Adil Abdulmehdi istikrarlı ülkelerin liderleri gibi sakin, açık görüşlü ve pragmatik bir lider. Ama sorun şu ki; Irak istikrarlı (bu ülkelerin sayılarının azaldıklarını da belirtelim) ülke değil. Ülke uçlara doğru hızla savrulurken Abdulmehdi hala merkeze oynamaktadır.
Yüzeyde; günlük güvenlik koşullarında az da olsa görülen iyileşmeyi, tarım ve elektrik alanındaki diğer başarıları onun başarı hanesine kaydedebiliriz. Fakat yüzeyin altında kaynayan volkanlar, başbakanın iyi niyetlerinin söndüremeyeceği kadar tehlikelidir. Bunlar da; Haşdi Şabi’nin dayattığı iki başlılığın eşlik ettiği İran’ın derin ve geniş varlığı, DAEŞ ya da ondan geriye kalanların – ki bunlar hiç de az değildir- varlığına karşılık ABD’nin kısmi varlığı, petrol gelirleri nedeniyle kuzey ve merkez arasında hala çözülümeyen kriz, grupların hırsları ve dış güçlerin zayıflatma politikaları gölgesinde mücadele edilmesi imkansız bir yolsuzluktur. Unutmayalım ki 2018 yılının sonunda başlayan hükümeti kurma süreci de hala tamamlanamamıştır.
Bütün bunlar nedeniyle Irak’ın hikayesi de Lübnan’a benzer bir şekilde ilerlemektedir. Bu hikayenin başlığı ise; devlet ve ordusunun, küçük devlet ve ordusuna karşısındaki konumu başta olmak üzere devletin temel meselelerdeki acizliğidir.
Irak’ta bu zayıflık ve acziyetin işaretleri birçok kez görülmüştür. Sonuncusu da hükümetin, Haşdi Şabi’ye bağlı “30. Tugay”ın Ninova Vadisi’nden çekilmesi kararından geri adım atmasıdır. Bu da silahın sadece devletin tekelinde olmasına yönelik 'kararnameleri'n uygulanmasının hala imkansızlıkla savaşması gereken bir umut ve beklenti olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Yani Haşdi Şabi tasfiye edilmek için değil kalıcı olmak ve genişlemek için kurulmuştur. Bu aynı zamanda faili meçhul “Babil cesetleri” ya da faili “bilinen” diğer cesetlerin sayısının artabileceği anlamına da gelmektedir.
Lübnan’da olduğu gibi Irak’ta da “ahlaki” olarak nitelenen meseleler siyasi boşluğu doldurma görevini üstlenmektedir. Haşdi Şabi’nin de bunu uygulama ve harekete geçirmekte azımsanmayacak bir rolü vardır. Bu durumda ümmetin sanki başka hiçbir sorunu yokmuş gibi; Kerbala’da bir futbol maçı sırasında keman çalan bir kadının ortaya çıkışı ya da Kerkük’te bazılarının, edebe ne kadar uygun oldukları şüpheli giysiler giymeleri büyük bir soruna dönüşür.
Devletin temeller konusundaki bu acziyeti, iktidar ve yönetimi diyaloğa eşdeğer ve Abdulmehdi’yi de diyoloğu yöneten kişi yapmıştır. Elbette bu, eski başbakan Nuri Maliki gibi politikalrın tartışılmadan baskı ile dayatılmasından daha iyidir. Ama asıl korku; diyaloğun bir sonuca ulaşmadan sürmesi ve ardından da bir başka diyalog doğmasıdır. Çünkü bu durumda Iraklılara, kurtuluşun tek yolu olarak sabırdan başka bir çare kalmayacaktır.
Durumu daha da zorlaştıran; Abdulmehdi’nin merdivenleri çıkarken, İran ve bölgesel koşulları asansör olarak kullanmasıdır. Son zamanlarda yaşanan hızlı gelişmeler de bunu göstermektedir. İsrail’in iddilarına inanacak olursak Tahran, Bağdat’ı kaçınması mümkün olan bir savaşa sürüklemektedir. Bunu da Irak’ta inşa ettiği askeri üsler ve füze fabrikaları aracılığıyla yapmaktadır. Aynı zamanda İsrail’in, Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da Tahran’a bağlı Şii milis güçlerin mevzilerini hedef aldığı ve bunu en az 2 kez yaptığı artık bir sır değildir. Tel Aviv’deki gözlemci ve analistler ise İran’ın Irak’ı “lojistik bir koridora” dönüştürdüğünü iddia etmektedirler.
İsrail’li Haaretz gazetesi de “büyük kardeş” İran’ın; İsrail’in Suriye’deki hava saldırıları nedeniyle kaybettiği füze rampalarını telafi etmek için Iraklı milislere İsrail'de herhangi bir yeri hedef alabilecek hassas güdümlü füzeler vermeye başladığını duyurdu. Son zamanlarda gazeteler de yayınlanan haberler de İsrail uçaklarının, Hizbullah’a gönderildiği tahmin edilen ve Irak topraklarından geçen İranlı füze konvoylarını hedef aldığına dikkatleri çekti.
Eğer bu iddialar doğru ise Irak; eski Arap- İsrail çatışmasındaki “destekçi ülke” konumundan yeni İsrail-İran çatışmasında “doğrudan müdahil bir ülke” konumuna taşınmış demektir.
Washington ve Tahran arasında artna gerilime ek olarak bu durum bizleri, gelecek dönemin en önemli stratejik gelişmesi sayılabilecek bir dönüşüm olasılığı ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Düşman kim olursa olsun savaşlar genellikle tatsız, nefret uyandırıcı ve korkutucudur. Irak’ın durumunda ise daha tatsız ve korkutucudur. Bu nedenle, Bağdat’ı bir savaşa sürüklemek çok büyük ve affedilemez bir suçtur.
1936 yılından itibaren görülen askeri darbe ve fitneler tarihi yanında Simele Katliamı, Yahudileri hedef alan Farhud olayı, Kürtlere yönelik sürekli düşmanlık ve ardından da DEAŞ’ın yaptıkları göz önüne alındığında Irak’ın geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde dünyanın en çok savaşlara tanıklık eden ve kayıp veren ülkelerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Buna ek olarak Irak; aralarındaki uzlaşının az olduğu birçok oluşumu içinde barındıran bileşik ve kompleks yapıda bir ülkedir. ABD işgali öncesinde, sırasında ve sonrasında da hep böyleydi. Irak Kralı 1. Faysal’ın bu anlama gelen ünlü bir sözü vardır:”Kalbim büyük bir üzüntü ile dolu olarak şunu söylemek isterim ki; bana göre Irak’ta hala birleşik bir Irak halkı ve ulusu yoktur. Bunun yerine herhangi bir ulusal düşünceye sahip olmayan hayali insan toplulukları vardır”. 1958 ve özellikle de 1963 yılından itibaren bölünme ve parçalanma nedenleri arttı. Saddam Hüseyin’in daha sonra tek yaptığı ise bu karşıtlıkları çözmek yerine güç kullanarak bastırmak ve gizliden gizliye kaynamasına yol açmaktı. Nitekim rejimi çökünce, bu karşıtlıklar bir kez daha yüzeye çıktı. Bugün ise ülkede bulunan etnik ve mezhep ve din sayısı kadar Iraklı “yurtseverlik” çeşidi vardır.
Bu durumda; ideolojikleşmeyi son seviyesine yani savaşa kadar itmek yerine en alt düzeye indirmek Irak’ın hayatta kalabilmesi için en önemli koşul haline gelmektedir. Aksi takdirde Iraklılar ne huzur içinde yaşayabilir ne de istikrara kavuşabilirler. Bilakis savaşmaları ve birbirlerinden nefret etmeleri için gittikçe daha fazla neden bulurlar.
Şiddet nedeniyle acı çeken bu ülkenin herkesten daha çok her türlü şiddeti yasaklayan bir yasaya ihtiyacı vardır. İşte Abdulmehdi ya da onun gibi iyi niyetli hiçbir politikacının yapamayacağı şey budur. Bu Iraklıların alıp almayacaklarını kendilerinin belirleyeceği derin bir karardır. Ama büyük olasılıkla bunu yapmayacaklardır.
TT
Adil Abdulmehdi ne yapabilir?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة