Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

2019'da Yemen, kafası karışık siyasi sahnenin uzantısıydı

2019 yılı sona erdi. Bir yazar olarak, geçmiş yıl boyunca Yemen’in yaşadığı ana olayları gözden geçirmeye ve sunmaya çalışmalıyım. Bunu, sadece önemli ve büyük olayların oluş sırasını takip edip istatiksel bir biçimde ele alarak yapmayacağım. 2019 yılının kendinden önceki diğer yıllardan farklı olup olmadığını da görmeye çalışacağım.
Modern tarihi boyunca Yemen’deki sabit gösterge, durmadan üreyen darbeler, savaşlar ve çatışmalar gibi önemli ve büyük olaylar olmuştur. Yemen’de her zaman iç savaşlar, siyasi krizler, çatışmalar ya da halk hareketleri durulmasının üzerinden kısa ya da nispeten uzun bir barış ve huzur dönemi geçtikten hemen sonra yeniden alevlenmiştir.
Bu sözlerin abartılı ya da kötümser olduğunu düşünebilir. Eski Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in ifadesiyle “Olaylara kara bir gözlükten bakanlar” tarafından Yemen’de yaşananlara dair yapılmış kara bir okuma olarak görenler olabilir.
Bunun nedenlerinden biri de Yemenlilerin geniş bir kesiminin “Gat otu” çiğnemesi olabilir. Bu ot, şeytani etkisi olan bir ottur. Kendisini her gün kullananları, gerçek hayatlarından alıp hayallerinin ve umutlarının çoğunun gerçekleştiği hayali bir dünyaya götüren, kendilerini mutlu ve ferahlamış hissetmelerini sağlayan bir ottur. Ancak bu hayal dünyası, ertesi gün uykularından uyandıklarında yok olur ve insanlar kendlerini değişmeden ya da iyileşmeden olduğu gibi kalan hayatın gerçekleri ve zorlukları ile karşı karşıya bulurlardı. Ali Abdullah Salih’in 33 yıldır yönetimde olduğu gerçeği ile yüzleşirlerdi.  Yemen’in birleşmesi, çok partili bir sistemin tesis edilmesinden sonra anayasa ve siyasal sistem, iktidarın barışçıl bir şekilde devir teslimine ilişkin maddelerine rağmen hala iktidarda olduğunu görürlerdi.
Doğrusu, bu maddeler gereğince Yemen’de onlarca siyasi parti kuruldu. Ancak yurtdışındaki sözde İslamcı partilerin örgütsel uzantısı olanlar dışında bu partilerin hepsi kağıttan gibiydi. Çerçeve değişti ama görüntünün kendisi olduğu gibi kaldı. Silahsız siviller, ordu ile kabileler ittifakı görüntüsünün arkasında saklı kalmaya devam etti.
Daha da tehlikelisi, kabileler ve ordunun tek bir şahısta bir araya gelmesi, bu şahsın yönetime ulaşması ve Yemen’in birleşmesi ile rejimin kuşandığı yeni demokrasi örtüsüne rağmen 33 yıl boyunca iktidarda kalmasıydı.
Hem kabile hem de ordunun desteklediği böyle bir zihniyet ve kişilik, Ali Abdullah Salih’in 1994 yazında Güney Yemen’e saldırdıktan sonraki beş yıl içinde tereddüt etmeden ardı ardına altı savaşa girişmesini sağladı. İlki 2004’te başlayan bu savaşların sonuncusu 2009 yılında gerçekleşti.
Bu zihniyet, kendisi için tehlike oluşturduğunu düşündüğü, dış güçlerle ilişkilerde “Yemenlilerin bilgeliği” ile hareket eden herkese boyun eğdirmek için kolayca tetiğe basmaya hazırdı. Oysa Eritire 1995 yılının aralık ayında Büyük Haniş adasını işgal ettiğinde, halkın adanın kurtarılması için askeri operasyon düzenleme taleplerine rağmen Cumhurbaşkanı Salih, uluslararası tahkime başvurarak anlaşmazlığı barışçıl bir şekilde çözmeyi tercih etti.
Bu noktada okuyucuların aklına şu soru gelebilir: Eski cumhurbaşkanı neden 1994 yılında savaşın fitilini ateşleyip Yemenli olan Güney’e saldırırken neden yaklaşık bir yıl sonra 1995 yılında kendi toprağını işgal eden Eritire ile savaşmak yerine uluslararası tahkime başvurmayı seçti?
Kabile anlayışı ve örfleri, kabilenin kendi topraklarının savunulması önceliklidir. Vatanın bütün topraklarının egemenliği ve savunması onlar için ikinci sırada yer alır. Dolayısıyla 1994’teki savaş gerekliydi. Çünkü savaş olmasaydı Yemen’in birleşmesinden sonra genişleyen ordu-kabile ittifakı, Yemen’in toplam yüzölçümünün üçte biri üzerindeki kontrolünü kaybedecekti. Bunun dışında, Güney Yemen’in sahip olduğu ve Babül Mendep’ten Aden Körfezi ve Hint Okyanusu’na uzanan stratejik konumları, yer altındaki petrol ve doğalgaz kaynaklarını yitirecekti.
Husiler de eski devlet başkanını ile aynı mantıkla hareket etmişlerdir. Ancak buna bir de hareketin lideri Abdulmelik Husi’nin sahip olduğu sembolizm yoluyla İran’daki Velayet- Fakih düşüncesine yakın bir dini çizgi eklemişlerdir. Bu nedenle, Ali Abdullah Salih nasıl 1994’te Güney Yemen’e saldırmışsa 2015 yılında da Husiler saldırmıştır. Ancak Güney’deki direniş hareketi, Suudi Arabistan’ın liderliğini yaptığı Arap Koalisyonu’nun desteği sayesinde bu saldırılara direnmeyi ve topraklarını korumayı başardı.
Yeni yılın başından bu yana diğer çatışma bölgelerinde askeri operasyonlar durmuş ve bir dikkatli sessizlik hakim olsa da Güney şehirlerinden ed-Dali’de şu ana kadar askeri operasyonların devam etmesinin nedeninin bu zihniyet olduğunu söyleyebiliriz.
Yemen meselesinde şaşırtıcı sahnelerden biri de Husilerin, yönetimi tek başlarına ele geçirmek için müttefikleri eski devlet başkanını dahi öldürmeleridir. Böylece Kuzey Yemen’de tek fiili otorite ve esas güç oldular.
Bunun sonucunda, Yemen’de Sana’daki hükümet ile geçici başkent seçilen Aden’deki meclis ve meşru hükümet olmak üzere iki yürütme otoritesi ortaya çıktı. Bu iki otorite arasındaki anlaşmazılık, kontrolleri altındaki bölgelerde Ramazan ve Kurban bayramlarını farklı tarihlerde kutlamaya kadar uzandı. Yakın bir zamanda aralarındaki anlaşmazlığı daha da büyütecek yeni bir faktör daha ortaya çıktı. Bu faktör, yeni Yemen Riyali projesidir. Meşru hükümetin bu yılın başında uygulamaya karar verdiği bu projeye darbeciler karşı çıkıyor.
Asıl ironik olan, iki tarafın tek ortak noktasının “gat” olmasıdır. Her iki tarafta her gün öğleden sonra gat çiğnemekten vazgeçmeye hazır değiller.
Aralarındaki bir başka ortak unsur, “Güney Geçiş Konseyi”nin 2017 temmuzunda kuruluş bildirisini deklare etmesi ile Husilerin yanısıra fiili olarak Yemen topraklarında bir otoritenin daha doğmasıdır. Meşru hükümetin resmi medyası bunu anayasal ve meşru hükümete karşı ikinci bir darbe olarak tanımladı. Geçiş Konseyi’nin destekçileri ise kendisinin güney halkının geniş bir kesimini temsil ettiğini ve Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin meşruiyetini tanıdığını belirtti. Zira konseyin liderlerinin çoğunluğunu Cumhurbaşkanı Hadi tarafından Güney’e atanan valiler oluşturuyor. Ayrıca konsey, Güney Hareketi’nin meclis oluşumundan, Güney direnişinden, Arap Güney Birliği Partisi’nden unsurları da içeriyor.
Güvenlik Konseyi’nin 2014 yılının şubat ayında aldığı 2140 sayılı karar da Güney Hareketi ile Husileri tanıdı.
Husiler, Cumhurbaşkanı Hadi’nin meşru yönetimine karşı darbe yaptıktan sonra Yemen’de tek fiili otorite haline geldiler. Güney Geçiş Konseyi ise, 2019 yılının ağustos ayında Yemen’in geçici başkenti Aden’de yaşanan kanlı olaylardan sonra duruma el koyup özellikle başkentteki çoğu devlet kurumunu denetimi altına aldıktan sonra fiili bir otorite olabildi. Ancak bu adım, Güney Geçiş Konseyi ile meşru hükümet arasında açık bir çekişme ve anlaşmazlığa yol açtı.
Suudi Arabistan, anlaşmazlığın daha fazla büyümeden çözülmesi için tarafları Riyad’da görüşmeye davet etti. Bu görüşmelerden 5 Kasım 2019’da imzalanan Riyad anlaşması doğdu. Söz konusu anlaşma, iki taraf arasında uzlaşıyı, İran’ın bölgeye nüfuz etme tehlikesini sınırlamak için iki tarafın Suudi Arabistan ve BAE ile birlikte Husilere karşı mücadelede güçlerini birleştirmelerini amaçlıyordu.
Üzücü olan, yeni bir yıla girmiş olmamıza rağmen Riyad anlaşmasının maddelerinin özellikle de iki tarafın temsilcilerinden oluşan yeni bir hükümetin kurulmasına ilişkin maddesinin henüz hayata geçmemiş olmasıdır. Fakat, yeni yılın başında engellerin aşılması bekleniyor çünkü anlaşmanın sponsoru Suudi Arabistan’ın, BM ile Güvenlik Konseyi üyesi devletlerin temsil ettiği uluslararası toplumun arzusu ve talebi bu yöndedir.
Bir sonraki yazıda, 2020’de Yemen’in olduğu gibi mi kalacağını yoksa daha farklı mı olacağını ele alacağız.