Eldar Hasanoğlu
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi
TT

Eski Dünyada Kudüs: Uru-Şalim

Kudüs, coğrafi olarak doğudan batıya, kuzeyden güneye dünyanın merkezinde bulunur. Ayrıca, bu şehir inanç ve stratejik konum açısından da dünyanın en önemli noktalarından biridir. Ortadoğu kökenli Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinin kutsal mekânlarından olup mübarek kabul ettikleri bir şehirdir. Yahudilik ile başlayan teolojik sahiplenme sonradan diğer dinler tarafından devam ettirilmiştir. Mezkûr her bir dinin kaynaklarında bu şehrin kutsallığının delillendirilmesi dışında, onlar şehrin tarihi geçmişinde rol oynadıklarını ve burada kendilerine ait dini, kültürel yapıların varlığını gündeme getirerek şehir üzerinde mülkiyet haklarını ispatlamaya çalışırlar. Bu dinler arasında Yahudilik, diğer dinlere kıyasla Kudüs’ün ilk sahibinin kendisi olduğunu iddia etmekte, dolayısıyla kıdem hakkının kendinde olduğunu savunmakta ve Kudüs’ün kendi paylaşılmaz şehri olduğunu kabul ettirmeye gayret etmektedir.
Kudüs’ün tarihi Yahudilikle başlamış değildir. Eski çağlarda, İsrailoğulları’nın burayı ele geçirmesinden önce de burada yerleşik düzen mevcuttu. Kudüs, bölgenin kudretli ve sözü dinlenen şehir devletlerinden biriydi. İsrailoğulları’ndan önce bu şehrin adı, yerel bir ilaha nispetle Uru-Şalim olmuştur. Yine İsrailoğulları öncesinde buraya, yöneticisine nispetle Yebus şehri denmiştir. Hz. Davut, şehri aldıktan sonra burası “İr David / Davud’un şehri” olarak adlandırılmıştır. Hz. Süleyman’ın vefatının ardından devletin parçalanmasından sonraki süreçte şehir eski ismine atıfla Yeruşalim diye adlandırılmaya başlamıştır.
Kudüs’te yerleşimin ilk ne zaman başladığıyla ilgili farklı tarihler ileri sürülmüştür. Paleolit dönemine ait bulgular burada düzenli yaşamın olmadığını, avcıların geçici ikamet yeri olduğunu ortaya koymuştur. Kimi tarihçiler ilk yerleşimin M.Ö. IV. binyılda başladığını söylerken kimileri de bu tarihin daha geç olduğunu iddia etmişlerdir. Arkeolojik bulguların da kısmen desteklediği bu ikinci görüşe göre buradaki ilk yerleşim M.Ö. III. binyılın ortalarında veya sonlarında başlamıştır. XIX. yüzyılın sonlarına doğru Kudüs’te yapılan kazılar, burada ilk yerleşimin Moriya dağında, günümüzdeki Harem-i Şerif’in güneydoğu tarafına denk düşen Ofel/Zahura tepesinin yamaçlarında oluştuğunu ortaya koymuştur. Ancak bu dönemde Kudüs’ün ilk sakinlerinin kimler olduğu hakkında elde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Deniz sahillerine yakın olmayışı, bölgede su kaynaklarının kıtlığı gibi faktörler, o dönemde insanların Kudüs’ü elverişli bir yerleşim yeri görmemesinin başlıca sebeplerinden olmuştur. Bölgenin yegâne doğal su kaynağı olan Aynu Ümmi’d-Derac / Basamaklı pınara yakınlığı, insanları burada yerleşmeye iten temel sebep olmuştur. Ayrıca, şehrin tepelikler üzerinde yerleşip etrafının vadilerle çevrili olması, buranın halkına kendilerini kolay savunma imkânı sağlaması dolayısıyla yerleşimde stratejik etkenlerin de olduğu göz ardı edilmemelidir. (Yahudi) Kutsal Metinler Arkeolojisi (Biblical Archeology) uzmanı William Albright, M.Ö. III. binyılın son asırlarında Kudüs’te yerleşimin olup olmadığının tartışmaya bile açılamayacağını iddia etmiştir. Bu görüşe göre insanlar Erken Bronz Dönemi’nden itibaren bu tepe üzerinde yerleşmiş ve geriye ufak mezarlar bırakmışlardır. Ne var ki bu dönemde yerleşik düzenden bahsetmek zordur. Arkeolojik kazılarda bulunan çakmaktaşları ve çömlek kalıntıları, şehrin erken dönemlerindeki sakinlerinin avcılar, göçebeler, hayvancılıkla uğraşanlar olduğunu ortaya koymaktadır. İklim zorluğu, yabancılar tarafından saldırılardan kaynaklanan istikrarsızlık M.Ö. III. binyılda bölgede yerleşik düzenin gelişmesine ve şehir hayatının oluşmasına engel olan başlıca faktör olmuştur. M.Ö. II. binyılın başlangıcından itibaren ise yeniden bölgede bir canlanmanın olduğu görülmektedir.
