Eşitlik; Arap kültürümüzde kaybolan büyük değerlerin bir örneğidir.
Gerçek şu ki; insan hakları adı verilen ilkenin geniş çatısı altında yer alan birçok değer Arap kültürümüzde ya mevcut değil ya da varlığı ile yokluğu bir olduğu için eksiktir.
Bu yazıda özellikle eşitlik örneği üzerinde durmayı seçmemin nedeni, bu değerin Kur’an’da özgürlük gibi diğer değerlerden çok daha açık bir şekilde korunmuş olmasıdır.
İlk olarak, eşitlik ilkesinin Arap kültüründen olanlar dahil tüm insanların işine gelen anlamlarını açmaya çalışacağım.
Bu anlam özeti şudur; “Her insan birdir ve hiç kimse birden fazla değildir.”
Eşitliğin bu tanımının, modern felsefede Faydacılık teorisinin kurucularından olan İngiliz filozof Jeremy Bentham’a (1748-1832) ait olduğu söylenir.
Bu görüş büyük ölçüde işlevseldir çünkü şu soruya yanıt vermektedir: “İnsanlar arasında fırsat ve malları dağıtmanın en adil yolu nedir?” Ancak daha geçmişte Antik Yunan filozofu Aristo “dağıtıcı ya da matematiksel eşitlik” adını verdiği bu görüşe karşı çıkmıştır.
İnsanların söz konusu anlama meyletmelerinin nedeni ise; bütün insanların doğduklarında eşit olduklarını, hepsinin Adem’den Adem’in de topraktan olduğunu vurgulayan ayet ve hadislere dayanarak bunun insanlar arasındaki temel eşitlik ilkesinin tek mantıklı sonucu olduğunu düşünmeleridir.
Temel eşitlik ilkesi “her insan birdir” düşüncesinin felsefi zeminini oluşturmaktadır.
Bu, eşitliğin en basit anlamıdır. Daha zor ve karmaşık anlamları ise Arap literatüründe hak ettikleri gibi araştırılmamış ve incelenmemiştir. Belki de bu türdeki en belirgin yaklaşımlar, İslam’da kadınların haklarına ilişkin eleştirilere verilen karşılıklar bağlamında yapılmış olanlardır. Nitekim hepsi de Aristo’nun ortaya attığı eşitlik kavramına yani “eşit olanlara eşit davranma” anlayışına dayanmışlardır.
Aristo’ya göre 2 düzeyde eşitlik vardır: denkleştirici eşitlik ile dağıtıcı eşitlik.
Birincisi olan denkleştirici eşitlikte, aralarında hiçbir fark gözetmeksizin insanların tamamı eşittir.
İkincisinde ise; toplumun doğası gereği kişilerin yetenekleri ve statüleri, toplumsal hayata katkılarına göre değişiklik gösteren sınıflara ve kesimlere ayrılmaktadır.
Buna bağlı olarak da bilginler ile bilgisizler, kadınlar ile erkekler, askerler ile çiftçilere eşitlermiş gibi davranmanın adil olmayacağını söyler.
Ona göre adalet; toplumun kadınlar, bilim adamları, çiftçiler, köleler, askerler vb. toplumsal sınıflara ayrılmaları ve aralarındaki sınırların belirlenmesi daha sonra her sınıfın kendi üyeleri arasında eşitliği sağlamaktır. Yani eşitlik, belirli bir sınıfın üyeleri arasında gerekli ama sınıflar arasında gerekli değildir.
Peki, fark nerede ortaya çıkıyor?
Araplardan birine hangi eşitlik kavramına inandığını sorduğumuzda birincisine yani “bütün insanlar eşittir” kavramına inandığını söyleyecektir. Hatta İslam’da ve Arap ahlakında kastedilen anlamın bu olduğunu zannedecektir. Ancak kendisine, cinsiyet ayrımcılığı gibi gerçek yaşamdan örnekler sunmaya başladığımızda geri adım atarak gerekçeler öne sürmeye başlayacak ve sonunda bu çağda aklı başında olan herkesin kınadığı Aristo’nun görüşüne sığınacaktır.
İki hafta önce yayınlanan yazımda gerçek olduğunu zannettiğimiz ama araştırıldığında gerçek olmadığı anlaşılan çözümlerden bahsetmiştim.
Bugünkü yazıda ise bunlara yaygın olan bir örnek vereceğim: Hepimiz “Adem’in çocuklarısınız” şeklindeki eşitlik ilkesine inandığımızı iddia ediyoruz. Ancak araştırınca aslında Aristo’nun eşitlik görüşüne inandığımız ortaya çıkıyor. Bunun tek nedeni var o da kültür ve mirasımızı inşa edenlerin bu eğilime meyletmiş olmalarıdır.
TT
Bazılarımız insanların eşit olduğuna inanmıyor
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة