Hamad Macid
TT

Müjdeleyin, nefret ettirmeyin

Sosyal medyanın kilitli olan her şeyi açtığı, bütün engelleri yıktığı ve sınırları kaldırıdığı bu dönemde olduğu kadar nefret ettiren değil müjdeleyen, caydırıcılık ve teşviğin dengeli bir şekilde bulunduğu bir söyleme ihtiyaç duyulduğu bir zaman olmamıştır. Bunu söylememizin nedeni, yakın bir zamanda bir din adamıın, sosyal medya hesabından “gizli günahlar”la ilgili onları münafıklığın işareti olarak tanımlayan bir paylaşımda bulunması.
Bu tür sert ve katı vaazlara takipçilerin verdiği doğal tepkiler, uğradıkları hayalkırıklığının boyutunu gösteren bir ölçüt gibiydi. Bunun gibi “umutsuzluğa sevkeden vaazlar” aslında insanların doğru yoldan sapmaları engellemek yerine onları daha çok buna  itiyor.
Nitekim din adamının bu paylaşımına yapılan yorumlar arasında bir gencin yaptığı yorum, bu hayalkırıklığını özetliyor: “Gizli yapılan günahlar nifak, açıktan yapılanlar ise günahı yaymak. Ne yapmalıyız?”
Yakın bir zamanda karşılaştığım bilge bir din adamı bana yeni kuşak ile iletişim deneyiminden, onların sorunlarını ve şikayetlerini nasıl dinleyip çözümler sunmaya çalıştığından bahsetti. Bazı davetçi ve vaizlerden aşırı bir biçimde mükemmel olmaları beklendiğinin dikkatini çektiğini belirtti. Bunun da dine yaklaşımlarının, insanlardan imkansızı ve günahlarından arınmış melekler gibi yaşamalarını isteyen manastır tarzına benzemesine yol açtığını ifade etti.
Buna göre insanlar ne açıktan ne de gizliden günah işleyemezler. Peki kaçış nerede?
İşte bu yaklaşım gençlerin daha çok yoldan sapmalarına neden oluyor. Nedeni de ruhlara nüfuz eden umutsuzluk ile duygulara egemen olan hayalkırıkılığı. Bu konu ile ilgili gençlerden biri şikayetini şöyle dile getiriyor: “Açıktan günah işlemek o günaha davet etmek gibi. Bu açıktan günah işleyenler dışında ümmetin bütünü ise sanki günahtan muaf. Gizliden günah işlemek, nifak ve ikiyüzlülük. Yasak olanı da olmayanı da açıkça yapalım da rahatlayalım gitsin”.
Bilge din adamı ise şunu söylüyor: “Dinin, insanın kusur işleyebileceğini göz önüne aldığı ve bunları yumuşaklıkla törpülemeye çalıştığı, gizliden işlenen günahların nifakın değil imanın bir işareti olarak gördüğü doğrudur. Ancak hata ve günahların da tövbe ile hemen silinmesini ister. Bu günahlar ardı ardına tekrarlansa da”.
Ne yazık ki bazı vaizler ve davetçiler, hata yapmanın ve günah işlemenin insanın doğasından olduğuna, insanları ümitsizliğe sevkederek değil tövbe etmeye teşvik ederek tedavi edilmesi gerektiğine değinen açık nasları unutuyorlar. Nitekim “Her insan hata yapabilir. Hata yapanların en hayırlısı tövbe edenlerdir.” ve “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı” hadisi şerifleri de bunun kanıtı değil mi?
Vaizlerin yaptıkları hatalardan biri de, bir günahı tekrar tekrar işlemenin çözümü olmayan bir felaket gibi tasvir etmeleridir. Bu da, ümit veren ve tövbe kapısını açık tutan birçok ayet ve hadise rağmen insanları umutsuz ve perişan bir psikolojiye sürüklüyor. Oysa Peygamberimiz (sav); "Hiçbir mümin kul yoktur ki, ara sıra işlemeyi adet haline getirdiği bir günahı olmasın veya dünyadan göçünceye kadar  işlemeye devam ettiği bir günahı bulunmasın. Şüphesiz mümin fitnelere maruz, tövbekar ve unutkan olarak yaratılmıştır. Hatırlatıldığı zaman hatırlar" diye buyurmuştur.