Husam İytani
TT

Tarihin tuzağı: IMF ve Lübnan

Lübnan yönetimi, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yakınlaşmak ve yozlaşmış politikalar sonucu felakete sürüklenen ülke ekonomisini düzeltmek için yardımını istemek konusunda mütereddit davranıyor.
Ekonomik krizden çıkış için son çare olarak IMF görünüyor ve şimdilik alternatifi mevcut değil gibi.
Bugünlerde yaygın olan kanaat; eğer iflasa sürüklenen devlet kurumları ve banka sisteminin kurtarılması isteniyorsa, IMF’ye başvurmak dışında başka bir çözüm yolunun olmadığı yönünde.
Başbakan Hassan Diyab, 7 Mart Cumartesi günü Lübnanlılara seslendiği konuşmasında, Lübnan'ın 2020'de toplam 4,6 milyar dolarlık eurobond tahvil senedi ödemesi olduğunu, bu borcun 1,2 milyar dolarlık ilk kısmının vadesinin 9 Mart'ta sona erdiğini ancak ödemenin askıya alınacağını duyurdu.
Lübnan’ın döviz rezervlerinin de, gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaçları karşılayamayacak seviyede olduğunu açıkladı.
Başbakan Diyab ‘borcun askıya alınması’ kararını ne tür adımların takip edeceğini ise açıklamaktan kaçındı. Dil oyunlarıyla, boğucu ekonomik krizden çıkış yolları için uygulanması gereken programın ne olması gerektiğine değinmemeyi başardı.
Lübnanlılar, ülkelerindeki banka sistemine yüksek güven duyuyordu, kimse bankaların iflas edebileceğini ve böylelikle mevduatlarının tehlikeye girebileceğini hayal etmiyordu.
Lübnan bankaları, Merkez Bankasının gözetimi ve yönlendirmeleriyle, ‘Ponzi Sistemi’ (saadet zinciri) olarak bilinen ve birinci sınıf iktisat öğrencilerinin dahi düşmeyeceği bir hataya düştü ve iflasın eşiğine geldi.
Bugün önemli olan mesele, Lübnan’ın geleneksel olarak krizlerden çıkış için takip ettiği yolların kapanmış olmasıdır.
Lübnan süreç içinde bölgesel ve uluslararası çatışmalar dolayısıyla elde ettiği stratejik değerini yitirmiştir. Genel siyasi hatalarının ve devlet kurumlarının İran’ın başını çektiği ‘direniş ekseni’ içinde yer alması da, ‘Arap kardeşlerinin’ bu ülkeye destek verme imkânını sonlandırmıştır.
Lübnanlı siyasilerin bu husustaki ricaları ya da dilenmeleri de artık sonuç vermeyecektir. Buna ek olarak Lübnanlılar onlarca verimli yılı, bölgenin ve dünyanın değişimine uygun bir ekonomik sistem kurma noktasında değerlendiremediler.
Lübnan eskiden bir taşeron konumundaydı ve adeta paravan olarak kullanılıyordu. Lübnanlılar Ortadoğu’daki değişimi okumakta başarısız oldular, bu mali taşeronluğun sonsuza kadar devam edeceğini düşünerek yanıldılar.
Lübnanlı politikacılar ve destekçileri, kaynakları sınırlı olan bu ülkenin yaşamaya devam edebilmesi için nelere gereksinim duyduğu hususunu ihmal etti. Lübnan adeta büyüklük kompleksine girerek, kendisini Ortadoğu’da aydınlanmanın öncü modeli olduğu sanrısına kapıldı.
Öfkeli göstericilerin 17 Ekim 2019'da attıkları çığlıklar da bu sanrıdan uyanmalarını sağlayamadı.
Arap Birliği’nin Lübnan’ı desteklemeyeceği anlaşıldığından, Avrupa’nın kapısını çalmak dışında bir seçenek yoktu. 
