Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Son kez Yüzyılın Anlaşması'na dair

Yüzyılın Anlaşması, ABD Başkan adayının öne sürdüğü sıradan bir kavram ya da Beyaz Saray’a göz dikmiş birinin mazur görülebilecek siyasi bir söylemi değildir. Yüzyılın Anlaşması, ABD devletinin ‘ABD’nin Ortadoğu Barış Planı’ adı altında resmi olarak benimsediği bir tekliftir. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise bu planı, ‘yüzyılın fırsatı’ olarak nitelendirmektedir.
ABD'nin eski Tel Aviv Büyükelçisi Martin Indyk, Foreign Policy (Dış Politika) dergisinde 15 Ekim’de ‘çölde felaket’ başlığını taşıyan bir makale yayınladı. Bu makaleden önce kimse Trump’ın planının içeriği hakkında ciddi bir bilgiye haiz değildi. Her ne kadar plan hakkında sızıntılar olmuş ve şuradan buradan bir şeylere kulak misafiri olanlar kum üzerinde binalar inşa etmişse de, bu makaleden önce kimse sağlıklı tahminler yürütememişti. 28 Ocak Salı günü İsrail Başbakanı Netanyahu’nun katılımıyla ilan edilen plana dair yazılıp çizilenlerin, acı gerçeklerin sadece küçük bir kısmını yansıttığı anlaşıldı.  Martin Indyk ise ‘projenin’ içeriğini en iyi yorumlayan kişiydi.
Yüzyılın Anlaşması açıklanırken, ortamda ne bir Arap ne de bir Filistinli vardı, Mısırlıların onlarca yıl önce dediği gibi: “İngiltere Kralı 5. George ile Kral George 5 müzakere ediyordu.’’ Aslında bu gibi durumlarda müzakere söz konusu değildir. Mesele hazır olmayan tarafın nasıl tepki göstereceğidir?
Bu hususa geçmeden önce okuyucunun izniyle önemine binaen Indyk’in makalesinden alıntı yapmak isterim:  
“Temmuz 2019'da,  ABD Başkanı Donald Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Jason Greenblatt, BMGK’nın İsrail-Filistin müzakereleriyle ilgili düzenlediği dönemsel toplantıya katıldı. Greenblat burada yaptığı konuşmada, Trump’ın meseleyle ilgili görüşleri hakkında bilgiler verdi. Greenblat tüm dinleyicileri şaşırtarak ABD yönetiminin Filistin-İsrail meselesindeki uluslararası ‘fantastik’ fikir birliğini önemsemediğini söyledi. Ayrıca Filistin-İsrail müzakerelerinin temelini oluşturan BMGK’nin 242 sayılı kararına saldırmayı da ihmal etmedi.
İsrail’in Filistin topraklarından çekilmemesinin gerekçesini oluşturan, Mısır ve Ürdün’le yapılan anlaşmaların da problemli olduğunu dile getirdi. Trump’ın temsilcisine göre geçmişteki kararlar, ‘belirsiz ifadeleriyle müzakerelerin ilerlemesini engelleyen sloganik yaklaşımlardan’ ibaretti. Üstü olan Trump’ın damadı Jared Kushner’in yönlendirmesiyle, artık eski şeylerden bahsetmenin anlamsız olduğunu ve konunun gerçekçi bir şekilde ele alınması gerektiğini savundu. BM, BMGK ve uluslararası kararların geçerliliğini yitirdiğini, Washington’un artık iki devletli çözümü desteklemediğini, zira biri İsrail diğeri Filistin olmak üzere iki devletin barış içinde yan yana yaşamasının mümkün olmadığını vurguladı. Greenblat’ın bu açıklamaları Trump’ın geniş kampanyasının sadece bir kısmını içeriyordu. Bilindiği üzere Trump karmaşık olmayan basit cevaplardan ve çözümlerden hoşlanır.”
Indyk özetle, Trump’ın temsilcisinin açıklamalarından şu çıkarımı yapmıştı: Arap-İsrail barış sürecinin dayandığı tüm temeller artık tarihte kalmıştır. BMGK’nin 242 sayılı kararı başta olmak üzere, 1978’deki Camp David kararları ve Madrid Barış Konferansındaki kararlar ile Filistinliler ve İsrailliler arasındaki doğrudan gerçekleştirilen Oslo Anlaşması’nın dahi iki devletli çözüm üzerinde durmasına rağmen Trump tüm bunlara aykırı davranmayı göze alıyordu.
Bugün ve gelecek yeni temeller üzerine bina edilecek gibi görünüyor. Geleneksel Arap-İsrail düşmanlığının yerini yeni düşmanlar almış durumda. İran bölgede kargaşaya neden olmakta, Filistin dahil hiçbir Arap ülkesi İslami radikalizmin etkilerinden ve çeşitli terörist biçimlerinden kendini koruyamadı. Ortadoğu’daki bu kaos ortamının sonucu olarak, iç savaşlardan kaçan göçmenler milyonları buldu. Trump yönetimi de Arap Baharı sürecinden daha da karmaşık olan bu kaotik ortamda, Yüzyılın Anlaşması adını verdiği ‘planı’ uygulama kararı alabildi. Filistin tepkisi beklendiği gibi oldu, bayraklar ve posterler yakıldı. Plana göre Filistinlilere 4 yıl süre tanınmaktaydı, daha sonra ise her koşul için yeni uygulamalar gündeme gelebilirdi.
Yüzyılın Anlaşması’na yönelik Arap öfkesi gayet anlaşılabilir, nitekim ABD ve İsrail’in içindeki bazı çevreler dahi bu planın barışı ertelemekten başka bir faydası olmayacağını düşünüyor. İnsani bir davanın alım-satım konumuna indirgenmesinin radikalizmin ve terörün yükselişine katkı sağlayacağı dile getiriliyor. ABD’li Yahudi aday Senatör Bernie Sanders bile, meselenin ‘işgal altındaki toprak ve halk’ meselesi olduğunu, dolayısıyla Trump’ın ‘planının’ başarılı olmasının mümkün olmadığını söylüyor. Diğer Demokrat aday Elizabeth Warren de, iki devletli çözüm ve ilgili uluslararası yasalara atıf yaparak Trum’pa karşı çıktı. ABD’deki Liberal çevreler ve Trump muhalifleri ile Avrupa Birliği de Trump’ın kararını desteklemekten imtina etti. Ancak hatırlatmakta fayda var ki tüm bu kişiler ABD başkanı değiller, ayrıca İsrail-Arap çatışması konusunda bir etkilerinin olmadığı biliniyor. Maalesef İsrail gelişmiş teknolojiye sahip bir devlet ve toplum yaratmayı başardı. Bunlara ek olarak son dönemlerde İsrail petrol sahibi bir devlet haline geldi. Zaten hali hazırda oldukça zengin doğalgaz yataklarına sahip. Arap tarafındaki tek gerçeklik ise Filistinlilerin hala var olmayı sürdürmesidir. Filistinlilerin nüfusu yaklaşık 6 milyondur, bunların 1.7’si eskiden Yeşil Hat olarak bilinen bölgenin içinde yaşamaktadır.
Soru şudur:
Tarafların onlarca yıldır üzerinde müzakere ettiği konuları çarpıtan Trump yönetiminin anlaşması nasıl ele alınmalıdır?
Eskiden olduğu gibi: reddeder, yeni bir intifada başlatır, hatta ‘devrimci şiddete’ bile başvurabiliriz. Ancak bunu yaparken birçok şeyi hesaba katmalıyız. Sonuçta İsrailliler ve uluslararası toplumun Filistinlilerden beklediği böylesi bir tepkidir. Ya da gerçekçi davranarak söz konusu anlaşmanın karşısında başka bir ‘anlaşma’ önerisi sunar ve müzakere masasında kalmaya devam ederiz. İsrail ve ABD sağının beklediği gibi öfkeyle hareket etmememiz gerekir. ABD’nin ‘planını’ ya dünyanın sonu olarak, ya da Filistinlilerin haklarını savunan yeni bir mücadelenin başlangıcı olarak değerlendiririz.  Özetle: Bu anlaşma sonuç itibariyle, üzerinde müzakere edilebilecek bentler içermektedir. Araplar ve İsrailliler gerçek barış için çaba sarf etmelidir.