Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

Sudanlı Zeyn'in düğünü: Devrim ortamından devlet mantığına

“Zeyn her aşk hikâyesinden girdiği gibi çıktı, herhangi bir değişiklik yok kendisinde. Kahkahası dahi bildiğimiz o eski kahkaha.” Merhum edebiyatçı yazar, merhametliliği, sadeliği, tüm zorluklara rağmen hayata olan inancıyla Sudanlıların kişilik yapısını anlatıyor gibi.
“Sudanlı Kimliği: Antropolojik Bir Çalışma” kitabında Dr. Muhammed Talib, Sudan halkının genel yapısını bir okumaya tabi tutuyor ve merhameti, hoşluğu ve nezaketiyle Arap ülkelerinde ayrı bir yere sahip olduğunu ifade ediyor.
Elbette görünen köy kılavuz istemez ancak tüm bu güzel özelliklerin, her bir sudan halkında olmasını da bekleyemeyiz. Bununla birlikte, zaman içinde, herhangi bir halkın tarihi ile onun toplumsal ve politik dönüşümleri, halkların alışkanlıklarını ve davranışlarını meleke haline getirmekte, onları diğer insanlardan ayıran köklü özelliklere sahip kılmaktadır veya Durkheim'ın belirttiği gibi, çevre unsurlarının sosyal varlıkla ve hüküm süren kültürle etkileşiminin “ortak akıl” üzerindeki yansımalarının bir sonucudur.
Sudan, ulusal aidiyetinde ve halkının bileşenleri ile bütünleşmede en şaşırtıcı halklara sahip bir ülke olma niteliğini sürekli devam ettirdi. İslam ve Arapça en merkezi konumdadır ve kısmen de olsa siyasi ortamın da merkezindedir.
Güney Sudan dahi bu boyayla boyanmıştır, adeta bir elbise gibi kültürel bilinçaltına yerleşmiştir. Hristiyan olan Güneyliler, ulusal benliklerini açıkça ifade ederler, öfke ve şaşkınlıklarını ifade etmek için kelime-i şehadeti kullanırlar, bazı kabileler hala kendilerini “Cuba Arapları” olarak görürler, kırık bir Arapça kullanırlar, ammice yani halk dilini tercih ederler.
Belki de Kuzeyli seçkinlerin başarısızlığı, değişik zamanlarda Güneylilerde bir azınlık olma hissi uyandırmış olabilir. Ancak bu durum Beşir rejiminde ete kemiğe bürünmüş siyasal İslam'ın bir kötülüğüdür, zira güneyi kuzeyden ayıran Beşir rejimiydi. Bu ayrılık, Batı güçlerinin insani ve insan hakları nedenleriyle müdahil olmasının önünü açtı, çünkü insani bir trajedi ve haksızlıklar yaşanmıştı, ayrıca el-Kayazin’in (Ensar Hareketi) gücü tekeline alma emelleri çoğulculun korunmasını başarısız kılmıştı.
Sadece Sudanlılar, Afrika-Arap ulusal kimliğinin bir parçası olarak kalabildi. Merhamet ve hoşgörüyü karakterlerinin bir parçası haline getirdiler. Gösterişe önem vermediler, dini boyutundan ziyade kültürel bir anlam kazanan tasavvufi kültürün de etkisiyle zühd hayatını tercih ettiler. Diğer yerler kültür ve coğrafya arasında gidip gelirken, Sudan bu çok boyutlu kültürel dokuyu tercih etti, sudan toplumunda bunun tezahürleri açıkça görülüyor. 2010'da, insanların yüzlerinde ve yaşadığı mekânlarda gizlenmiş güzellikleri ortaya çıkarıp onları insan hikâyelerine dönüştürmede eşsiz bir yeteneğe sahip olan merhum gazeteci Ömer el-Mudhavi Sudan’ı ziyaret etti. Onlar hakkındaki Analizlerini şu şekilde dillendirdi; “Bu yokluktan çok daha fazlasını hak ediyorlar…
Sudan'daki siyasi satranç tahtası, inanan bir toplumun daha da iyi olması gereken hayatını adeta gizliyor.” Sudanlıların bu inancını sıradan diyebileceğimiz insanlar barışçıl bir şekilde ortaya koydular.
Bunu da Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçlerine (ÖDBG) mensup gençler başardılar. Herkes, diğer ülkelerdeki emsallerine bakarak, devrimin ihtişamının bu gençleri baştan çıkaracağını düşündü ve endişeye kapıldı. Protesto iklimlerinin doğasında hata yapmak vardır, başlangıçta Askeri Geçiş Konseyi (AGK) ve bu gençlerden bazıları bazı hatalar yaptılar, ancak daha iyi bir geleceğe olan inançlarından dolayı bu hatalarından hemen döndüler. Tüm taraflar tavizler verdi, hoşgörülü Sudan kişiliği bunları ihanet olarak nitelemedi, siyaset kurnazlığının yok ettiği “memnuniyet” bu hoşgörü ikliminin bir parçası oldu.
Siyasette, tarihi anlara eşlik etmek ve mutlu sonlara şahitlik etmek gerçekten zordur. Ancak farklı konumlarına, geçmişlerine ve siyasi bakış açılarına rağmen tüm Araplar Sudanlıların sevincine ortak oldular. Sudan halkına büyük bir sevgim, yaklaşık 20 yıldır tanıdığım edebi şahsiyetlere ve gazetecilere de büyük bir saygım vardır. Sudan halkını kendime yakın hissetmeme ve onları iyi tanımama rağmen Sudan'ın ulusal karakterinin bir kısmının eleştirel yaklaşma duyarlılığını devam ettirdiğini çok iyi biliyorum. ÖDBG’nin aktivist ve liderlerinin bazı tutumlarını diğer durumlara kıyaslayarak daha en başından itibaren sosyal medya hesapları üzerinden açıkça tenkit ettiklerini, yaşanan süreci eleştirel okumalara tabi tuttuklarını ve bazen de kızgınlıklarını ortaya koyduklarını biliyorum.
