Abdulaziz Tantik
TT

Modern bağlamda eşitlik kavramının serencamı…

Eşitlik kavramının tanımı öyle sanıldığı kadar kolay değildir. Hayatın fark üzerine var olduğu bir zeminde eşitlik üzerine konuşmak ve onu tanımlamaya çalışmak gerçekten zordur. Eşitlik ancak soyut zeminde ve genelleştirilerek ortaya konulabilir. Hukuk karşısında eşitlik, eğitimde fırsat eşitliği gibi genel ve soyut zeminlerde eşitlikten bahsedilebilir. Ancak bu eşitliğin tarihin hiçbir döneminde de tam olarak sağlanamadığını söylemek bir vicdan borcudur.
Eşitlik, modernlik bağlamında bir metafizik işleve sahip olmuştur. Öncelikle, bilgi ve bilmenin imkânı bağlamında bir eşitlik algısı üretilmiştir. Sonra bu bilginin mahiyeti konusunda ileri bir adım atılarak, eşitliği salt anlaşılabilir bir biçim olarak tasarımlanmıştır. Böylece insanın anladığı ve anlamanın şartlarına haiz olan bilginin varlığı ve kesinliği dikkate alınarak aklın bilme yetisini eşitleyerek düşüncenin göreli özelliğini ortaya çıkartmıştır. Ancak bu görelilik, sadece akli bilginin kendisini bağladığını, ama kendi dışında kalan bilgiye göre ise kesinlik arz ettiği öne çıkartılmıştır. Bunun temel nedenini ise düşüncenin işleyişini sağlayacak mantık ve matematiğin nicel kesinliğini bilgiye yüklemesiyle oluşmuştur. Süreç düşünceyi akla ve deneye indirgemiş, tecrübeyi de aklın sınırlarına tevdi ederek sezgiyi kabule açık bir kapı aralanmıştır. Metafizik dahi aklın sınırları içinde kabule mazhar olmuştur.
 Bu bakışın ideolojik bir boyutu olduğunu unutmadan meseleye biraz derinlik katalım: Tanrı, muktedir bir güç olarak insandan üstün bir varlıktır, insan ise Tanrıya mahkûm bir varlık idi… Modern dönem, aydınlanma; önceliği, Tanrı’yı sınırlamaya vermiştir. Tanrı, melek, ahiret gibi dini kavramların insan aklı tarafından anlaşılamayacağı, dolayısıyla bu konuda söylenen sözün bir diğer sözden değer olarak bir farklılığının olmadığını hüküm olarak beyan ederek, eşitliği aklın eşitliğinden bilinmeyen bilgiden aklın üstünlüğüne yönelik bir hamleye dönüştürmüştür. Tanrı, yaratmış ve kendi alanına geri çekilmiştir. Artık insan, kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli, aklı, deney ve gözlemi ile yaşamı belirlemeye başlamalıdır. İnsan çocukluk evresinden ergenlik evresine geçişi sağlamalıdır. (Kulağa hoş geliyor.)
Eşitliğin öne çıkartıldığı zemin, Tanrı’yı temsil ettiğini söyleyen Kilise ve kilisenin temsilcisi konumunda olan Papa ve Papazlara yöneliktir. Böylece, bilgi sadece kilisenin denetiminde olmayacak, kilise dışında kalan kişilerin de bilgiyi öne sürme ve değerlendirme yapma imkânını kazanması esasa bağlanmıştır. Bu eşitlik daha sonra anlaşılamayacak olan bilgi karşısında bir üstünlüğe kapı aralayacaktır. Pozitivizm ile birlikte artık Tanrı ve Tanrı’ya dair her şey bilinemez olarak kabul edildiği için yok saymaya varacaktır. Rasyonellik ise yok saymamakla birlikte işlevsiz kılmıştır Tanrı ve Tanrı’ya dair olan şeyleri…
Eşitlik siyasal zeminde ise Kral ve Derebeylerin iktidarına ortak olmayı öne çıkartan ideolojik bir kavramsallaştırma iken, kültürel anlamda Aristokrat ile burjuvanın eş değerliliğine yönelik bir vurguya dönüşmüştür. Ama süreç içinde bu eşitlik muhataplarının yok edilmesi ile sonuçlandığında herhangi bir tepkisellik üretilememiştir. Onlar tarihten silinirken, eşitlik yeni mecralara bir fark olarak yönelmiştir. Batı kendi içinde eşit iken batı dışı toplumların aydınlanmayı yaşayamadığı için eşitliğin alanı daraltılmaya başlanmıştır. Batı dışı toplumların insanlarının insan olup olmadığı tartışmalarının bel kemiğini bu bakış oluşturmuştur. Olayın siyasi boyutu ile epistemik boyutu iç içe geçmiş bir durumu ihtiva ediyor. İdeoloji ile episteme kol kola yeni bir dünyanın kuruluşunun temelini atmaya başlamaktadır.
