Zaman, insanın ebedi düşmanıdır ve öyle de kalacaktır. Şairlerin zamana karşı düşmanlığının ise bir başlangıcı var ama sonu yoktur. Onunla hayallerinde, sıkıntılarında, hastalıklarında ve gurbetlerinde savaşmışlardır. Bu despotun belirlediği düellolarda nice büyük iktidar, sanat, zenginlik ve güzellik imparatorları kaybetmişlerdir.
İngiliz şair Shakespeare, küçük, büyük bütün insanların zamanlarına dalmış, kralların içlerinde dolaşmış, maiyetlerinin karanlığına, çocuklarının korkularına sızmış, zamanın kılıcını boyunlarına dayamış, olayların rüzgarlarına kapılmalarını sağlamıştır. Onlardan kimi ölmüş kimi de öldürülmüştür. Ama zaman, her devlet ve yönetimde gücü elinde bulunduran olmuştur.
Shakespeare, ne yaşlanan ne de ölen oyunlarında büyük trajedilere yer vermiştir.
Kral Lear dünyadan ayrılmamış her insanın ruhunun boşluklarında yaşamayı sürdürmektedir. Macbeth ise, uyumayan gözler ve duygulardır. Shakespeare’in bütün trajedileri, insanlığın yakasını bırakmayan iç çekmeler ve hıçkırıklar ile doludur. Othello; kıskançlık ve delilikten oluşan bir kader oyununda, zamana bir meydan okumadır. Bu oyunda zaman, kaderin arkasına saklanan gerçek faildir.
Bütün eserlerinde Shakespeare bir şair, alaycı ve öfkeli bir bilgedir. Ancak tiyatro, büyük şairin şiddetli taşkınlığını karşılayacak kapasitede değildi. Bu nedenle eşsiz bir şiir türüne, Ortaçağ’da doğan ve özel bir kafiye ve ölçü kuralları olan sonelere başvurdu. Nitekim Shakespeare, 16’ıncı sonesinde zamana şu sözlerle savaş ilan eder:
Acaba neden: daha güçlü bir yol bulamam.
Savaşmak için Zaman denen kanlı zalimle?
Ve çürümemen neden başka bir kutlu yoldan
Değil de yalnız benim kısır dizelerimde?
Şair; insan yörüngelerinin ortasına girmeyen zamanın işlenmemiş sözcükleri ile girişilecek bir çatışmanın zenginlik, iktidar ve saray komploları sözcükleri ile yapılamayacağına ikna olmuştur. Bu nedenle o eşsiz kalıba “sonelere” yönelmiştir. Bu kalıp içinde şair, kanlı zalim olarak nitelediği zaman ile birçok cephede savaşmakta ama sonunda hiç yenilmeyen ve hep kazanan bu zalimin karşısında insanın zayıflığını kabul etmektedir. Ama ellerini kaldırıp, bu kanlı zalimi yenmeye gücü yeten “öldürücü” silahını hiçbir şekilde teslim etmemektedir.
Bunun yerine hayallerin ve güzelliklerin arasında dolaşarak, akıl ve hayaller ile bir yükselip bir alçalarak, zalimin (zaman) etrafında dönüp durur. Onun bütün otoriter ve ezici tezahürlerini, güzelliğe neler yaptığını ve onu nasıl da yutarak korkunç ve çirkin bir hale getirdiğini görmek için önüne onlarca ayna koyar.
Bütün yaratıcılığı ve tezahürleri ile kendi eşsizliği kadar eşsiz bir deneyim ile William Shakespeare, kendisine “zalim” payesini verdiği zamanın ışığı altında, insan hayatının aşamalarını ve dönüşümlerini incelediği 30’uncu sonesinde şöyle der:
Bazan geçmiş günlerden kalanları anarım
Bir araya gelince hoş sessiz düşünceler;
Aradığım şeylerin yokluğuna yanarım
Depreşir yüreğimde nice kapanmış yara
Geçmiş yaslar yeniden beni yürekten vurur
Acıları saydıkça bir bir içim kan ağlar;
Gönlüm eski dertleri anıp çile doldurur.
William Shakespeare sonelerinde, hiçbir şeyin kendisine boyun eğdiremediği, adı insan olan tek ve zayıf düşmanının her zaman karşısında cansız yere düştüğü zamana karşı giriştiği savaşların arasında dolaşır. Zaman insanı yıkımla kovalar, bedenin tamamını ebediyen karanlık olan o çukura götürene kadar onun varlığından, güzelliğinden, gücünden, görme ve duyma duyularından bir şeyler koparıp durur. Dolayısıyla insanın bu kana susamış, cani ve yenilmeyen zalim (zaman) karşısında teslim olmaktan başka bir çaresi var mıdır?
