Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

Haksız sloganlarla adil bir dava

Kimi Filistinli politikacıların toplumlarının neye ihtiyacı olduğunu anlamaları için gerekli gerçekçilikleri neredeyse ya da tamamen yok olmuş gibi görünüyor. Çünkü uzun konuşmalarında kullandıkları sözcüklerin gerçekle hiçbir ilgisi yok.
Filistinlilere devlet sağlayacak bir formülün mutlak reddinin bilgelikle bir ilgisi olmadığını, şimdi ve geleceğe dönük inceleyici bir perspektif ifade etmediğini düşünüyorum. Filistin sorunu yıllar içinde büyüdü ve maliyeti arttı. 70 yıl önce bugünkü kadar şiddetli değildi. Bugün Araplar ve Müslümanlar arasında dallanıp budaklandı. Bazılarının çatışmaları, çekişmeleri, katliamları ve iç savaşları beslemek için kullandıkları ideolojik bir temaya dönüştü. Filistin davasının sloganları ile Lübnan alev aldı. İç savaşı ondan beslendi. Saddam Hüseyin, Kuveyt’i işgal ettiğinde Filistin davası ile Arapların sempatisini kazanmaya çalıştı. Hizbullah, bölgeye kendini onunla tanıttı. Usame bin Ladin, 11 Eylül sonrasında Afganistan’dan yaptığı konuşmada ondan bahsetti. İntihar saldırganları, ibadet yerlerine, pazarlara ve binalara düzenledikleri saldırılardan önce çektikleri vasiyet videolarında izleyicilerini Filistin davası ile selamladı.
Bu sayfa kapanmadan, hakların müzakare ve görüş alış verişi ile elde edilebileceğine inanmadan, müzakere masasına oturmadan, karşı taraf ile uzlaşmadan bölgede istikrar ve kalkınmadan bahsedilemez. Dolayısıyla Yüzyılın Anlaşması, insanların ne istediklerini tartışmak için bir başlangıç olabilir.
Mevcut savaşsızlık ve barışsızlık durumu, bölgenin güvenliği için en büyük tehdittir. Filistin davasının sloganları isyancı, ayrılıkçı ve terörist kitlelere bunu sağlıyor. Sloganlar, teröre coğrafi olarak genişlemesi için uygun bir fırsat veriyor. Onlar aracılığıyla teröristler, Riyad, Londra, Kasablanka, Kahire, Manhattan ve Bağdat’ta bombalı saldırılar düzenlediler. İdeolojik, siyasi ve askeri kazanımlar elde etmek için gerekli enerjiyi bu sloganlarda buluyorlar. Alternatif hiçbir proje sunmadan ya da önerilen planı tartışmadan barışa, olanaklarına ve fırsatlarına muhalefet eden eski katı konuşmalara kulak vermek Arap ve Müslümanların çıkarına değildir. Onlara zarar vermektedir.
Kimi politikacılar için Filistin davasının sloganlarının sağladığı kazanımlardan vazgeçmek kolay değildir. Filistin davasının büyük bir kısmı bu tür politikacılara seçim kampanyalarında fayda sağlayan edebiyat, hikayeler ve şiirlerden yahut toplu katliamlarını meşrulaştırmak için kullandıkları gerekçelerden ibarettir. Tıpkı Beşşar Esed’e milyonlarca Suriyeliyi tehcir etme ve yok etme fırsatı veren “Kudüs’e giden yol Zabadani ve Kalamun’dan geçer” sloganı gibi... Bu slogan Hizbullah’a da Beyrut’u istila etmesi, ekonomisine suikast düzenlemesi, politikasını felç etmesi, Beyrut’un yönelimini değiştirmesi, Lübnan’ı örtülü bir ülkeye dönüştürmesi ve İran’ın felaket modeline bağlı hale getirmesi için gerekli kalkanı verdi. Bütün bunları Filistin davasına ait sloganların dilsel imkanları sağladı.
Filistin davasının sloganlarının tehlikesi, değerleri dönüştürmesi ve ahlakı sarsmasıdır. Zira siyasi olarak davaya karışmış oluşumların toplamı, Hamas hareketi gibi yasa dışı silaha sahip gruplar yahut silahlı olmayan ama Filistin davasının kendisi, uluslararası toplum, Arap ve İslam ülkelerinden gelen bağışlar aracılığıyla kazandırdıklarıyla zenginleşen gruplardır. Bir Filistin devletinin kuruluşu bu gruplardan ne silahlı olanların ne de profesyonel yolsuzlara dönüşenlerin çıkarına değildir. Çünkü kurulduğu zaman devlet kavramı, bu grupların tüm faaliyetlerinin ve radikal eylemlerinin karşıtı bir anlam taşıyacaktır. Devlet kavramı konuşmaktan çok eylemde bulunmak, sloganları rakamlarla değiştirmek, canlı bir ekonomi inşa etmek, diğer ülkelerle ilişkilerin yardıma değil yatırım ve ortaklığa dayanması anlamına gelecektir. Devlet kavramı, herhangi bir milis eylemini yasa dışı gördüğü için otomatik olarak yok sayacaktır. Devlette siyaset dili, savaş, milis ve terör dilinden önce gelecektir.
Filistin devletinin kuruluşu, davanın içinde ve dışında ondan yararlanan bütün politikacıların çıkarlarına aykırıdır.
Uzun zaman önce Georges Tarabichi’nin Avrupa’nın Filistin ile İlişkisi adlı tarihi çalışması dikkatimi çekmişti. Bu çalışmada Tarabichi,  Belçika’daki Leuven Katolik Üniversitesi’nden Profesör Bişara Hudr’un Haçlı Seferleri’nden günümüze Avrupa ve Filistin ilişkilerinin tarihi hakkında hazırlamış olduğu ve 2000 yılında basılan ansiklopedik çalışmaya değiniyor. Söz konusu çalışmasında Georges, Napolyon’un “Siyonizmin öncülerinden biri” olarak tanımlanmasına karşı çıkıyor ama “Diaspora Yahudilerine yatırım yapma düşüncesinin 18’inci yüzyıldan itibaren doğmaya başladığını” belirtiyor. Bunun yanı sıra çalışma, Avrupa’nın pişmanlığını Filistin davasının televizyonlarda görülmeye başlaması ile kendisine yönelik artan ilgisini de inceliyor. Tarabichi bu incelemesini şu sözlerle bitiriyor:
“ABD, Avrupa’nın koşulsuz sempati pozisyonundan eleştirel sorgulama pozisyona geçişte aldığı mesafeyi henüz kat edemedi. ABD’lilerin gözünde İsrail halen neredeyse tam bir kutsal hale ile çevrili. Dolayısıyla Filistinlilerin acılarının İsrail devletini çevreleyen bu kutsallığı ortadan kaldırma süreci tamamlanana ve kendisi ABD’lilerin gözünde Avrupalılar gibi normal bir devlete dönüşene kadar daha uzun sürmesi muhtemeldir. Bunun tek istisnası var o da Filistinlilerin gerçekçilik dersine bağlı kalmaları. Bu ders ise onlara ABD’nin arabuluculuğu ve Avrupa’nın baskısı ile İsrail ile doğrudan müzakere dışında bir seçenek bırakmıyor. Avrupa’nın Filistinlilere yönelik pozisyonunda olumlu bir gelişimden bahsetmek mümkün olsa da aynı gerçekçilik dersi onlara Avrupa’dan verebileceğinden daha fazlasını alabilecekleri yanılgısına kapılmamalarını da dikte ediyor.”
Fırsatları sloganlardan daha fazla yıkan bir şey yoktur. Tarih yalnızca halkları için bir fark yaratan büyük liderleri hatırlar. Konuşma bağımlılığı, kişisel çıkarlar için endişelenmek, gerçekçi fırsatlar karşısında ne yapacağını bilememek, tüm bunlar bazı yetkililerin ulaştıkları kırılganlık düzeyini göstermektedir. Usta politikacı, haksızlığa uğrayan halkını kurtaran, siyasi bir gerçeklik içinde (özellikle hem müzakerecilerin hem de direnişçilerin başarısız olmasından sonra) devletine ve ekonomisine götürendir.
“Eğer barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven.” (Enfal-61).