ABD Başkanı Donald Trump'ın dış politikaları dünyanın en önemli başkentlerinin kafasını karıştırıyor. Rakipleri onu öngörülemez bir tehdit olarak görüyor, müttefikleri ise onun taahhütlerinin devam edeceğine güvenemiyor. Zira kendisi bilindik haritalar içinde hareket etmiyor; bunun yerine kendi haritalarını siyasi içgüdülerinin ritmine, istihbarat raporları ve danışmanlarının özetleri ışığında okumadan önce gizemlerini sezgisel olarak çözdüğü güç dengesine göre çiziyor.
O anlaşmalar adamı ama şartlarının kabulünü hızlandıracağından eminse hızlı savaşlardan da korkmuyor. “Önce ABD” ilkesine göre yönetiyor ama izolasyonculuk yapmıyor. Dünyadan izole değil, dünyaya bağlı bir ABD istiyor.
Afrika'dan, çatışmalarından ve zenginliklerinden, Avrupa ve güvenlik alanındaki sorumluluklarını üstlenmeyi ağırdan almasına, Ortadoğu'ya ve İsrail ile İran arasındaki karşılıklı tehdit politikalarına kadar, Trump'ın uluslararası düzenden çekilme değil, yeniden yapılandırma çabaları öne çıkıyor. O küresel liderliği reddetmiyor, aksine kendi ölçülerine göre uyarlanmasını istiyor; karşılıksız yüklerin, miras kalan ittifakların veya elini kolunu bağlayan uluslararası kurumların olmadığı bir liderlik. Amerikan hegemonyası kavramını yeniden şekillendiriyor, onu terk etmiyor.
İsrail ile İran arasındaki 12 günlük savaş, ABD Başkanı’nın dış politika doktrinini analiz etmek için nadir bir fırsat sundu. İran’ın nükleer projesine eşi benzeri görülmemiş bir stratejik darbe indirerek herkesi şaşırttı. Savaştan hoşlanmamasına rağmen, ülkesinin askeri gücünü hesaplı ve son derece etkili, onu uzun vadeli savaşlara dahil olmaktan veya şahinlerin rejim değişikliği ve ulus inşası maceralarından ve fantezilerinden kurtaracak bir şekilde kullanmaktan kaçınmadı. Ardından İran ile anlaşmak, Ortadoğu’daki büyük anlaşmayı gerçekleştirmek, normalleşme anlaşmalarının çerçevesini genişletmek için militarizmi kullanmaya bahis oynayarak, hızla ateşkes çağrısında bulundu.
Bu, güç ve içgüdü unsurlarının iç içe geçtiği bir yaklaşım. İstediği şey, İran'ı kendi belirlediği şartlarda masaya oturtmak. Hesaplı bir risk, savaşı müzakere aracı haline getirir, prensipleri ve değerleri ihraç etmek için bir kaldıraç değil.
Öte yandan Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya alenen benzeri görülmemiş bir baskı da uyguladı. Ateşkesin ardından Tahran'daki bir hedefe yönelik saldırıyı uçaklar havalandıktan sonra iptal etmesini emretti. ABD'nin en yakın müttefiki bile Trump tarafından belirlenen stratejik yolun dışında hareket özgürlüğüne sahip değil.
ABD'nin nüfuzunu ve gücünü, Trump'ı vazgeçilmez bir arabulucu olarak tanıdığı sürece, diğer tarafta kimin oturduğunu pek umursamıyor. Nükleer tesisler vurulduktan sonra bile müzakereleri himaye edecek Amerikan garantileri olarak adlandırdıkları şeyde ısrar eden İranlı yetkililerin açıklamaları da bunu açıkça yansıttı.
İran dışında, Avrupa ile ilişkilerde de aynı modeli benimseyerek pekiştirdi. Askeri harcamaları 2035 yılına kadar GSYİH'nın yüzde 5'ine çıkarma konusunda önemli NATO üyelerine baskı yaptı, ta ki geçtiğimiz ay Lahey zirvesinde kendisine boyun eğip bunu kabul edene kadar. Bu, yarım yüzyıldır hiçbir Amerikan başkanının başaramadığı bir durum.
Rakipleri, anlaşmayı büyük bir zafer olarak tanımlamasını, kişisel başarılarını öne çıkarma çabasının, ittifakın uzun vadeli birliğinden ödün vermek anlamına gelse bile anlık kazanımlara odaklanmasının bir yansıması olarak görüyorlar. Ancak bu Trumpvari başarı aynı zamanda onun doktrininin daha ciddi bir yönünün de altını çiziyor; ABD'nin, haksız gördüğü maliyetlere katlanmadan dünyadaki stratejik etkisini artırma konusundaki sarsılmaz kararlılığı.
Afrika'da Trump, Orta Afrika’da bölgesel güvenliği Amerikan ekonomik çıkarlarıyla birleştirerek, Çin etkisini sınırlama çabalarının bir parçası olarak, Kongo'nun madencilik sektörüne yatırımı garantileyerek Kongo ve Ruanda arasında bir anlaşmayı himaye etti. Bu haliyle anlaşma, dış politikada Trumpizm’in özünü temsil ediyor ve ekonomik pragmatizmi, güçle desteklenen diplomasiyi, yaptırım tehdidini ve Trump'ın küresel barış arabulucusu olarak imajını güçlendirme çabasını, bölgesel veya uluslararası kurumlar pahasına doğrudan Amerikan arabuluculuğuna yönelik açık bir eğilimi birleştiriyor.
Trumpizm eleştirmenleri, onun doktrininin aşırı gösterişçi olduğunu düşünüyorlar. Uygulamada detaylara yeterli dikkat göstermeden büyük açıklamalar yapmaya meyilli olduğunu, bu nedenle politikalarının uzun vadeli herhangi etkisi olmayan bir dizi göz kamaştırıcı havai fişek gösterisine dönüştüğünü savunuyorlar.
Öte yandan İbrahim Anlaşmaları, Trumpizmin gösterişçiliğin ötesine geçip ekonomik, askeri, istihbarat, kültürel ve turizm iş birliğinde elle tutulur, sürdürülebilir sonuçlar elde ettiğini gösteriyor. Anlaşma ayrıca Ortadoğu ittifaklarının önemli bir yönünü yeniden şekillendirerek geniş kapsamlı bir jeopolitik vizyonu yansıtıyor.
Trump'ın davranışları, özellikle Çin ve Rusya olmak üzere ABD'nin rakiplerine Washington'un bataklığa batmadan hızlı ve acı verecek eylemlerde bulunabileceği, ABD masaya döndüğünde güçlü ve tüm uluslararası gerçeği değiştirecek zaferler için istekli bir şekilde geri döneceği yönünde net mesajlar gönderiyor.
Trump mevcut bir uluslararası düzende bir lider olarak hareket etmiyor, aksine kendisi ve kendisinden sonra devam ettirmek istediği bir okul etrafında merkezlenmiş alternatif bir düzenin yapımcısı olarak hareket ediyor. ABD'nin dünyanın değiştiğini fark etmesini istiyor. Kalıcı taahhütler veya uydurulmuş evrensel ilkeler yok, bunun yerine geniş ve karmaşık bir çıkar yelpazesi tarafından düzenlenen anlaşmalar, baskılar ve nokta atışı darbeler var. Dünya bir sahne ve Trump sahnedeki yıldız oyuncu. Geri kalanlara gelince, her düğünde damat olmaktan başka hiçbir şeyle yetinmeyen adamın rolüne uyum sağlamalılar.