Olan şu: Beyaz Saray'da ikamet eden en üst düzey general çıktı ve savaşan taraflara durdurulamaz bir füze fırlattı. İkinci mumu yarın sönecek olan savaşı bitirme planını sundu. Ateşkes, rehine ve esir takası ile başlayıp, Gazze'nin geleceğini şekillendirerek kalıcı barışa ve iki devletli çözüme giden pencere açan bir plan. Karmaşık savaşları bitirme formüllerinde belirsizlik kaçınılmazdır. Savaş ölümcül darbe ve bir tarafın tam teslimiyeti ile bitmediğinde, netlik savaşçıları zor durumda bırakır. Belirsizlik, onların destekçilerine pes etmedikleri ve büyük hedeflere ulaşma yolunda oldukları mesajını iletmelerine yardımcı olur.
Bu ne Netanyahu'nun ne de Halil el-Hayye ve arkadaşlarının istediği şey değildi. Ancak Beyaz Saray'ın efendisi, sanki “emirleri ben veririm” diyen bir general gibi göründü. Planını kabul etmemenin yalnızca cehennemin kapılarının açılmasına yol açacağını belirtmekten çekinmedi. Savaşan tarafların, küresel köyün generalinin arzusuna boyun eğmekten başka çaresi yoktu. Bu adam, filoların ve derinliklere nüfuz edebilen bombaların efendisi. On binlerce insanı yakan, haritaları çatırdatan ve çehrelerini değiştiren bir yangını söndürebilecek tek kişi.
Netanyahu, Trump'la tango yapmanın tehlikelerini bilen deneyimli bir kurt. Kendisine yakınlık ve sıcaklık gösteren partnerinin, oyunun gidişatını aniden değiştirebileceğini ve küçük partnerini, adımlarını büyük partnerinin ruh haline göre ayarlamaya zorlayabileceğini biliyor. Bu yüzden Netanyahu övgüden, pohpohlamaktan veya Trump'ın egosunu okşamaktan hiç kaçınmadı. Öyle de oldu. Trump, özellikle “Tufan” sonrası savaşların İran ayağında İsrail'e destek vermekten kaçınmadı, ancak liderlik pozisyonundan da vazgeçmedi.
İsrail'in damarlarına her türlü yardımı pompalayan ABD, İsrail'in aceleciliğini dizginleme hakkına sahiptir. İsrail'i Amerikan saatine bağlı kalmaya zorlama hakkına da sahiptir. Ortadoğu önemli ve hayati bir bölge ve İsrailli generallerin ve fraksiyonların generallerinin eline bırakılamaz. Netanyahu’nun, müttefiki Trump'ın isteklerine boyun eğmekten başka çaresi yoktu, hem de bu istekleri kabul etmenin sürprizlere kapı açabileceğini ve hükümetinin çöküşüne yol açabileceğini bilmesine rağmen.
Hamas liderliği, silahsızlandırılıp sahneden çekilmesini gerektirecek bir planı kabul etmek istemiyordu. Ama hareketin artık yardım isteyebileceği bir müttefiki yok. Bazı liderleri, 1982'de İsrail ordusu tarafından kuşatılan Beyrut'un hikâyesini hatırlamış olabilir. Kuşatılmış şehirde Yaser Arafat, destek talep etmek için Sovyet büyükelçisi Soldatov'a gitmişti. Büyükelçinin cevabı şu olmuştu: Amerikan destroyerleri ile bile olsa Beyrut'tan ayrılın. Hamas, planı kabul ederken laf kalabalığı yaptı ve muğlak ifadeler kullandı, ancak zehrin bir kısmını yudumlamayı kabul etti.