Tarihçiler, en geç M.Ö. XVIII. yüzyıldan itibaren Kudüs’te yerleşik düzenin oluştuğu ve şehir hayatının artık başladığı görüşündedirler. Bu dönem bölgedeki yerleşimlerin Mısır ve Suriye arasındaki kervan yolu üzerindeki durak noktaları dışına taştığı, bu yollara belli bir mesafede, uygun şartlara haiz olan yüksekliklerde şehirlerin kurulduğu dönemdir. Ekonomik ve politik olarak Mısır’ın egemenliğinde olan bölgede, M.Ö. XX-XIX. yüzyıllarda surlarla güçlendirilmiş şehirler ortaya çıkıyordu. Kudüs topraklarındaki şehir devlet de böyle ortaya çıkmıştır. Kudüs’ün kurucularının Sami ırktan olan Kenanlılar olduğu ve o zamanlarda burada konuşulan dilin Sami dilinin bir lehçesi olduğu ifade edilir. Arkeolojik bulgular bu dönemde Kudüs’ün surlarla kuvvetlendirilmiş, civardaki pınardan şehre su nakleden yeraltı kanalına sahip bir şehir olduğunu ortaya koyar. Yumuşak kireçtaşlarının şehirde bol olması sebebiyle Kudüslüler evlerini taşlardan yapmışlardır. Bir katlı, ufak çapta olan bu evlerde yağmur sularını biriktirmek için havuz da bulunurdu. Ancak eldeki veriler bu dönemde şehrin aktif yaşamıyla ilgili yorumda bulunmak için yeterli değildir.
Lanet Yazıtları, Kudüs’ün tarihte zikredildiği ilk arkeolojik bulgudur. Bu metinler M.Ö. 1878-1842’de Mısır firavunu III. Sesostris’in dönemine ait olan çömlek vazolar ve kaplar üzerine yazılmıştır. Mısır’da ortaya çıkarılıp Luxor’da satın alınan bu materyaller, Kurt Heinrich Sethe tarafından 1926’da deşifre edilip Berlin’de yayınlanmıştır. Bu metinlerde Mısır’a karşı reel veya potansiyel tehlike arz eden şehir ve yöneticileri sıralanmakta ve onlara beddua edilmektedir.
Sethe, metinde Awsamm şeklinde trasnkribe olunan kelimeyi Uru-Şalim olarak deşifre etmiş ve bu şehrin Kudüs/Yeruşalim olduğunu söylemiştir. Yaygın görüş bu doğrultuda olsa da metinde kastedilen şehrin Kudüs değil başka bir şehir olduğu iddiaları da mevcuttur. Bu listede Kudüs’ün o dönemki iki yöneticisi olduğu düşünülen Yaqir-‘ammu ve Saz’anu isimleri de geçmektedir. M.Ö. XVIII. yüzyıla ait başka bir metinde ise Kudüs artık tek yöneticisi ile anılmıştır. Tarihçiler bu durumu birkaç şefi olan kabile topluluğundan tek kral tarafından yönetilen şehir hayatına evirilme olarak yorumlamışlardır. 
M.Ö. XVII-XV. yüzyıllarla ilgili bilgi verecek arkeolojik veriler bulunmamıştır. Belki de bu dönemde şehir metruk bir halde olmuştur. Bu dönemde Suriye ve Filistin bölgesinde Hiksoslar’ın hâkim olduğu bilinmektedir. Eski Mısır kaynakları onları çoban krallar olarak tasvir eder. Kudüs’te Hiksoslar’a özgü kalıntılara rastlanmamıştır. Hz. İbrahim’in Hiksoslar döneminde Filistin topraklarına geldiği nakledilir. Yahudi kutsal metinlerinde Hz. İbrahim’in çağdaşı olarak geçen Yüce Tanrı’nın koheni / hizmetkarı Melkisedek’in Şalim kralı olduğundan bahseder. Yahudi müfessirler burada kastedilenin o dönemki ismiyle Yeruşalim olduğunu yorumlamışlardır. Bazıları, Hz. Süleyman döneminde mabedin başkoheni Zadok’un da onun soyundan geldiği görüşündedirler. Müslüman kaynaklar da Melkisedek’in tektanrıcı “melik-i sadık” olduğunu, Kudüs’ü onun kurduğunu ifade ederler, dolayısıyla Yahudiler gibi onu Kudüs’le ilişkilendirirler. Ne var ki Melkisedek ve Hz. İbrahim’le alakalı arkeolojik bulgulara rastlanmış değildir.
