Avrupa, zamanın saçlarını beyazlatamadığı eski kıta. Orta Çağ’dan Rönesans’a ve Aydınlanma Çağı’na keşiflerin ve icatların kaynağı, değişimin yapımcısı. Kibirlilerin döktüğü kanlar ve sürdürdükleri savaşların akabinde, bugün Avrupa’yı yönetmek için başka bir güç kararlılıkla ilerliyor. O güçte kadın gücü.
İnatçı, sınır tanımaz savaşçı Führer Adolf Hitler, sert deriden çizmeleri ve göğüsleri nişanlar ve madalyalarla süslü generallerden sonra bugün Almanya’yı, sert ve sıkı bir kadın yönetiyor. Kendisi bazen Avrupa’yı önüne katarken bazen de arkasından felaketlere sürüklüyor. Almanya Şansölyesi Angela Merkel, ABD Başkanı’na karşı sesini yükseltiyor ve ona itiraz ediyor. Avrupa’nın ekonomik ve siyasi haritasını kontrol ediyor. NATO başlığı altında ortaya çıkan askeri ihtilaflarda Avrupa kıtasının gidişatını belirliyor. Avrupa, yeni bir çağda, iktidar koltuklarında oturan kadınların yeni ve yumuşak bir perspektifte sundukları yaratıcı güç ve söylemlerle siyasi yapısını yeniden kuruyor.
Kadınlar, merkezde ve çevrede karar alma mekanizmalarının başına geçiyorlar. Ursula von der Leyen, Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı seçildi. Yani Avrupa’nın en güçlü kadını oldu.
Hitler’in doğduğu yer ve aşırılığın merkezi olan Avusturya’da Başbakan Brigitte Bierlein, sakin ve kesin kararlara sahip, bilge anneyi temsil ediyor. Dünyanın her yerinde kadınlar ardı ardına iktadara ulaşıyorlar. Danimarka’da 40 yaşında Mette Frederiksen adlı bir güneş, demokratik yönetimin başına geçiyor. Danimarka’dan çok uzak olmayan Estonya’da Kersti Kaljulaid cumhurbaşkanlığı makamına yükseliyor. Zamanla kendini yeniden yaratan eski dünya, yeni zamanın yıldızlarıyla uzun ve tatlı bir yolculuğa çıkıyor. Hırvatistan, Slovakya, Sırbistan, İzlanda, Belçika ve Norveç’te kadınlar, kendilerini seçen halklarının iradesi ile yönetime geliyorlar.
Büyük soru ise şu;
Neden?
Bu ülkelerin çoğu, Hristiyanlığın protestan mezhebini benimsemiş ülkeler. Çok erken bir dönemde, kapsamlı düşünme özgürlüğü, yaratıcılık, bilimsel araştırmalardan yola çıkarak insana değer veren bir eksene dayanan yaratıcı eğitim modelini benimsemiş ülkelerdir. Katolik olmayan bu ülkelerde, aklı insanlığın ilerlediği yolda bulunan uyarıcı işaretlere dönüştüren hoşgörü ve insan her şeyin temelidir. Zıtlaşma ve çatışma değil akıl ve kas gücünün bütünleşmesi vardır.
Peki, neden bu ülkelerde kadınlar yönetime geliyorlar?
Çünkü, sanayi toplumlarında sosyal doku, halkların eğirmiş olduğu iplerle dokunmuştur. Akıl icat eder, kaslarda bu icatları, insanlara hizmet eden aletlere çevirirler. İnsanlar kendilerine yeni hayatlar üretmeleri için bu aletleri kas güçleriyle harekete geçirirler. Politikacı kadınlar, büyük evin yani anavatanın hanımıdırlar. Bütün halk, onların eğittiği, terbiye ettiği ve gözettiği çocuklarıdır. Bu ülkelerde şiddete, istismara, sömürüye, entrikalara ve kandırmacalara yer yoktur. Çünkü küçük çocukların yatakları, onları her zaman gözetleyen anne ve babalarının yatağının yanındadır.
Anavatanın tamamı, annenin her şeyini verdiği, karşılık olarak sadece sevgi ve muhabbet aldığı hoş bir yuva gibidir.
Yeni Avrupa dişil değil dişidir. Nasıl mı? Çünkü temeli budur. Bu temel, bir süreliğine kaybolmuş olsa da bugün geri dönmüştür. Rönesans, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi Avrupası, felsefe, icatlar ve düşüncede insanlığın ulaşmış olduğu olgunluğun yarattığı yaşam sürecinin merkezinde doğmuştur.
Avrupa, güç patlamalarına, savaşlara ve sömürgeciliğe sürüklense de o duru ve safi su, her zaman sürekli yenilenen insani varlığın rahimindeydi. Yaşam döngüsü, yaratıcı yaşam çağlarını doğururken, kadın zamanın temellerini doğuran büyülü rahmin efendisiydi. Kadınların yönetime gelmesi, geçici bir heves değil rasyonel insani bakıç açısının sütüdür. Aynı Rönesans, ardından Aydınlanma dönemlerinin, insanlık hayalinin ve beklentilerine karşılık olarak aklın ürettiği özel zamanın özünün sonucu olması gibi. İnsanlığın bu hayali, düşünce, yaratıcılık ve icatların gücüyle doğanın otoritesi ile mücadele ettiği, uzun bir süreçe uzanır.
Bu, Rönesans ve Aydınlanma’dan sonra üçüncü Avrupa dönemi olabilir mi? Şiddet, silah ve gücün kapılarını kilitleyen, anne şefkati ve yumuşak güç ile ilerlemeyi gerçekleştirerek, yeni ve ferah bir hayat götüren yolu açacak dönem midir? Geçmişte dünyayı dolaşan ve dolaşmaya devam eden, cehalet, ırkçılık, dünyanın birçok yerinde sosyal oluşumların bileşenlerini ayrıştıran toplumsal ayrımlarla toplumları vuran şiddetin kapısını kilitleyecek dönem olabilir mi?
Nasıl ki yeryüzündeki her şey öylesine yetişmiş bir ot değilse aklın ürettiği düşünceler de öylesine gelişmiş değildir. İnsan aklının ve çabasının renklendirdiği tarihi dönemlere uzanan yaşam süreçlerinin ortaya çıkardığı bir oluşumdur. Nitekim, Avrupa hatta Asya ve Latin Amerika’da bazı devletlerdeki siyasi sahne bize bunu söylüyor. Ama ses, görüntü ve renkleri ile asıl sahne, Avrupa kıtasındadır.
Birçok Avrupa ülkesinde iktidara ilerleyen bu dişil güç ve momentum, kelimenin tam anlamıyla yeni aşamanın parlak başlığı, kadınlara dair yüzyılların mirası tabuların duvarını yıkan yeni bir anlamdır. İktidar ve yönetime yeni tanımlar getiren, kendisini bir güç aracı değil, hoş ve güzel bir koku, esinti yapan anlamdır.
Mütenebbi şöyle der:
Ne güneşin adının dişil olması
Onun için bir kusur
Ne hilalin adının eril olması
Onun için bir onurdur
- Pakistanlılar, Benazir Butto’yu toprağa verdikleri gün neyi öldürdüklerini bilselerdi, daha ona ateş etmeden önce ağlarlardı.