Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

İran'la müzakere imkânsız, savaş da gereksiz olursa

Suudi petrol tesislerinin geçtiğimiz hafta maruz kaldığı saldırılar, son 17 ayda, yani Başkan Donald Trump’ın, selefi Barack Obama’nın onayladığı ‘İran nükleer anlaşmasıdan’ ABD’yi çektiğini açıkladığından bu yana gelişen mevcut durumda bir afallamayı sonuç verecek mi?
Çoğu tarafın İran’a atfettiği, Mollalarınsa ilgileri olduğunu kabul etmediği saldırılara yönelik ilgi çekici başlıklara bakıldığında bu soruya ‘evet’ cevabı verilebilir.
Bununla birlikte duruma dikkatlice bakıldığında gözümüzün önünde daha karmaşık başka bir cevap belirebilir.
Kimliğine bakılmaksızın bu saldırıları düzenleyen tarafın, daha çok, bir tepkiyi test etmek ve ezici bir şekilde sorgulanmasını gerekli bir hale getirmeksizin kışkırtıcı eylemlerde ne kadar ileriye gidebileceğini bilmek ile ilgilenmiş olması muhtemel.   
Gelin, öncelikle Obama’nın son iktidar yıllarında ürettiği bir diğer durumun yerini alan yeni mevcut durumla neyi kastettiğimizi açıklayalım.
Obama’nın kabul ettiği durumla İran, sözde 5+1 grubunun doğrudan ya da dolaylı yönetimi altında ekonomik, ticari ve hatta askerî birçok siyaset geliştirdi.
Bunun karşılığı ise Ortadoğu’ya ‘devrim ihraç etme’ gündemlerini uygulamaktan ve etki alanını bölgeye ve ötesine genişletmek için daha uzun menzilli füzeler geliştirmekten vazgeçmesiydi.
Mollalar, Obama anlaşmasının İslam Cumhuriyeti’ne dayatılan şartların 5, 10, 15 veya 25 yıl içerisinde yürürlükten kaldırılacağı maddesini içermesine bakarak kısmen de olsa yabancı yönlendirmelere boyun eğme zilletini kabul edebilirdi.
Başkan Trump şu an İran’a dayatılan şartların sonsuza dek süreceği yeni bir anlaşma istiyor. Tahran’ın, Obama anlaşmasından etkilenmeyen kendisine özel füze geliştirme projesini durdurma meselesi de anlaşmaya dahil edilecek.
Bu durum, Mollaların iktidar süresini uzatabilir belki, ancak 'devrimi ihraç etmelerini' ve insanlık için ‘yeni bir İslam medeniyeti’ yarattıklarına dair iddialarını sürdürmelerini de zorlaştıracaktır.
İran’ın Trump’ın ‘teklifini’ reddetmesi, kendisine yönelik yaptırımların yeniden dayatılmasının sonuçlarına katlanırken, İslam Cumhuriyeti’nin hatalar işlemek ve sorunlar yaratmak da dahil olmak üzere hareket serbestîsini koruduğu yeni bir durum yaratacaktı. 
Mollaların anlayamadığı şeyse mevcut yeni durumun ABD için hiçbir şeye mal olmamasıdır. Bu durumu istedikleri kadar uzatabilirler. Trump’ın tek yaptığı, İslam Cumhuriyeti ile ticari ilişkiye giren herhangi bir kişiye ABD ile ticari ilişki geliştirme izni verilmeyeceğini ve ABD’nin bundan sonra Mollaların, ABD’nin küresel bankacılık ve ticari sisteminden faydalanmasına müsaade etmeyeceğini duyurmasıydı.
Peki Trump’ın yöntemi başarılı oldu mu?
Tahran, bu soruya net bir cevap vermiyor.
Arap ülkelerindeki ajanlara yönelik dahili ve diğer reklamlar, Trump’ın yeni yaklaşımının İran üzerinde bir etki bırakmadığını ve bazı durumlarda Humeynici hareketin gücünü artırdığını açıkça ortaya koyuyor.
Bununla beraber Batılı ülkelerin karşısında Mollalar, mağduru oynuyor ve Trump’ın, İranlı çocuklara süt erişimini ve Tahran’ın etrafındaki fakir gecekondu bölgesindeki emeklilere yardım paralarını durdurduğunu iddia ediyor. Böyle olunca Batılılar, Mollalara yakınlık hissediyor. Bu büyük ölçüde ABD’ye duyulan gizli düşmanlık hislerinden kaynaklanıyor. Hem bilindiği üzere Batılı demokrasiler, mağdur ve mazlum söyleminden de hemen etkilenir.