Shakespear’den yüzyıllar önce de bizim büyük Shakespeare’miz –şairimiz- zalim zamana karşı kendi savaşını yürütmüştü. İngilizler, Shakespear’e ‘soneler şairi’ lakabını vermişti. Onlardan çok öncede Ebu Al’a el-Maarri, Mutennebbi’yi en yüksek mertebe olan “şairlik” mertebesine yerleştirmişti. Maari ondan önce hiç kimseyi bu mertebeye yükseltmemiş ve hiçbir zaman bu mertebisini anmadan onun adını anmamıştı. Sadece Mutennebi’nin bu lakab ya da “yüksek mertebe”yi hak ettiğine inanmıştı.
Peki aralarında zaman ve mekandan doğan mesafalere rağmen bu 2 devi birleştiren şey bu büyük zalime –zaman- karşı yürütülen büyük savaş mıdır? Zaman, büyüklerin ebedi düşmanı mıdır? Kim bilir,belki de öyledir. Çünkü bu kişiler her zaman sıkıntılar, fikri ve hayali zorluklar ile mücadele etmişlerdir. Eşyaların ve insanların derinliklerine açılmışlardır. Konuşamayanlar ile konuşmuşlardır. Ruhları ve özleri incelemişlerdir. Zaman ise bu alanlarda dilediğini yapmış, istediği gibi at koşturmuş, insanlara belirli bir süre tanımış ve ardından öldürmüştür.
Büyük sanatçılar, düşünürler, felsefeciler, şairler o kanlı zalim, yakıcı ve şiddetli kurşunu ile onları vurmaya çalışırken, onu gözleriyle görüp mucizevi görüşleri ile ona karşılık verenlerdir. Aralarındaki savaş ise hala sürmektedir.
Ama savaş meydanında kaybeden her zaman insan olmuştur. O hep giden, zaman da kalan olmuştur. Ama sanatçılar için en önemlisi asla teslim olmamaktır.
Mutennebi bu ebedi düşmana karşı çok erken bir yaşta savaş ilan etmiştir. Zamanla mücadelesi şiir ile arkadaşlığının başlangıcına uzanır. Daha gencecik bir yaşta iken şöyle der:
Zaman bir insan olarak karşıma çıksa
Kılıcım saç ayrımını kana bulardı
Geceler istediğini elde edemez
Dizginlerim elinde geçip gidemezdi
Mutennebi’nin zaman ile savaşı bundan sonra da devam etti. Onu her şeyde gören Mutennebi için zaman, onun hayallerine ve gayelerine ulaşmasını engelleyen düşmandı.
Mutennebi birçok vesile ile ölümü muhatap almıştır. Tanık olduğu olaylar nedeniyle birçok şiirinde kimi zaman yüksek perdeden kimi zaman da bilgelik, hüzün ya da keder akan bir dille ona hitap etmiştir. Zaman onun için arenada kendisi ile birçok çarpışmaya giriştiği bir düşmandır. Onunla bazen bilgece, bazen de sitem ama çoğu zaman kızgın ve meydan okuyan bir dille konuşur. Nitekim Seyfuddevle’nin kızkardeşine yaktığı ağıtta şöyle der:
Arap yarımadasını boydan boya aşıp geçen
Bir haber bana ulaştığında
Korkarak yalan olmasını diledim
Ama tüm umutlar tükenip
Doğru olduğuna dair hiçbir şüphe kalmadığında
Güneş beni aydınlatana kadar
Gözlerimde gözyaşları parladı
Dilerim zaman seni yenemesin
Çünkü onun elleri sana vurduğunda
Elindeki kadehi bile kırıp içindeki suyu kurutur
İnsan onun oyunlarına karşı tetikte olsa da
Zaman onu hep beklemediği yerden vurup şaşırtır
Bu mersiyede Mutennebi zamanı, kaderin “bilge” bakış açısıyla okur ve onunla karşı konulamaz gerçeğin dili ile konuşur. Ancak başka şiirlerinde mübalağaya varacak kadar sesini yükseltir ve korkular sultanına yüksek perdeden şöyle seslenir:
Güçsüz ve zayıf olanı
Güçsüzlük kolayca ele geçirir
Oysa ölmüş birine, yara acı vermez
Ona teslim olmadığım için
Zaman benimle uğraşmaktan bıktı
Saygıdeğer kişiler saygı göstermeye başladı
Şair burada zamana karşı başka bir silah kuşanmıştır. Bu silah, savaşı önceden kaybetmiş olduğunu düşündüğü zamanı küçümsemektir. Birinci bölümde zaman onun rakibidir ama ikinci bölümde onunla uğraşmaktan bıktığı için savaşı kaybetmiş yani Mutennebi kazanmıştır.
Bu beyitlerde her zaman Mutennebi’nin kendiliğinden ortaya çıkan gerçek benliğini görmüşümdür. Bu beyitlerde öyle göndermeler vardır ki, Mutennebi’nin genellikle methiyelerine başlarken ortaya çıkan kendi benliğinin tezahürlerinden ve taşkınlıklarından farklı olduklarını hemen anlarız. Birinci beyiti; “Güçsüz ve zayıf olanı, güçsüzlük kolayca ele geçirir” ile şair, bütün zamanları aşarak kendinden sonrakilere temel oluşturacak bir ilke ve kuralın temelini atar.
TT
Kanlı zalim zaman
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة