Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Kuveyt'in işgali: Geç bir inceleme

1990 yılında Irak'ın Kuveyt'i işgalini sevinçle karşılayan birçok Arap ve diğer milletlerden insan olduğunu biliyoruz. Bunların çok küçük bir azınlık olduğunu düşünüyorum. Olayın yaşandığı anda, bazıları nüfuzlu olan birçok kişinin bu felaket kararı alkışladığını duyduğumuz doğru. Her grup o anda çekinmeden tutumunu açıkladı. Ancak bugün bu kişileri yargılamak istiyorsak, zamanın tutumların oluşumunda ve değişmesinde yarattığı etkiyi göz önünde bulundurmalıyız.

Olayın yaşandığı anda insanlar, güçlü eylemin yarattığı dalgalanmalardan etkilenir ve daha önce onun eylemlerine şüpheyle yaklaşmış olsalar bile, eylemi gerçekleştirene yakınlaşırlar. Ancak eylemin ilk dalgası geçtikten sonra, olumsuz sonuçlarını fark etmeye başlarlar ve ilk tutumlarını yeniden gözden geçirirler. Bu, tüm toplumlarda bilinen bir psikolojik durumdur; olayın ilk saatlerinde lidere gösterilen büyük destek, yavaş yavaş bekleyişe, sonra ilgisizliğe, ardından da onun politikalarını sessizce veya açıkça reddetmeye dönüşür.

Halkın veya seçkinlerin tutumlarını analiz ederken, ilk anın tutumuna göre yargıda bulunmamalıyız. Çünkü bu genellikle gücün dalgalanmasına verilen bir tepkidir ve bu tutum, olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirilse de, kişinin kimliğini ve kişiliğini oluşturan köklü ve uzun vadeli inançlarını yansıtmaz. Bu nedenle, bugün insanları felaketle sonuçlanan işgal anındaki tutumlarına göre yargılamak haksızlık olabilir... Hatta o anda onları yargılamış olsak bile, bugün onların şu anki durumlarına ve tutumlarına bakmalıyız.

Gerçek şu ki, bu durum Irak'ta bile aşikârdı; zira önemli kararların beş altı kişiden oluşan dar bir çevrede alındığı biliniyordu. Kuveyt'in işgaliyle ilgili olarak daha sonra, devlet ve ordu liderlerinin çoğunun resmi bilgileri almadan önce medyadan haber aldıklarını öğrendik. Ayrıca, kararın uygulanmasına tereddüt ettikleri, karşı çıktıkları veya devam etmesinin sonuçları konusunda uyarıda bulunmaya çalıştıkları için çoğunun görevlerinden alındığını veya ülkeden kaçtığını da öğrendik.

Bu felaket kararı destekleyenlerin çoğu, kararın sonuçlarını fark ettikten sonra geri adım attılar, ancak az sayıda kişinin, Saddam'a olan sevgisinden veya onun eylemlerine olan inancından değil, Kuveyt'e olan nefretinden dolayı bu kararı desteklemeye devam etmesi de olası. Bu kişilerin tutumu, tüm vatandaşlarını veya ülkelerini işgalcilere sempati duyduklarından dolayı damgalamak için bir bahane olarak kullanılmamalı. Buna paralel gelen örneklerden biri, El Kaide'nin ABD'ye saldırdığı ilk anda ona duyulan sempati... Ancak sempati duyanların hepsi daha sonra bu saldırının felaketle sonuçlandığını anladı. Bugün kimse Kuveyt'i veya Körfez ülkelerini, az sayıda vatandaşının El Kaide veya DEAŞ'a sempati duyması nedeniyle suçlamıyor. Çünkü aklı başında herkes olayların zamanına, kültürel ve psikolojik koşullara bağlı olduğunu biliyor.

Bu savunmanın amacı, özellikle Kuveytli kardeşlerimi ve genel olarak Körfez halkını, işgal olayının yarattığı duygusal sıkıntıdan kurtulmaya çağırmaktır. Bunun büyük bir olay olduğunu ve etkilerinin Kuveyt ve çevresinde halen açıkça görüldüğünü biliyorum. Ayrıca, bu tür olayların insanların ruhlarında, kültürlerinde, değer sistemlerinde ve zihinsel meşguliyetlerinde derin yaralar bıraktığını ve bunların Kuveyt'te etkisinin bugün bile halen derin olduğunu anlıyorum... Ancak diğer yandan insanlar, tarihin hapishanesinden kurtulmak zorundadır. İnsan, eylemlerinin geleceği daha parlak ve daha iyi hale getireceğine dair derin bir inanç duymadan geleceği inşa edemez. Bu inanç, sürekli bir yas ve dünyadan nefret, uyumsuzluk ve korkuyu ölümsüzleştiren sahnelerin anılmasıyla çok zor inşa edilebilir. O tarihi geride bıraktığımıza ve ona ait olmayan, onun acılarından etkilenmeyen bir şimdiki zaman yaratma gücüne sahip olduğumuza olan inancımızı pekiştirmeliyiz.