Tufan’dan iki yıl sonra Hamas kendini son derece zor seçimlerle karşı karşıya buldu. Beyaz Saray’daki generalin şakası yok. Sözleri açık: ya planı kabul edin ya da cehennemin kapıları açılır. Plan ustalıkla hazırlanmış. İlk aşamada Hamas en önemli silahını, rehineleri kaybediyor. Bu silahı kaybettikten sonra Hamas, İsrail'in Lübnan'da yaptığı gibi Gazze Şeridi'nde günlük katliamlara girişmeyeceğine ve Gazze Şeridi'ni yeniden işgalinin uzun sürmeyeceğine dair garantilere ihtiyaç duyacak. Bu garantileri bir taraf sağlayabilir ve o da Donald Trump. Ancak Trump ne bir hayırsever ne de bir bağışçı. Sunduğu her garantinin ağır bir bedeli var.
İki yıl önce Sinvar'ın Tufan’ı patlak verdi ve Netanyahu da ona bir ateş tufanı ile karşılık verdi. Yangın Gazze sınırını aştı. Birçok haritaya ateş düştü. Oyuncular ortadan kayboldu ve çehreler değişti. İran Suriye'den ayrılmak zorunda kaldı ve Ahmed eş-Şara, Halk Sarayı'ndaki Esed’lerin koltuğuna oturdu. Suriye'nin çehresi değişti. Artık direniş yanlıları için bir sığınak ya da füzeler için bir koridor değil. Kasım Süleymani'nin yolu kesildi. Şara, zor kararlar aldı ve Beyaz Saray generaliyle el sıkıştıktan sonra trene bindi. İran projesi hayati bir darbe aldı.
Bugünün Suriyesi, iki yıl önce Sinvar Tufanı patlak verdiği zamanki Suriye'den çok farklı. Irak Haşdi Şabi Güçleri ile Lübnan Hizbullahı'nı ayıran bir duvar haline geldi. Şara, Suriye'nin, komşularından hiçbirine tehdit oluşturmayacağını söylüyor. Bu, Suriye'nin, İsrail'in sürekli provokasyon ve saldırılarına rağmen, en azından İsrail ile çatışmanın askeri boyutundan çekildiği anlamına geliyor.
Bugünkü Lübnan, Sinvar Tufanı patlak verdiği zamanki Lübnan'a hiç benzemiyor. Lideri Hasan Nasrallah olmadan Hizbullah, onun dönemindeki gibi değil. Savaş, İsrail'in muazzam teknolojik üstünlüğünü ortaya koydu. Suriye'deki nüfuzunu kaybetmesi, Hizbullah’ı “destek savaşı” deneyimini tekrarlama kabiliyetinden mahrum bırakıyor.
Değişim daha da ileri gitti. Resmi Lübnan yetkililerinden hem içeride hem de dışarıda, “silahların Lübnan devletin elinde toplanması” talep ediliyor. Bu adım atılmadan Lübnan, trene binemeyecek ve yeniden inşa ve istikrar için ihtiyaç duyduğu yardımı alamayacak. Yani Trump’ın planının Gazze'de başarılı bir başlangıç yapması, dikkatleri, beklemenin en iyi yol olmadığı Lübnan sahnesine yeniden çekecek.
Tufan’dan iki yıl sonra İran'ın imajı da değişti. Müttefiklerini kurtaramadı. Amerikan uçaklarını nükleer tesislerinden, İsrail uçaklarını da Tahran hava sahasından uzaklaştıramadı. Bazı kozlarını kaybetti ve yaptırımlar bir kez daha ekonomisini vuruyor. Husi insansız hava araçları ve füzeleri denklemde pek bir değişiklik yaratmıyor.
Tufan’dan iki yıl sonra bazı görünümler değişirken, diğerleri değişmeye hazırlanıyor. Savaşçıların kademeli olarak boyun eğmesi bağımsız bir Filistin devleti için bir pencere açarsa, General Trump, Ortadoğu'nun korkunç görünümünde muazzam bir değişime öncülük edecektir. Rehine ve tutuklu takasının ardından yapılacak müzakereler zorlu ve çetin geçecek. Trump treninin yorulmayacağını, umutsuzluğa kapılmayacağını veya rotasından sapmayacağını kim garanti edebilir?