İbn Haldun (ö. 1406) bir fakih, kadı, sosyolog ve tarihçiydi. İbn Rüşd (ö. 1198) bir filozof, doktor ve fakih idi. Ebu Reyhan el-Biruni matematikçi, jeolog ve fakih idi. Ayrıca, İbn Sina, el-Farabi, İbn el-Heysem, İbn Battuta ve el-İdrisi gibi onlarca bilim adamı benzer bir niteliğe sahipti. Bunların hepsi Şeriat ilimleri ile fen bilimlerini veya felsefi ilimler ile uygulamalı bilimleri birleştirmişlerdi.
Bazı insanlar bu durumu selef âlimlerinin muhteşemliğinin bir kanıtı olarak görür. Fakat eğer İbn Haldun bugün bizimle olsaydı veya İbn Sina ya da el-Biruni bu dönemde hayatta olsaydı, muhtemelen ilgi alanlarındaki çeşitliliği devam ettirmeyeceklerdi. Kendilerini bu bilim dallarından birine veya bir kısmına adayacaklardı.
Günümüz dünyasında bu türden durumlar nadiren görülür, doktorun aynı zamanda fıkıhçı, jeologun aynı zamanda hâkim veya sosyolog ya da müfessir olmasına pek rastlanmaz.
Bunun nedeni günümüz (b)ilim adamlarının tembelliğinden kaynaklanmıyor, bilakis bilim gerek müfredat gerekse konu bakımından uzmanlaşma eğilimi göstermektedir.
Hatta bu eğilimin işaretlerinin o zaman bile belirgin olduğunu, 10. ve 11. yüzyıl bilim adamlarının, seleflerinden daha fazla uzmanlaşma eğiliminde olduklarını söyleyebilirim. Fakat bu türden eğilimler bugünkü kadar gerekli görülmüyordu.
Zorunlu uzmanlaşma eğilimi, Dinî ilim dalları da dâhil olmak üzere tüm ilim dallarına yansımıştır. Bu nedenle, bugün filoloji ile tefsiri ya da modern ilimler ile tarih bilimini birleştiren kimseyi göremezsin. Aynı şekilde bugün, fıkıh alanında derinleşmiş bir âlimin fıkıh usulünde de aynı derecede derinleşmiş olduğunu göremezsin.
Çağdaş düşünür Abdülkerim Suruş, bilimdeki uzmanlaşma eğiliminin, din konusundaki araştırma konularını azalttığına inanıyor. Söz gelimi Miladi 1070’de günlerden bir gün Bağdat'taki Nizamiye Medresesi'ne girdiğinizi hayal edelim. Orada astronomi, botanik, eczacılık, dil ve tarih ilim dallarıyla ilgili ders halkalarının olduğunu göreceksiniz.
İlim dalları o dönem etkileşim halindeydi, çünkü sayıca azdı, araştırma alanı ve derinliği açısından da sınırlıydı. Dolayısıyla bir kişi birçok ilim dalında aynı anda derinleşebiliyordu.
Günümüzde ise, temel bilimler çeşitli dallara ayrıldı, bilim dallarının sayısı katlandı. Daha önce bilinmeyen araştırma konularının keşfedilmesi ve daha sonra bu bilim dallarının daha ayrıntılı incelenmesi yeni bir durum meydana getirdi.
İnsanoğlu, “bilim dalları bağımsız hale geldikten” sonra, dünyayı yorumlamada din çerçevesi dışında yeni araçlara sahip oldu. Belki de bu dünyayla olan ilişkileri değişti, zira olup bitenleri duygusal bir halde seyretmek yerine, içinde olup bitenleri daha detaylı anlama adına yeni yorum arayışına girdi. Sorgulamalar arttı, kesinlik ifade eden alanlar azaldı, insanın herhangi bir şeye sürekli bağımlı kalma tutumunda değişiklikler oldu, bağımsız hareket etme ve etrafını kontrol etme arzusu öne çıkmaya başladı.
Bu esasında tabii bir eğilim veya tarihin mantığı dediğimiz şey aslında budur. İlk başta din dünyayı anlamak için anahtar sağlar, belki de en belirgin olanı, evrenin kesin, yekpare bir sistem olduğuna dair inançtır. Önce tamamen imanî olan mesele sonradan tecrübî bir hal alır.
İnsan tabiatın anahtarlarını öğrendikten sonra, dinin işlevi bu konuda azalmaya başlar, daha özel bir alana doğru kayar, yani evrenin yaratılış amacına yönelik soruları yanıtlama ve insanı Yaratıcısına bağlama gibi işlevleri öne çıkmaya başlar.
Suruş, bu sürecin kademeli olarak din ve bilim arasında bir çeşit ayrışmaya -bugün "sekülerlik" diyoruz- yol açtığına inanıyor.
İnsanoğlu ilerlemeye devam ettiği sürece durdurulması mümkün olmayan tabii bir süreçtir aslında bu.
TT
Doğal Sekülerizm; Bilim dallarının bağımsızlığı
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة