Vahdettin İnce
Yazar
TT

Evrensel şefaat sistemi

Toplumların, bireylerinin doğuştan sahip oldukları veya zaman içinde coğrafyanın ve tarihin etkisiyle edindikleri sosyal özellikler bağlı oldukları dinin pratiğinin şekillenmesinde etkili olduğu gibi, mensup oldukları dinin uygulamaları da sosyal hayatın belli bir mecrada gelişmesi üzerinde önemli bir etkisi vardır. Karşılıklı etkileşim ve dayanışma.
Aslında istisnasız bütün evrende en ince ayrıntısına, en küçük detayına, bütün varlık gözeneklerine kadar geçerli olan değişmez bir sistemden bahsediyoruz. Evrenin bir parçası olan insan da buna dahildir hiç kuşkusuz. 
Bütün varlıklar gibi insan da potansiyel olarak üretkenlik kapasitesine, değer üretme kabiliyetine sahiptir. Yine bütün varlıklarda olduğu gibi insanın bu potansiyelini kullanması uygun dış etkenle buluşması ile mümkündür. Toprağın bitki yeşertmesi için yağmura, suya muhtaç olması gibi. “Biz her şeyi çift yarattık” (Zariyat, 49) ayeti biraz da bu evrensel gerçeğe işaret etmektedir. Müşriklerin “düzmece ilahların Allah katında birileri için torpil yapmaları” şeklindeki bu ilkel algıyı ya da bazı Müslümanların, Resulullah ve diğer bazı din büyüklerinin Allah katında günahkarlar için şefaatte bulunmaları şeklindeki zahiri ve daraltılmış izahlarını bir yana bırakırsak bunun İslam düşünce sistemindeki adı “şefaat”tir. 
Şefaat, (ş.f.a) kökünden gelir ve çift demektir. Yani “wetr”(tek)in zıddı. Tek olanın yanına bir tek olan daha koyup çift olmasını ve dolayısıyla verimli, üretken olmasını sağlamak yani. Bütün varlıkları potansiyel kapasiteleri itibariyle tek sayarsak evrensel düzen gökten, gaipten yardımlarla bu potansiyel tekleri ikili hale getirmektedir ve bunun adı da şefaattir. 
Şu halde varlığın, varlığını verimli ve üretken bir şekilde devam ettirmesi şefaat ile mümkündür. Ya da bütün bir varlık yek diğerine şefaat etmektedir. Kadın-erkek, toprak-su, gece-gündüz, karanlık-aydınlık, sıcak-soğuk, yer-gök… Her şey kesintisiz bir şefaat halindedir ve varlığın üretken bir şekilde devam etmesi bu evrensel/ilahi şefaat sistemine bağlıdır.
Bu ilahi şefaat sistemi toplumsal gelişmelerde de geçerlidir kuşkusuz. Toplumlar da bireyler gibi potansiyel olarak bir takım kabiliyetlere sahiptirler ve zaman içinde bu kabiliyetlerine yeni özellikler katarlar ve bu haliyle verimliliğin, üretkenliğin tabanını, temelini, kısacası bir (wetr) yanını gerçekleştirirler. Buna yine İslam düşünce sisteminde “Şakile” (kabiliyet/karakter/kapasite) denir. Ve “Her şey şakilesine göre amel eder”. Bu noktada gaybın desteği devreye girer, tek (wetr) olan kabiliyetin yanına bir destek (şefaat) gönderilir. Verimlilik de ondan sonra başlar. İşte toplumların kültürel karakterleri, şakileleri ile dinin normlarının, kurallarının buluşması sözünü ettiğimiz bu evrensel şefaat sisteminin bir göstergesidir. Hiçbir davranışımız bu sistemin dışında değildir.
Aklımız, zekanın şefaatiyle çevresini algılar ve bedenin maddi ve manevi organlarına direktifler gönderir, şefaat eder. Akıl, beşeri bir özelliktir ve beşerin sınırlılık, yanılma, unutma gibi değişmez özelliklerini barındırır. Bu yüzden aklın içeriden (nefis) ve dışarıdan (şeytan) gibi yetkisiz şefaatçi konumundaki saptırıcıların etkisiyle varoluşsal verimlilik rotasından çıkma ihtimali son derece güçlüdür. Bu tür ihtimaller karşısında beşerin iç mekanizmasının şefaatçisi konumunda olan akla bir şefaatçi, yani peygamber devreye girer. Aklın yalnızlığını giderir ve bu misyonunu daha verimli bir şekilde kullanmasını sağlar. Peygamberlik, gaiplerden getirdiği mesaj ve sergilediği örneklik ile varlık bütününde yalnız (wetr) kalan akla yönelik bir şefaat misyonudur.
Yeryüzüne yönelik ilahi şefaatin sistemleşmiş hali olan Din (özellikle evrensel bir din olarak İslam), şefaat sisteminin bir gereği olarak misyonunu yerine getirirken şakile (karakter, kültürel kişilik) itibariyle çeşitlilik arz eden toplumlara sahip oldukları özellikleri de koruyabilecekleri belli bir rota çizer. Toplumlar da bu rota doğrultusunda özgün bir yaşam tarzı geliştirir, verimli hale gelirler.  
Bu noktada da toplulukların kendi özgünlüklerini koruyarak bütünün içinde varlık göstermelerine imkân sağlayan mezhep olgusu devreye girer. Kültürel kişilik ile uygun mezhep ilişkisi evrensel şefaat sisteminin sağladığı bir verimliliktir. Tabi bu verimlilik sadece bununla da sınırlı değildir. Bundan sonra kültürlerin, mezheplerin neden oldukları sonuçların farklı kültürel kişilik ve mezhepsel tercihlerle iletişime geçmesi ve yeni bir verimlilik sürecini tetiklemesi devreye girer.
Çünkü bütün varlıkları kapsayan evrensel şefaat sisteminin bir gereği olarak her davranışımız ya içimize ya da dışımıza yönelik bir verimli şefaat hareketidir. İçimize yönelik şefaat, somut organlarımız ile soyut özelliklerimiz arasındaki iletişim ile gerçekleşir. Gözün, kulağın, diğer duyu organlarının algıladıkları şeyler itibariyle beyne şefaat etmesi, bu iletişim doğrultusunda beynin bedenin ilgili organlarına uyarıda bulunması, beynin doğru organa doğru uyarıda bulunması için aklın beyne şefaat etmesi ve akla da zekanın şefaat etmesi ve bunun neticesinde maddi ve manevi davranışlar bütünü şeklinde bir bireysel kültürün doğması gibi. 
Birey olarak somut ve soyut organ ve duyularımızın birbirlerine şefaat etmesinden ibaret bir kültürel bütünüz ve bu halimizle diğer bireyler içinde bir tekiz (wetr), mesela erkek isek bir kadının ya da kadın isek bir erkeğin şefaati ile çocuklardan oluşan aile gibi bir verimlilik olgusunu üretiyoruz. Kadın ve erkeğin sahip oldukları maddi ve manevi özellikleri itibariyle iletişime geçmesinin adı olarak şefaat bir kültürel ortam olarak aile şeklinde ürün veriyor. Sahip olduğu maddi ve manevi özellikleriyle aile de bu haliyle bir wetr’dir. Başka ailelerinin şefaati ile komşuluk gibi hem maddi hem de kültürel bir olgu ortaya çıkıyor. 
Farklı özelliklerin bileşkesi olan komşuluktan bambaşka bir kültürel özelliğe sahip mahalle, yine farklı kültürel özellikleriyle köyden şehire kadar bambaşka özellikleriyle yerleşim birimleri belirginleşiyor. Maddi şefaatlerin tetikledikleri kültürel üretimler kavimden millete, oradan ümmete ve oradan bütün bir insanlığa doğru bir üretim silsilesi şeklinde devam ediyor. Tevhid bu silsilenin bu şekilde verimliliğini sürdürmesinin adıdır. Şirk ise bu silsileler arasındaki bağın koparılması ve üretkenliğin durdurulmasıdır. Modern batı medeniyetinin bu maddi ve kültürel olgular arasındaki bağı koparan bir yönelime sahip olmasının nedeni budur. Nitekim batı medeniyeti egemen olduğu sürecin önce ümmetin, ardından milletin, ondan sonra kavmin ve en son ailenin çözülmesi şeklinde gerçekleşmesi bu yüzdendir. Çünkü batı yetkisiz bir şefaat sistemidir ve farklılıkları üretkenlikten ziyade verimsizliğe, ifsada uğratır.
Batılılaşma yukarıda işaret ettiğim maddi ve manevi kültürel gözenekleriyle Kürtler ile Türkler arasındaki ilişkiyi tarihsel ve kültürel karakterlerine göre verimli kılmak yerine tekleştirme şeklinde bir yetkisiz şefaat örneğidir. Kürtler ile Türkler arasındaki bağı kesmenin, her birini ayrı bir tekliğe (wetr), diğer bir ifadeyle verimsizliğe mahkûm etmenin adıdır. Kur’an’da müşriklere yöneltilen suçlama “yetkisiz şefaatçiler edinmek suretiyle dinlerini parçalara bölmeleri” şeklindedir. 
Çoğu kere bu uyarının bir din içinde çeşitli ekollere, mezhep ve meşreplere bölünme anlamında olduğu düşünülür. Oysa uyarı böyle bir çeşitlenmenin olması ile ilgili değildir. Tam tersine varlığın ve dinin doğası gereği gerçekleşen farklılıklar arasındaki varoluşsal bağın kesilmesi ve mesela ekol, mezhep ve meşrepler arasındaki iletişimin kesilmesi ile ilgilidir. Dünyanın genelinde batı medeniyeti, Türkiye özelinde Kemalizm’in yaptığı budur.
Bu bakımdan kesintisiz bir şefaat halindedir bütün bir varlık. Ve bu sistemin aynı verimlilikte devam etmesinin garantisi tarihsel tecrübeden anlaşılacağı üzere dindir. Burada vurgulamak gerekir ki her din için bunu söyleyemeyiz. Katışıksız tevhidi esas alması itibariyle insanın, eşyanın ve hayatın akışına yön veren (tevhit inancıyla aynı kaynaktan doğan) evrensel tabiat kanunlarıyla uyumu sayesinde İslam dini bu bağlamda tek elverişli dindir. Tahrif edilmiş dinler veya dini taklit eden beşeri ideolojiler yağmur bekleyen çatlamış topraklara gökten ateş yağmış gibi ifsat edici bir etki gösterirler. Bugün yaşadıklarımız tam da budur.
Evrensel ilahi şefaat sistemi çerçevesinde hareket etmediğimiz sürece bu batıl batılı yetkisiz şefaat sistemi bizi lime lime çözerek sonu gelmez tekliklerini verimsizliğine mahkum edecektir.