Ne var ki Sudan, herkesin takdir ettiği anlaşmalardan birine varmış bulunuyor. Ancak, bu barışçıl başarıyı tehdit eden büyük zorluklar var, bunlardan biri de Sudan’ın coğrafi konum, alan, kaynakları ve komşuları bakımından stratejik bir öneme sahip olmasıdır.
Beşir'in rejimine karşı yapılan bu devrim sözde “Arap Baharı” devrimlerine benzemiyor. Şu ana kadar hiçbir benzerliği olmadığı gibi bundan sonra da olmayacaktır. Diğer devrimlerle tarihsel bağ kurma çabaları da sadece kuruntudan ibarettir.
Devrimler tamamen benzeşmez ve kendini tekrar etmez. Koşullar benzer olduğunda genellikle edebi metinlere yansıyan analizlerin bununla alakası yoktur. Jamie Allinson,  Arap Baharı'ndan sonraki yeni devrimleri –ki bazıları hala Bastille hapishanesinden başlayan devrimlerle ilgileniyor- okumaya tabi tutan eşsiz bir makalesinde, şu ana kadar beş protesto kuşağının olduğunu, dördünün sosyolojik açıdan akademik düzeyde incelendiğini ve bilindiğini söyledi.
Bugün adem-i merkeziyetçi olan beşinci kuşağın doğuşuna tanık oluyoruz, aktörlerinin yapısı kestirilemiyor, ölçülebilen tüm yapısal kısıtlamalardan da bağımsızlar. Barışçıl toplumsal dönüşümler olarak anılmayı tercih eden bu "devrimlerin" bir özelliği de -Asef Bayat’ın çokça değindiği gibi- "devrimcileri olmayan devrim" niteliği taşımalarıdır. Bugün dünya sahnesini şekillendirmede eşsiz bir liberal zaman dilimini yaşıyoruz. Önceki devrimler, sol tarafından başlatılan, "devrimci şiddet" kavramıyla ilişkilendirilen, Marksistler tarafından geliştirilen geleneksel devrim kavramından etkilenmişti. Daha sonra siyasal İslamcılar da bunu benimsedi. Bilinçsizce kendi bakış açılarına uyarladılar. Mevcut rejime başkaldırma, devletin tüm kademelerini ayırım yapmaksızın yok sayma temel argümanlarından biri oldu. Vatan, millet, egemen rejimi bir devlet başkanın şahsına endekslemeyi tercih ettiler.
Beşinci kuşak devrim teorisi, barışçıl devrimin, herhangi bir yeni toplumsal dönüşüm programı önermeyebileceğine ya da rejime karşı olan geleneksel siyasi partilerin gerçekliğini benimsemeyebileceğine dikkat çekiyor. Sudan’daki durum da zaten buna işaret ediyor, Ümmet Partisi hayal kırıklığı içinde, Sadık el Mehdi kafa karışıklığı yaşıyor, anlaşmadan hemen önce Komünist Parti geri çekildi. Bugün, medya platformlarındaki devrimciler, ÖDBG’nin lider kadrosuna yönelik yanlı eleştirilere cevap yetiştirmeye çalışıyorlar. Devrimci Cephe bu tenkitlerin öncülüğünü yapıyor, Mahcub Hüseyin attığı bir tweet’te bakın ne diyor: “ÖDBG, devrimci sevincin düşmanı haline geldi. ”
Benzer şekilde, Sudan’daki bu yeni protesto tarzı muhtemelen Cezayir’le kıyaslanmaya çalışılıyor, zira oradaki devrim güçleri bu türden tenkitlere maruz kalmamışlardı. İslamcı Ensar Hareketi’nin bu türden tenkitlerde ön safta yer almadığı doğrudur, ancak Beşir'in geride bıraktığı derin devleti canlandırabilirler, El Cezire'de cilalanan en radikal figürlerden biri Sudan’daki anlaşmadan şikâyet ediyordu. Abdulhay Yusuf, anlaşmanın Şeriat'ın statüsünü veya bir sonraki aşamadaki rolünü dikkate almadığını yazdı. Bu sübjektif bakış açısından rahatsız olan bir genç adam, bu kişinin radikal örgütleri desteklemek adına yaptığı konuşmaları ve Libya'daki gezilerini yayınlayarak cevap verdi.
Barışçıl süreci devam ettirmeye çalışan ÖDBG karşısında AGK'nin, hem sahtekârlık yapan hem de yapılan anlaşmanın başarısını küçük göstermeye çalışan ve bir hata yapılmasını dört gözle bekleyen kriz tüccarlarına karşı bu karar alma aşamasında kararlı ve dikkatli bir tutum sergilemesi gerekir.  Sözgelimi AGK, yaptığı bir hatayı hemen kabul etti, özür dilemek için hızlı davrandı ve hesap verebilirlik sözü verdi, zira hatırlanacağı gibi beş darbe girişimi engellenirken İnternet servisi kesilmişti, ancak zaman geçmeden yeniden verilmeye başlanmıştı.
Sudanlılar için en büyük zorluk, koşulları hızla iyileştirmek ve siyasi ayrıntılarda boğulmadan yaşam standartlarının iyileştirilmesine ilişkin sokakların temel taleplerini karşılamaktır.
Görev ne kadar zor olursa olsun, fırsatçıların rüzgârları ilk seçimlerde gündemleri ile beraber sönüp gidecek.