Amr Musa
Eski Mısır Dışişleri Bakanı ve eski Arap Birliği Genel Sekreteri
TT

Yüzyılın Anlaşması'nı tartışmak

Hoş ve eğlenceli yazar Semir Ataullah’ın 13 Şubat Perşembe günü Şarkul Avsat gazetesindeki zarif ve derin köşesinde ‘Zayıflığın hakları ve gücün zayıflığı’ başlığı altında yazdıklarını büyük bir dikkat ve ilgiyle okudum. Semir Ataullah bu yazısında benim 31 Ocak’ta Yüzyılın Anlaşması adı verilen plan hakkında el-Mısri el-Yevm gazetesine verdiğim demece değinmiş. Bu demeçte, saydığım şartlar ve referanslara uygun olarak Filistin’in geleceği hakkında derhal müzakare çağrısında bulunmuştum.
Yazar, basitçe ne demek istediğimi ya da ne dediğimi anlamadığını yazmış. Arap ve Filistinlilere sunulan şeyin müzakerelere bir giriş noktası değil daha çok bir engel oluşturduğunu düşündüğünü ifade etmiş. Bu konuda nesnel bir tartışma yapabileceğimizi belirtmiş.
Bu yüzden, sayın Semir Ataullah ve onunla aynı fikirde olan, aynı şekilde hissedenlere bu konuya daha fazla açıklamayı ve üzerinde durmayı borçlu olduğumu düşünüyorum.
Söylemek istediklerimi şu şekilde özetleyebilirim:
-
Başkan Trump’ın anlaşma ya da plan etiketi altında sunduğu şeyin, bizden kabul, ret ya da düzeltme bekleyen ortak bir ABD-İsrail teklifinden başka bir şey olmadığını düşünmeliyiz.
- Anlaşmayı sunulduğu gibi kabul etmenin imkansız olduğu konusunda Filistinliler, Arap ve Müslüman kamuoyu, Avrupa Birliği ülkeleri dahil birçok ülke hemfikirdir.
- Teklif edilen anlaşmanın unsurları uluslararası meşruiyet kararları ile örtüşmemektedir. Bu basit bir mesele değil ve öylece bir kenara itilemez. Meşruiyet kararları; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları, Uluslararası Adalet Divanı tarafından kabul edilen görüşler ve hükümler, üyelerinin ezici çoğunluğunun kabul ettiği Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararları, uluslararası uzman kurumların kurulları ile ilgili uluslararası konseylerin kararlarıdır. Bunun yanında, Avrupa Birliği ile uluslararası ekonomik ve siyasi oluşumların verileridir.
Bütün bunlar göz ardı edilemez, iptal edilemez ya da aşıp geçilemez. Bu anlaşmazlığın dosyasının bir parçası olarak kalacaktır. Diğer bir deyişle, işgal altındaki topraklarda yerleşim yerleri inşa etmeyi, köyleri kısmen ya da tamamen bu topraklara katmayı meşrulaştırmak mümkün değildir. Dayatma ve baskı ne kadar güçlü olursa olsun bu gayrı meşruluk boyunlarına dayanmış bir kılıç gibi olmaya devam edecektir. Bu değerlendirilmesi gereken önemli bir argümandır. Peki ama nerede? Bu argüman, BM Genel Kurulu’nda düzenlenecek bir başka oturumda (ki buna bir itirazımız yok) değil uzlaşma belgelerinin üretileceği müzakare masalarında tartışılmalıdır.
Aynı zamanda, ortak ABD-İsrail teklifini reddetmek veya görmezden gelmek, şeklen kabul edilemez saymak işlerin yönetimi açısından iyi olmayabilir. Bunun yerine, hepsini birlikte müzakare etmek için başta Arap Barış Girişimi (Beyrut 2002) ve yukarıda zikredilen diğer meşruiyet belgeleri olmak üzere diğer kartlar arasına bu teklif de eklenmelidir.
Önerilen müzakarelerin gözetimiyle ilgili önemli bir nokta daha var. O da söz konusu müzakarelerin, BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ve ABD’nin yanısıra Almanya’ya, Güvenlik Konseyi’ne ilaveten BM, AB ve Arap ülkelerini içeren uluslararası bir dörtlü mekanizmaya dayanması gerektiğidir. Diğer bir deyişle, bu meseledeki uluslararası referansı tek bir devletin gözetiminden kolektif gözetime (ABD tek başına buna egemen olmasın diye) dönüştürme çağrısında bulunuyorum.
İsrail ve Filistin arasında önerilen bu müzakerelere mutlaka Araplar da katılmalıdır. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere itibarlı bir desteğe sahip İsrail gibi Filistinlilerin de aynı desteğe sahip olmaları için özellikle Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın bu müzakerelere katılmalarının zorunluluk olduğunu düşünüyorum.
Tecrübeli politikacıların -bilhassa yönetim veya sorumluluk yükleri hafif ise- tutumlarını ve vizyonlarını zihinsel imajlarına hizmet edecek şekilde şekillendirmeleri çok kolaydır. Bununla birlikte gerçekten zor olan; kısıtlamalarla dolu elverişli olmayan bir ortamda gerçekçi, mantıklı ve ululsal hedefleri gerçekleştirmeye uygun politikalar önererek ulusal ve ahlaki bağlılığı sürdürmek, ender fırsatları değerlendirmeye çalışmaktır.
Özetle, Arap politikasını cesurca münakaşa eden (engagament) bir tutum benimsemeye, belge ve gözetmenlerin çeşitlenmesini talep etmeye, müzakereleri bu temele göre yürütmeye çağırıyorum. Elbette müzakareler devam ettiği müddetçe İsrail, hiçbir toprağı ilhak etmemeli ya da yerleşim yerleri inşa etmemelidir.
Buna ilaveten, düşüncelerimin ve tutumlarımın dayandığı temellerin hiçbir değişikliğe uğramadığının ancak koşulların tümünün değiştiği, tehlikelerin katlandığı ve reddetmenin artık yeterli olmadığının altını çizmek benim için önemlidir. El-Mısri el-Yevm gazetesine verdiğim demeçte açıkladığım ve bugün daha fazla açıklığa kavuşturmaya çalıştığım önerim budur. Araplara siyasi hareketliliği, Filistinlililere ise buna ek olarak bölünmeye son verip ulusal birliği sağlamak için harekete geçmeyi öneriyorum. Sayın Semir Ataullah’a teşekkür ediyorum.
Arap Birliği toplantısından çıkan Yüzyılın Anlaşması’nı reddeden tutumun (kendisi teşekkürü hak eden ama etkili olmayan bir tutumdur) dost ve düşman olsun diğerleri tarafından sadece bir dudak ısırma ve “evet, anlıyoruz” (we understand) sözü ile karşılandığını gördük. Bu tutum, büyük bir şefkat ve açık bir üzüntüyü ifade ediyor ama hiçbir faydası yok.
Bütün bunları acı çeken Filistin halkı için duyduğum endişe, meşru haklarına yönelik inancımdan yola çıkarak söylüyorum. Anlaşmanın sıcak atmosferi ile ısınan demiri tavında dövmemiz gerektiğini düşünüyorum. Anlaşmalara ve tekliflere sırt dönmenin ve reddetmenin ille de üretken bir politika olması gerekmiyor. Bu, elbette tek taraflı tavizler, karşılıksız olarak ilişkileri normalleştirme, teklifleri düşünmeden hemen kabul etmek anlamına gelmiyor. Aksine ciddiyet, işe yarar hareketler ve adımlar anlamına geliyor.