En son 2018 yılında Fransa'nın başkenti Paris'te düzenlenen Uluslararası Sedir (CEDRE) Konferansı'nda Lübnan’a destek sözü verildi. Ancak bağışçılar, yolsuzluğun sona erdirilmesi ve ciddi reformlar yapılması şartını iler sürmüştü, buna karşılık Lübnan hükümetleri bu hususlarda bir adım dahi ilerleme kaydedemedi.
Öyleyse geride yardımı beklenebilecek tek kurum kalıyordu, o da; IMF’ydi. Uluslararası Para Fonu IMF, sadece iflası ve başarısızlığı kabullenmiş ve sonuçlarına razı olan devletlerin talebi ile müdahil oluyor. Ancak Lübnan’daki hükümet, herhangi bir başka hükümet gibi IMF’den yardım isteme noktasında derin tereddütler yaşıyor.
Hassan Diyab hükümeti şu ana kadar IMF’den sadece teknik destek talebinde bulundu, benzer ülkeler gibi krediler aracılığıyla sistemini teslim etmedi. Hükümetin IMF’ye yönelik atacağı her adım, aleyhine bir eleştiri kampanyası düzenlenmesini sağlayacaktır. Eleştirilerin biri görünen diğeri gizli olmak üzere iki boyutu bulunuyor. Görünen boyuta göre, IMF’nin etkin olduğu ülkelerdeki başarısızlıklarına odaklanılıyor ki, politikaları sonucunda reformun ağırlıklı yükü yoksul kitlelerin üzerine binmektedir. Doğu Asya’da 1997 yılında ve 2001’de Arjantin örneklerinde olduğu gibi, IMF müdahaleleri sonrasında işlerin daha da kötüleştiği, sosyal ve siyasal kargaşanın artarak yoksul sınıfın ezildiği tezi ileri sürülmektedir. Üstelik IMF donuk bir ideolojik yaklaşımla, insani faktörü dikkate almadan, sistemdeki hataları düzeltmeye odaklanmaktadır. Gizli boyutu ise, zahir boyutundan daha derin ve tehlikelidir.
Şöyle ki; IMF müdahil olduğu ülkelerin, kaynaklarını ve harcamalarını mercek altına alarak, sıkı kemer sıkma projeleri uygular.
Bu takip, sağlık harcamalarını, vergi denetimini, gümrük gelirlerini ve maaşları da kapsar. Emekli maaşlarının ve sosyal yardımların kısıtlanmasını tavsiye eder.
Lübnanlı politikacılar, kaynak ve harcamaların mercek altına alınmasının, ‘mezhepsel altyapılı dağıtım ağını’ tehdit edeceğinin farkındadır. Lübnan’da devlet gelirleri, farklı mezhepler arasında gizli anlaşmalarla yağmalanmaktadır.
Örneğin, elektrik üretimi için petrol ithalatı işlemlerinin şeffaf bir şekilde yapılmasını kim teklif edebilir?
Lübnan her yıl elektrik üretimi için yaklaşık 2 milyar dolarlık bir bütçe ayırıyor ve ülkede çoğu zaman elektrikler kesik. Yaygınlık kazanmış bir sır olarak, ülkedeki mezhep temelli siyasi yapılar arasında bir ‘paylaşım anlaşması’ yapıldığı söyleniyor. Dolayısıyla politikacılar, elektrik için petrol ithalatı adı altında, ‘altın yumurtlayan tavuğun’ kesilmesine rıza göstermeyecektir. Bu sadece bir örnektir, ancak bu örnek bile IMF’den yardım istenmesinde niçin tereddüt yaşandığını göz önüne sermektedir.
Bu durumda IMF Lübnan’da etkin bir oyuncu değil, iç politikada tartışma konusu oluşturabilir.
IMF aktif müdahalede bulunması durumunda, Lübnan’daki siyasi otoritenin uzun süre önce oluşturduğu, ‘kamu malını sistematik bir biçimde yağmalama’ şebekesine ciddi bir tehdit oluşturacaktır.
Siyasi erk de doğal olarak, bir hayır kuruluna dönüşmedikçe IMF ile çalışmak istememektedir.