Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Mübarek ve Sedat’ı birleştiren sonuç

Eski Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat bir keresinde konuşma yaparken önünde bulunan kağıttan okumayı bırakıp yardımcısı Hüsnü Mübarek’in bulunduğu tarafa bakmış ve şöyle demişti: “İsrail’de Hüsnü’yü iyi bilirler. Onu bilir ve ondan korkarlar.” Daha sonra da önündeki kağıda dönüp konuşmasına devam etmişti. Sedat sanki bu sözünü, yardımcı olarak seçtiği kişi hakkında kendisinden sonra bir tanıklık olarak kalmasını istediği için söylemiş gibiydi.
Sedat’ın bu sözü o dönemde ve sonraki tüm dönemlerde doğal ve mantıklıydı. İsraillilerin Mübarek’in kim olduğunu iyi bilmeleri çok doğaldı çünkü Cumhurbaşkanı Yardımcılığı görevini üstlenmeden önce sıradan birisi değil Hava Kuvvetleri'nin komutanıydı.
İsraillilerin ondan korkması mantıklıydı çünkü 1973 Arap-İsrail savaşında Hava Kuvvetlerinin düzenlediği ilk hava saldırısına komuta etmişti.
Bu ilk hava saldırısı 220 uçakla gerçekleştirilmiş ve hepsi de en az zararla üslerine geri dönmüşlerdi. Ayrıca daha sonra kazanılan büyük zaferin de önünü açmıştı.
Sedat’ın o günlerde ileri gelen diğer komutanları arasından Mübarek’i yardımcısı olarak seçmesinin nedeni sadece bu mu yoksa bir tek kendisinin gördüğü ve bildiği başka nedenler de mi var hiç kimse bilmiyor. Ancak, bu seçimin arkasında büyük bir olasılıkla Sedat’ın yönetiminin dayandığı meşru zemini değiştirmeye yönelik aşikar isteği vardı.
Sedat, mensubu olduğu ve ondan önce Cemal Abdunnasır’ın olduğu gibi onun da meşruiyetinin dayanağını oluşturan 1952 devriminin meşru zemininden, Mübarek’in mensubu olduğu ve 30 yıllık iktidarının meşruiyet dayanağı olan 1973 savaşının zeminine geçmek istiyordu.
Sedat, devrimin liderleri arasından ülkeyi yönetecek son kişi olacağının yanı sıra  Abdunnasır ile birlikte kendisinin Mısır’ı yönetecek son Firavunlar olduklarına da inanıyordu. Ahmed Bahaeddin, Kahire’deki Daru'l Hilal Yayınevi tarafından yayınlanan günlüklerinde bunu, Sedat’ın kendisinden naklediyor.
Sedat, Hüsnü Mübarek’i yardımcısı olarak seçtiğinde, elbette ileride ne olacağını bilmiyordu.
Dolayısıyla gelecekte büyük bir ortak noktanın onları benzer bir sonda birleştireceğini bilmiyordu. Yine bu noktanın, siyasal İslam akımının ikisine karşı kullanacağı yöntem olacağını da bilmiyordu.
Bu akıma kamusal hayatta, ne Abdunnasır döneminde ne de öncesinde ve sonrasında hiçbir siyasi dönemde sahip olmadığı bir hareket alanı tanıyan Sedat’tı.
Genel olarak İslamcı gruplar ve özelde Müslüman Kardeşler Hareketi’ne alan tanımasının arkasındaki neden ne olursa olsun, yaşadıklarımız Sedat’ın bu kararının doğru bir karar olmadığını gösterdi.
Doğru olmamasının nedeni sadece sahibinin kararının ardındaki ikna edici gerekçeleri açıklamaması ve siyasi sahneye geri dönmelerini sağladığı bu kişiler tarafından öldürülmesi değildir. Buna ilaveten, bu kişilerin onun döneminde ve sonrasında olsun kendilerine iktidara ulaşma dışında bir hedef belirlemeden ve bu amaç dışında hiçbir yönde adım atmadan yaşamış olmalarıdır.
Sorun elbette iktidara ulaşmaya çalışmaları değil. Açıklanmış, organize ve meşru her siyasi grubun iktidara ulaşmaya çabalama hakkı vardır.
İktidarını korumayı umut etmeye hakkı vardır. Asıl sorun, Hasan el-Benna’nın örgütünün ve kendisinden doğan diğer grupların iktidara ulaşmak için takip ettikleri yoldur. Bu yolun mevcut yasalara saygılı, oyunun kurallarına uyan, hukuk çerçevesinde hareket eden ve mevcut sistemin dışına çıkmayan bir yol olmamasıdır. Aksine tüm bunların aleyhine hareket eden, şiddeti teşvik eden, farklı olanı kabul etmeyen, amacına ulaşmak için her şeyi mubah gören bir yol olmasıdır.
Sedat’ın siyasal İslamcı örgütlerinden birinin unsurları tarafından öldürüldüğünü, askerleri ile kutladığı zaferin yıldönümünün kana bulandığını şüphesiz hepimiz hatırlıyoruz.
O dönemde ilgili makamların yürüttüğü soruşturma, bu akıma mensup grupların, radyo ve televizyonun bulunduğu binayı ele geçirme ve resmi devlet televizyonundan yönetime el koyduklarını açıklamak için bir plan hazırlamış olduklarını ortaya çıkardı.
Plana göre, suikastın gerçekleştirildiği anda devlet televizyonu ele geçirilecekti. Plan başarısız olduğunda ise ülkenin güneyinde yer alan Asyut şehrinde bir jandarma karakoluna saldırı düzenlediler. Orada görev yapan asker ve subaylara karşı daha önce görülmemiş bir şiddet uyguladılar. Saldırganlara karşı karakolu savunanlardan birçoğu hayatını kaybetti.
Bu saldırı ve karakolda bulunan unsurlara karşı uygulanan vahşi uygulamalar sanki başkentte bulunan devletin zirvesine gönderilmiş bir terör kartı gibiydi.
Ancak devlet bu felaketi atlattı. Yardımcısı Mübarek, Sedat’ın yerine geçti. Suikasta uğramadan bir aydan az bir süre önce tutuklamış olduğu 1536 kişiyi serbest bıraktı.
Yeni başkan, Müslüman Kardeşler dahil tüm taraflar ile farklı bir sayfa açmak istediğini gösterdi. Ona göre, Müslüman Kardeşler'in siyasi hayat içerisinde gözünün önünde bulunmasının, yer altında veya dışarıda düşman ve rakiplerle bulunmasından daha iyiydi.
Ne var ki daha sonra yaşananlar, Müslüman Kardeşler'in Mübarek ile arasındaki bu yazılı olmayan anlaşmaya saygı duymadığını kanıtladı. Önüne insanları kendisine karşı ayaklandırma fırsatı çıktığında bunu hiç kaçırmadı. Aynen yetmişli yıllar boyunca Sedat ile arasındaki ilişkiye hükmeden ve yine yazılı olmayan bir önceki anlaşmaya saygı duymadığı gibi.
Cemal Mübarek’in varis tayin edileceği düşüncesini büyütüp şişirmek de bu amaç için kullandığı araçlardan biriydi. Hala bu veraset meselesinin esasında birileri tarafından üretilmiş bir düşünce olduğuna, Müslüman Kardeşler'in belirledikleri hedefe ulaşmak için mümkün olduğunca bunu şişirip büyüttüklerine inanıyorum.
Bu konuda oğul George Bush ve daha sonra Barack Obama idaresi tarafından desteklendiğine düşünüyorum. Nitekim Obama’nın 25 Ocak olayları zamanında Mübarek’e karşı tutumu bunun son derece açık bir kanıtıdır.
Mübarek, her fırsatta nefes almaya devam ettiği müddetçe görevinde kalacağının altını çiziyordu.
Göstergeler, ordunun veraset fikrini onaylamadığını ve kabul etmeye hazır olmadığını gösteriyordu. Mübarek veya ordunun olsun bu iki tutum herkes tarafından biliniyordu ve bir sır değildi.
Dolayısıyla veraset düşüncesinin ne gerçek sahada ne de merhum Mübarek’in hayatında ve elbette yönetimde kalmış olsaydı bile ölümünden sonra pratikte bir karşılığı yoktu.
Müslüman Kardeşler aradığı gerekçeyi veraset düşüncesinde buldu. Hala Arap Baharı adı verilen süreçte Mübarek’in yüzünde patlayana kadar her geçen gün kendisini biraz daha şişirdi ve dallanıp budaklanmasını sağladı.
Bunu yapmaktaki amacı ise sadece ve sadece iktidarı ele geçirmekti ki sonrasında attığı adımlar da bunu doğruladı ve pekiştirdi
Sonuç olarak; Sedat Müslüman Kardeşler'in içinden çıkan bir grup tarafından öldürüldü.
Mübarek ise, 1995 yılında Etiyopya’da maruz kaldığı ve mucizevi bir şekilde kurtulduğu ünlü suikast girişimi başta olmak üzere kendisine yönelik altı girişimin de başarısız olmasından sonra, ana örgüt Müslüman Kardeşler tarafından yönetimden uzaklaştırıldı.