Bilgi ve siyasi iktidarı sağlayan eşitlik, iktisadi alana dair eşitliği savunarak mülkiyeti kapitale devrederek gücün kimin elinde olması gerektiği konusunu açıklığa kavuşturmuştur. Özgürlük, insan hakları ve demokrasi kavramları önce modernliğin oluşum sürecinde içinde bulunulan ontolojik, epistemik ve siyasi sistem ile birlikte bütünüyle bir kültürel yapıyı yapı sökümüne uğratmıştır. Sonra da batı dışında kalan toplumların, kültürlerini yapı bozumuna uğratmanın eksenini oluşturmuşlardır. Hala Ortadoğu üzerine bu kavramlardan hareketle yeni düzenleme çalışmaları yürütülmektedir. Geleneksel yapıyı yapı bozumuna uğratma adına, kadın hakları, çocuk hakları gibi kavramlar üzerinden hayvan hakları ve ekolojik haklar gibi flu kavramlar devreye girmiştir.
Yeni tartışma zeminlerinden olan post hümanist çağın gerçekleştirilmesi adına da bu sefer, cinselliğin eşitliğine yapılan vurgu öne çıkarılmakta ve varlığın eşitliğine vurgu yapılarak modernliğin ürettiği merkezde insanın yer aldığı sistemin yapı sökümüne uğratılmasına matuf çalışmalar öne çıkarılmaktadır. Yapay zekâ gibi temel bir teknolojik çalışmaya gereken ağırlığının verildiği bir zeminde bu çalışmaların geleceği nasıl belirleyeceği üzerine düşünceler üretmek yerine onun sağladığı kolaylığa ve konfora dikkat çekilmesi üzerine dikkat çekmek önemini ihsas ettirmelidir. Çünkü farkına varmadan varlığın eşitliği meselesi ile birlikte bir eşitsizliğin tekrar gündeme taşınacağını belirgin kılmak esasa taalluk eder.
Tanrı’nın merkezde olduğu bir dünya görüşü yerine eşitlik üzerinden insan merkezli bir dünyaya geçiş yapıldı. İnsan merkezli bir dünyadan varlık/yaşam merkezli bir dünyaya geçişte de eşitlik kavramı devrededir. Bu temel kavramın soy kütüğünü çıkarmadan düşünce üzerine bir tartışma zemini oluşturmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Eşitlik kavramının öne çıkartıldığı her zeminde daha sonra eşitliği istenen diğer muhatabın kendisinin yokluğa tevdi edildiği bilinmelidir. Modernlik öncesi Tanrı insan kavramı, modernlikle birlikte insan tanrıya dönüşmüştür. Şimdi se tarihsel kökeninde var olan Zeus ve yunan panteonunda var olan tanrılar savaşının başlangıç adımlarını izliyoruz. Yeni bir dünya sisteminin yokluğu ve arayışlarının nasıl neticeleneceği belli değil iken, eşitlik yine devrede ve kendi amacını ilk seferde olduğu gibi yine gizleyerek yeni bir hegemonyanın başlangıcını kurma girişiminde birinci derecede önemli bir rol kaptığı söylenebilir.
Eşitliğin aslında fark yarattığını söylemek bir hakkı teslim etmek anlamına gelmelidir. Çünkü yaşam fark üzerine kuruludur. Her eşitlik arayışı farkı birilerinin lehine değiştirme girişimi olarak öne çıkmaktadır. Hakikat eşitlik üzerinden indirgenerek yapı bozumuna uğratıldığı gibi bir çatışma zeminine yönlendirilmektedir. Çünkü kaos eşitlik üzerinden çözüme kavuşturulmaya çalışılıyor. Ancak her eşitlik isteği yeni bir kaosu beraberinde taşıyor. Bu temel gerçeği dikkate alarak eşitliğin metafizik boyutunu yeniden düşünmeliyiz. Eşitlik üzerinden oluşturulmuş bu yeni metafizikte kimlerin eşit olacağının ilkelerini buluyoruz. Bu ilkelere sahip olmayan kahır ekseriyet ise eşitsizliğe mahkûm edilmektedir. Yani eğer eşit olmak istiyorsanız, sahip olduğunuz her ne var ise önce onu terk edin, sonra eşitliği savunanlara benzeyin ve onların direktiflerinden dışarı çıkmayın ki eşit olmaya aday olasınız.
Eşitlik bu çerçevede tam bir yapı söküm özelliği taşımaktadır. Bu çerçevede iş görmüştür. Ve hala bu çerçeveyi muhafaza ederek iş görmeye devam etmektedir. Bu temel gerçeği ıskalayan her insan, eşitliğin büyüsü altında kendisine yabancılaşmaya devam edecektir.
Siyasi eşitliği, eğitim eşitliğini, ekonomik eşitliği ve yaşam şartlarının sağlanması eşitliği bir büyü olarak sadece insanları o sisteme angaje etmekte kullanılmaktadır. Bunun istisnai örneklerini de propaganda ve reklam aracılığı ile insanlara sunarak onlarda hep bir beklenti oluşturuluyor. Böylece o insanları kendi etki alanlarında tutmayı başarıyorlar.
Bilim ve felsefe üzerinden modernlik bize ideolojik davranmayın der. Ancak kendileri ideolojiyi öyle bir şekilde kullanır ki akıllar şaşar. Kendisinde olan her olumsuz özelliği başkalarına tevdi ederek kendini temize çıkarmak modernliğin tipik özelliğidir. Bilim dışında kalan her bilme türünü sihir olarak tanımlarken kendileri eşitlik ve benzeri üreten akıl, bilim vs. üzerinden en etkin sihirleri uygulamaktan kaçınmamaktadırlar. Bir gösteri kültürü üzerinden insanların ayıkmasını engelleyecek her türlü olgu ve deneyi yapmaktan uzak durmamaktadırlar. Eşitlik bütün bu sihirli ortamı koruyan ve kollayan bir boyutu içermektedir. O yüzden eşitliği yeniden tartışmalıyız. Eğer söylendiği gibi eşitlik gerçek ise; o zaman siyasi, kültürel ve iktisadi alanda tam bir eşitliği sağlamaya bugüne kadar neden yeltenmediklerinin sahici bir izahını yapmaya bir an önce başlamalıdırlar. İkna edici ve delilleri ortaya koyarak tabi…
Ama eşitlik, hem içinde oluştuğu toplumsal yapının bütün özelliklerini çökertirken, hem kendi dışında olan toplumların bütün yapılarını çöküşe zorlarken ve hala mevcut yapının çöküşünü hızlandırırken aynı işleve sahip olmaya devam ediyor. Büyünün bozulması şarttır. Başka türlü bu büyüden kurtulmanın imkânı yoktur. Bu büyüden kurtulmadan bize yutturulan kavramların etkisinden çıkmanın başka yolu da kalmamıştır. O yüzden sahiciliği ilke olarak öne çıkartan yeni bir bakışla yola çıkmak ve her olayda sahiciliğin neye tekabül ettiğini büyünün dışında kalarak öğrenmeye çalışarak var olmaya başladığımızda yolumuz aydınlanır…
Eşitlik kavramının farkı ortadan kaldırmadığı gibi yeni farklara; yapay farklara kapı araladığını gözlemlemek ve bu yapay farklardan ve dünyadan kurtulmanın yolu; eşitliğin asli özelliğine geri döndürülmesi şarttır. Eşitlik, soyut bir zeminde var olabilir. Her insan, potansiyel olarak eşittir, ama o eşitliği sağlayacak olan şey insanın kendi potansiyelini harekete geçirmesi ve ona uygun davranmayı sürdürebilmesiyle ilişkilidir. Bir noktada eşitlik kesinlik ifade eder: yaratılmışlık bağlamında her varlık eşittir. Ama yaşamın kendisi farklılıklar üzerine kuruludur. Her insan iyilik yapabilir. Kimin yaptığı ile ilgili olarak iyilik tanımı yapılmaz. İyilik önceliklidir. Kötülük de öyle…
O yüzden fark bizi değere ve hakikate taşırken, eşitlik kendi sorumluluk alanımızı işaret eder. Bu temel çerçeve içinde yeniden kavramlarımızı kurmalıyız. Bunun ilk adımı, batılı kavramların oluşturduğu büyüden kurtulmayı gerçekleştirmektir…