Kudüs’le ilgili kısmen detaylı bilgi veren edebi ve arkeolojik kaynakların ışık tuttuğu dönem, M.Ö. XIV. yüzyıldan itibaren başlar. 1887’de Mısır’da bulunan Tell el-Amarna tabletlerinden 285-290 numaralı tabletler, Uru-Şalim yöneticisi Abdi-Heba’nın bölgeye saldıran Hurriler’den korunmak için yardım gibi konularda Mısır firavununa yazdığı 6 mektubu içermektedir. Abdi-Heba’nın III. Amenhotep’e (M.Ö. 1386-1349) ve oğlu Akhanaten’e (M.Ö. 1350-1334) sadakatini ve bağlılığını dile getirdiği bu mektuplar, o dönemde Kudüs’ün politik olarak Mısır’a bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Fakat mektupta yerel tanrı Şalim’in tapınağı Beyt-Şulmanu’dan bahsedilmesi, Mısır’ın kendi inancını Kudüs halkına dayatmadığını gösterir. Genel olarak Kudüs politik olarak Mısır’a bağlı olsa da kültür ve inanç konularında Suriye’nin etkisinde kalmıştır.
Kudüs’ün ismi olan Uru-Şalim, şehrin inancı hakkında ipucu vermektedir. Şalim, sabah güneşi veya akşam yıldızı anlamındadır ve bir tanrı ismidir. Uru-Şalim, “tanrı Şalim’in kurduğu şehir” anlamına gelir. Şalim, Suriye tanrı panteonunda yer alan bir tanrıydı. Eski çağlarda insanlar Şalim’le irtibata geçmek amacıyla Kudüs’ü ziyaret ederdi. Ancak bu dönemde herhangi bir tapınağa rastlanmadığı gibi, Kudüs’ün dini hayatı hakkında dolaysız bilgi veren bir kaynak bulunmamaktadır. Hz. Davut’un oğulları Avşalom ve Hz. Süleyman/Şlomo isimlerine dikkat çeken bazı tarihçiler, yaklaşık bir asırdan fazla burada olan İsrailoğulları’nın da bu süre zarfında Şalim kültüne aşina olduklarını ve hatta bu yerli ilah Şalim’den etkilendiklerini iddia etmişlerdir. Onlar, mezkûr iki isimde yer alan “Şalom/Şlom” kısmının ilah Şalim’i işaret ettiğini, dolayısıyla İsrailoğulları arasında da bu yerli ilaha tapınıldığını ileri sürmüşlerdir.
M.Ö. XII. yüzyılda Yuşa bin Nun komutasında Kenan topraklarına saldıran İsrailoğulları, Kudüs’e de saldırmıştır. Bu sırada şehirde Yebusiler’in yaşadığı ve şehrin de onların adıyla Yebus adlandığı nakledilmektedir. Yebusiler’in buraya geldiği net olarak bilinmemektedir. Bazı kaynaklar Yebusiler’in şehrin ilk kurucuları olduğunu ifade ederken bazıları da M.Ö. XIV. yüzyılda, bazıları ise M.Ö. XII. yüzyılda bağlı oldukları Hitit devleti yıkıldıktan sonra buraya göç ettiklerini söyler. Yebusiler’den önce burada Amorlular’ın oturduğu bilinmektedir. Yahudi kaynakları Yuşa’nın, Kudüs kralı Adonisedek’i alt ettiğini ve burayı ele geçirdiğini belirtir. Ancak Yevusiler Kudüs’te oturmaya devam etmişlerdir. M.Ö. XI. yüzyılda Hz. Davut Kudüs’ü Yevusiler’den alıp burayı ülkenin başkenti yapmış, böylece şehrin tarihinde yeni bir çağ açılmıştır.