savaşa girme ve savaşa katılma gerekçelerini kuvvetlendirdi ve savaşların yol açtığı felaketlerin etkilerini hafifletme çabalarını destekledi.

Yıkıcı savaşların bıraktığı başlıca miraslardan biri, savaş fikrine ideolojik ve siyasi referanslar kazandırmış olmasıdır. Bu referanslar, savaşı çoğunlukla milliyetçi hale getirirken, bazen dini bazen de uluslararası bir nitelik kazandırmıştır. Ancak savaşı destekleyen devletler ve gruplar bu referanslarla uyum içinde değildi ve açıkça birbirlerine karşıydılar. Çoğu, dayandıkları açık bir siyasi kimliğe sahip değildi, aksine belirli, geçici ve çelişkili çıkarlar ve amaçlara sahipti. Çünkü yetkililer, onların takipçileri ve onlara bağlı güçler, kökenleri askeri ve silahlı milislerden oluşan, çetelere ve gruplara yakın, bazı üyeleri askeri üniforma giyip silah taşıyan oluşumlardı. Bazıları savaş hatlarının yakınlarındaki mevzilere indi. Bu durum Irak, Suriye, Lübnan ve diğer ülkelerde de tekrarlandı.

Savaşların bıraktığı mirasta çoğu zaman kullanılan zafer sözleri vardı. Bu sözler liderler ve onların destekçileri tarafından tekrarlandı. Dünya, sekiz yıl süren savaşın ardından İran ve Irak'ta zafere dair birçok söz duydu. Bunlardan biri Irak'ın bu savaşı (Müslüman Arap ordusu ve Sasani İmparatorluğu ordusu arasında İran'ın İslami Fethi ile sonuçlanan savaşa atıfla) ‘Kadisiye Muharebesi’ veya ‘Saddam'ın Kadisiye Muharebesi’ olarak tanımlaması, bir diğeri ise Lübnan'da 2006 yılında İsrail'in güneydeki nüfusun çoğunu öldürdüğü, yaraladığı ve yerinden ettiği savaşın ‘ilahi bir zafer’ olduğunu iddia etmesidir. Bunların hepsi, (İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında yaşanan) 1967 Arap-İsrail Savaşı’nı (Altı Gün Savaşı) da kapsayan, miras alınan bir yanıltma döngüsünün sadece birer parçasıdır. Bu savaş, tüm bölgede ve yaşamın çeşitli alanlarında derin bir bölgesel dönüşümü yansıtıyordu. Mısırlı liderler, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır'ın ağzından, bu savaşı ‘Nekse’ (gerileme) olarak nitelendirdiler. Suriyeli liderler ise 1967 savaşının en önemli sonucunun ‘Şam'daki ilerici rejimi devirmede başarısız olması’ olduğunu düşündüler. Hafız Esed, o dönemde Suriye'nin savunma bakanıydı. Daha sonra Suriye ordusunun başına getirildi. 1970 yılında iktidarı ele geçiren Esed, Suriye'yi otuz yıl boyunca yönetti ve iktidarı oğlu Beşşar Esed’e devretti.

Askerlerin ve silahlı grupların liderlerinin imajını parlatmak ve onları ön plana çıkarmak, savaş ve yıkım yaşayan ülkelerin mirasının en önemli ifadesiydi. Bunlardan biri de ordusunun gücü ve Filistinlilere ve Araplara karşı savaşı hakkında bir efsane yaratan İsrail'di. Subayları ayrıcalıklar elde etti ve toplumda yıldızlar haline geldiler. Askeri hizmetleri sayesinde, siyasi liderlerden üniversite profesörlerine, şirket yöneticilerine ve güvenlik ve askeri konularda uzmanlara kadar sivil elitlerin faaliyetlerine dahil oldular. İsrail’in ne Filistinlilere ve komşu ülkelere karşı yürüttükleri savaşlarda neden olduğu trajediler ve felaketler bununla sınırla kalacak ne de İran’a açtığı savaş sonuncusu olacak.

İran’ın yaptığı ise biraz daha farklıydı. O daha çok toplumda militarizasyonu genişletti. Resmi ordunun yanı sıra Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) kurdu ve ona siyasi ve ekonomik görevler verdi. Birliklerini ve komutanlarını iç ve dış görevlere göndererek, dini ve siyasi bahanelerle Arap ülkelerinde ve yabancı ülkelerde çeşitli müdahalelerde bulundu. Bunlar arasında silahlı gruplar kurmak ve yerel çatışmaları yönetmek de yer aldı. Son yıllarda Irak, Suriye ve Lübnan'da yaşananlar bunun canlı birer örneğidir.

İsrail-İran savaşı, savaş yaşamış ülkelerin mirasını çağrıştırıyor. İran ve İsrail, sadece bu ülkeler arasında değil, aynı zamanda bölgedeki ve daha uzak ülkelere hegemonyalarını dayatma ve yönetme konusunda başlıca ülkeler olarak kabul ediliyor.