Öte yandan İran’a yeniden dayatılan ve özellikle petrolünü satamaz hale getiren yaptırımların acı verici sonuçlarının belirmeye başladığında şüphe yok.
Geçen bahar Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, hükümetinin, tüm ‘temel masrafları’ en azından 18 ay süre ile, yani Trump’ın başkanlık döneminin bitmesine yakın bir zamana kadar karşılamak için yeterli döviz rezervine sahip olduğunu iddia etti. Bununla birlikte Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, aynı ‘temel harcamaları’ karşılamak için senelik 60 milyar dolar yardım talebi için yoğun çaba sarf etti.
Bir diğer deyişle İran İslam Cumhuriyeti, Trump’ın dayattığı yeni durumla uyum sağlayabilir, ancak kısa bir süreliğine. Bu yüzden Tahran’ın peşinde koştuğu hedef, bu durumda bazı değişiklikler meydana getirmektir.
Mollalar, bunu sık sık yaparak ABD ile gerginliği biraz körüklüyor ve her zaman istedikleri sonuçları elde ediyorlar. 1979 yılında, Şah’ın düşmesinden aylar önce Mollalar, Carter yönetiminin Washington yanlısı Başbakan Mehdi Bazergan hükümeti ile bir anlaşma imzalayıp Mollalar ile komünist müttefiklerini iktidardan uzaklaştırmasından çekinmişti.
Bu durum Mollaları, Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’ne yönelik bir saldırı başlatmak ve oradaki çalışanları rehin almak suretiyle gerilimi biraz körüklemeye itti. Carter yönetimi, Mollaların beklediği gibi tepki verdi ve net bir tavır aldı. Ancak Amerika karşıtı küresel koro, Mollaları Amerikan emperyalizminin kurbanı olarak tasvir etmeye başlayınca hiçbir şey yapmadı.
Reagan, Baba Bush ve Clinton dönemlerinde de benzer taktikler uygulandı. Mollalar, her seferinde gerilimin şiddetini artırıp "Büyük Şeytan Amerika"yı ya hiçbir şey yapmamak ya da ABD kamuoyunun razı olmayacağı kapsamlı bir savaş başlatmak arasında zorlu bir tercihle yüzleşmeye mecbur ediyorlardı.   
Her durumda bu politika başarılı oldu ve Mollalar, kendilerini ‘Büyük Şeytan’a karşı direnişin kahramanları gibi göstererek içerideki düşmanlarını ezebildi. Bazı yorumculara göre Humeyni rejimine bu serbestliğin verilmesi gerekiyor zira o, ortaya koyduğu devrimin sonuçları ile halen uyumlu bir halde. Clinton, Davos’taki Dünya Ekonomi Forumu’nda Tahran’daki mevcut rejimin ‘kendi düşünce biçimine, neredeyse dünya çapında başka herhangi bir rejimden daha yakın olduğunu’ söyledi ve böylece yukarıda belirtilen gerekçenin tuzağına en çok düşen kişi oldu.
Sorumuz şu: Trump, İran konusunda tercihlerin kapsamlı savaş veya Mollaların gündemini kabul etme ile sınırlı olduğu yönündeki iddiaya ikna olacak mı? Kimse bunun cevabını bilmiyor. Belki Trump’ın kendisi bile.
Bununla beraber bu, tam olarak “Yüce Rehber” Ali Hamaney’in istediği şey. O'nun, Washington’un halihazırda izlediği politikaların kapsamlı bir savaşın fitilini ateşleyebileceği iddiasını güçlendirmek için mevcut gerilimleri sürdürmeye çabalamasının ardında da bu sebep yer alıyor. Ancak aynı zamanda sakındırdığı savaşın tutuşmaması için de kışkırtmalarını titizlikle yönetiyor.
En büyük arzusu ise Trump’ın, Humeyni rejimini devirmeksizin unsurlarını sarsacak sınırlı bir operasyon gerçekleştirmeyi tercih etmesidir. Bu esnada İran ve dünya kamuoyu, mağdur imajını desteklemek üzere seferber edilmeye çalışılacak, dolayısıyla Washington, İran rejiminin kemiklerini ezmeye başlayan yaptırımların şiddetini azaltmak zorunda kalacak.
Hamaney, ne savaş ne de müzakere istediğini söylerken Trump, her ikisine de hazır olduğunu belirtiyor.
Bu denge, ‘Büyük Şeytan’ın lehine olduğu ortada olan mevcut durumun korunmasına katkı sağlayabilir.
Bu yeni durumda müzakereler imkânsız, savaş da gereksiz gözüküyor.