1970'li yıllarda Lübnan arenası Filistinli Fetih örgütüne bağlı milislerin kontrolündeydi. İsrail'in Mısır, Ürdün ve Suriye hükümetleriyle yaptığı anlaşmalarla bu ülkelerdeki cephelerin kapatılmasının ardından Lübnan’da bir savaş cephesi açmıştı.
1980'lerde İsrail, Arafat'ı ve ona bağlı Filistinli güçleri bölgeden uzaklaştırdı. Suriye güçleri Lübnan üzerindeki kontrolünü sıkılaştırdı ve onların kontrolü altında, dış bir gücün yerel temsilcisi olan Hizbullah doğdu.
Suriye güçleri, Hariri ve diğer ılımlı liderlerin suikastlarına karışmaları nedeniyle 2005 yılında geri çekildiler ve Lübnan, Hizbullah tarafından temsil edilen İran'ın kontrolüne bırakıldı. İsrail de geçen yıl Hizbullah’ın lider kadrosunun ve askeri kapasitesinin çoğunu ortadan kaldırdı.
Bu tarihi dönüşümle birlikte, devletin denetimini desteklemeyi ve eski statükoya son vermeyi amaçlayan bölgesel ve uluslararası girişimler harekete geçti. İktidardaki siyasi çevrelerin boşalan cumhurbaşkanlığı koltuğuna bir başkanın seçilmesi yönünde beklentileri vardı ve bu gerçekleşti. Önemli kararların alınması için bir hükümetin kurulması beklentileri vardı, nitekim rekor sürede bir başbakan ve bakanlar atandı. Ordunun komutasını da yeni bir komutan üstlendi, ancak tüm bunlara rağmen, önemli bir ilerleme kaydedilemedi.
Yeni aşamanın, geçen yılın 27 Eylül'ünden sonra başladığını ve başlığının da “Tek Devlet, Tek Silah” olduğunu söyleyebiliriz. Bunun için bir cumhurbaşkanı, bir başbakan seçildi ve Kasım 2024'te Hizbullah'ın da onayladığı, BM'nin 1701 ve 1559 sayılı kararlarına dayanan bir ateşkes anlaşmasına varıldı. Anlaşma açıkça Hizbullah'ın silahsızlandırılmasını ve tesislerinin tasfiyesini öngörüyordu. Hizbullah silahlarını teslim etmeyi reddetmeye devam ediyor ve hükümeti Amerikalılara karşılık vermek için kullanıyor.
Amerikan misyonu, silahsızlandırma çağrısı yapan elçi Amos Hochstein tarafından başlatıldı. Yerine, sadece Litani'nin güneyinde değil, Hizbullah’ın tamamen silahsızlandırılması gerektiğini söyleyen Morgan Ortagus geçti. İsrail'in tarafını tutmakla suçlanmasının ardından Barrack, Washington'un Özel Temsilcisi olarak onun yerine geçti. Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına yönelik altı sayfalık bir yol haritası sundu ve bu yol haritası olmadan ne reformun ne de yeniden inşanın mümkün olmayacağını söyledi. Neredeyse bir ay geçti ve pek bir şey olmadı.
Devlet neden verdiği sözleri yerine getirmiyor, silahsızlandırmıyor, krizi sonlandırmıyor ve Lübnan'ın normal hayata başlamasına izin vermiyor?
Başkanlıklar neden uluslararası destekten ve halk desteğinden yararlanamıyor?
Hizbullah'ın egemen olduğu dönemde ordunun komutanı olan Cumhurbaşkanı için Hizbullah’ın pençelerini sökmenin kolay olmayacağı düşünülüyor. Ne var ki bu vazifeyi kendisi kabul etti ve bu vazifeye verilen misyon da belliydi! Sarayın tekrarladığı, sakin bir yaklaşımı benimsediğine yönelik tüm gerekçeler, yerel çıkarları gözetiyor. Zaman devletin aleyhine. Amerikalıların dört aylık bir süre belirlediği ve geriye üç ay kaldığı göz önüne alındığında, bu sakin yaklaşımın bir süresi var mı?
Lübnan cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis başkanı, ABD, Avrupa ve Körfez ülkelerinin Lübnan'ın istikrara kavuşmasına yardımcı olmasını bekliyor, ancak silahsızlandırma misyonunu yerine getirmek istemiyorlar. Bu durumda sonuç olarak bu güçler de Lübnan makamlarının kararlılığından hep şüphe duyacak ve onları terk edeceklerdir.
Peki, bu gevşeklik karşısında ne olabilir?
Artık herkes büyük sırrı biliyor: İsrail, 7 Ekim 2023'ten itibaren kendisini tehdit eden tüm güçleri ortadan kaldırma stratejisini benimsedi ve hedef alınan ülkeler arasında Lübnan da vardı. Beyrut'taki liderlik bunun farkında ve Makyavelist bir biçimde buna oynuyor, İsrail'in kendi adına “görevi” yerine getirmesini, yani Hizbullah'ın kalan kapasitesini yok etmesini istiyor.
Bu tarihsel olarak tekrarlanan bir model, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü Lübnan'dan uzaklaştıran İsrail'di. ABD, Güvenlik Konseyi aracılığıyla Esed güçlerinin Lübnan'dan çekilmesini sağladı. Şimdi İsrail aynı şeyi Hizbullah'a karşı yapmaya başladı.
İsrail, misyonu kendi güvenliğini gözetecek şekilde tamamlayacaktır. Nitekim kendisi Lübnan hava sahasının tamamına hakim, insansız hava araçlarıyla 24 saat boyunca ülkede devriye gezerek bilgi topluyor ve saldırılar düzenliyor. Hizbullah ise silah kaçakçılığı ve nakline yönelik girişimlerini sürdürüyor. Güç dengesi Hizbullah lehine olmayınca, bu oyunda kaybeden taraf olduğunu anlayacak ve askeri bir güç olarak sona erecektir.
Bölge ülkeleri ve ABD açısından İsrail'in bu görevi üstlenmesi kötü bir tercih değil. Suç, onların tavsiyelerini dikkate almayan Lübnan yetkililerinindir.
Bu yavaş ilerleyen oyunda hükümet ve cumhurbaşkanlığı iki hususun tehdidi altında: Birincisi; zaman aleyhlerine işliyor, operasyonlarını siber odalardan yürüten İsrail'in, tehdit olarak gördüğü kalan depo ve tesisleri ortadan kaldırmasının bir-iki yıl sürmesi muhtemel.
İkincisi; bu süreçten sonra bölgesel ve uluslararası ilgi ve destek azalacak. Ağırdan almanın sonucunda ülke yarım asırdır yakalayamadığı bir fırsatı kaçıracaktır.
Bugün, Lübnan'ın yapamadığı şeyi yaparak önemli kazanımlar elde eden Suriye Cumhurbaşkanlığı gibi fiilen angaje olabilir, uzlaşabilir, tavizler verebilir.