Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Çağın salgınının diğer yüzü

Dünyanın olduğu gibi kalacağına inandığı birtakım ilkeler, çağın salgını koronanın dünyamızda yaptıklarından sonra ya düştü ya da düşme yolunda. Keza insan ırkının kaçınılmaz olarak karşı karşıya kalacağı birtakım olgular da var. Bu ilke ve olgular dört başlık altında toplanabilir:
Birincisi; geleceği tahmin etme düşüncesinin çöküşü. Bu, yeni değil ama dünya çoğu zaman unutkandır. Bugün bizler, birkaç ay öncesine kadar dünyanın kesin kabul ettiği tahminlerde yaşanan değişimle karşı karşıyayız. Ekonomik yükselme, küresel iletişim, savaş ve kıtlıkları sona erdirmek, büyük kalkınma planları ve diğer kesin tahminler birkaç hafta içinde buharlaşıp uçtu. Bu yaşananlar nerdeyse daha önce yaşananlara benziyor.
20’inci yüzyıla dünya, arkasında dünyanın çeşitli bölgelerinde her şeyi yakıp yıkan bir dizi savaş ile girmişti. 20’inci yüzyılın gelişi, büyük endüstriyel ilerleme, ulaşım araçlarındaki eşsiz gelişme ile o dönemin dünyası için bir umudun başlangıcı olmuştu. Dünya, üzerinde güneş batmayan bir imparatorluğun kontrol ettiği neredeyse kalıcı bir barışın eşiğinde olduğu umuduna kapılmıştı. Ancak, yüzyılın daha ilk on yılı sona ermeden Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Arkasında milyonlarca ölü ve harap şehirler bıraktı.
Savaş sona erdikten sonra dünya, Milletler Cemiyeti ve ulusların kaderlerini tayin etme hakkı ile yeni bir umuda kapıldı. Umutlar yeniden yeşerdi. Ancak birkaç yıl sonra Büyük Buhran yaşandı. Akabinde birincisinin üzerinden daha çeyrek yüzyıl bile geçmemişken İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Bu savaşta da milyonlarca insan hayatını kaybetti. Şehirler yakıp yıkıldı. Geleneksel güçler güçlerini kaybetti ve dünyada yeni güçler ortaya çıktı. Kapitalist ülkeler ile sosyalist ülkeler olmak üzere iki kutuplu bir dünya doğdu. Çeyrek yüzyılı aşkın bir süre geçtikten sonra bu kutuplardan biri büyük bir gürültüyle yıkıldı. Sosyalist kutup (Sovyetler Birliği) ve sistemi çöktü. Süreç,1989 yılında (inşasından sadece 28 yıl sonra) Berlin Duvarının yıkılışı ile başladı ve imparatorluğun tamamen devrilmesi ile sona erdi.
Birçoklarının kalıcı saydıkları, tarihin hesapları ile geçici hale geldi. Ne var ki bu çöküş savaşlardan yorularak içine kapanan ve dünyayı neredeyse başsız ve lidersiz bırakan karşı kutbu da epey etkiledi. Dolayısıyla doğa konusunda olduğu gibi insan ile ilgili konularda da görüş mesafesinden ilerisini görmek imkânsız hale geldi. Politikada bilindik bir söze göre “tahmin edilemeyeni tahmin etmemiz” gerektiği doğru ama bu bilgece söz, politikadan çok artık sosyoloji ve doğa bilimi için geçerli gibi görünüyor. Tahminler hakkında okuduğumuz tüm kitapların metodolojisi bugün işimize yaramıyor. Kesin olan, şüpheli hale geldi. Bu, insanın daha önce ve hala kabul etmek istemediği sağlam bir gerçektir.
İkincisi; ideolojinin yıkılışı. Koronavirüs vakalarının arttığı New York gibi büyük bir şehirde tıbbi cihazlar ve ekipmanlar konusunda yaşanan ciddi eksiklikler, çok geçmeden Vali Andrew Cuomo’yu, Federal hükümetten söz konusu ekipmanları üreten fabrikaların kamulaştırılması ve ekipmanların ihtiyacı olan eyaletlere üretim fiyatından sunulması önerisinde bulunmaya sevk etti. Rekabet, fiyat yükselişinin bir çatısı olmamasını ve insan sağlığını hiçe sayarak fiyatların yükselmesini sağladığı için artık istenmeyene bir şeye dönüştü. Oysa kamulaştırma sözcüğü birkaç hafta öncesine kadar küresel kapitalizmin kalesi olan ABD’de bir tabuydu.
Öte yandan, Avrupa Birliğinin (AB) temelini atan ülkelerden birine (İtalya) yardım etmek ve kurtarmak için hemen harekete geçen ülke (komünist) Çin oldu. Avrupa ülkeleri bir kez daha (sosyalist) Küba’nın yardımını kabul etmek zorunda kaldı. Zira Küba, benimsemiş olduğu kendi kaynaklarına güvenme politikası kapsamında, farklı uzmanlık alanlarından sağlık ekiplerini yıllardır bunun için hazırlamıştı. Birkaç hafta öncesine kadar ticaret savaşı nedeniyle Çin ürünlerine uyguladıkları gümrük vergilerini istikrarlı bir biçimde yükselten ülkeler dahil tüm dünya, söz konusu vergileri ve tarifeleri hemen düşürdü. Bu kritik koşullarda, başka ülkelerde bulunmayıp sadece Çin’de aşırı miktarlarda bulunduğu için Çin endüstriyel ürünlerini tedarik etmeye yöneldi.
Üçüncüsü; gerçeğin kaybolması. Savaşların ilk kurbanının gerçekler olduğu söylenir. Bu, salgınlar için de geçerli. Özellikle de bir aşısı ve tedavisi olmayan salgınlarda. Dünya, en azından şu ana kadar bu virüsün nasıl ortaya çıktığını ve geliştiğini bilmiyor. Nasıl ve niçin sorularının kesin yanıtlarını bulmak için uzmanların görüşleri gibi doğru kaynakları araştırsak bile, bu virüsün nasıl ortaya çıktığı yanıtına ulaşamıyoruz. Çünkü ortada birçok yanıt var. Kimisi, insanın uzun zamandır dengeleri ile oynadığı ve oynamaya devam ettiği doğanın bir tepkisi olduğunu düşünüyor. Diğer bir deyişle bizleri sel ve yangınlarla uyaran küresel iklim çığlığının şimdi bir krize dönüştüğünü düşünüyorlar. Kimisi de Çin’de tüketilen bazı virüslü gıdalar ile insanlara bulaştığını düşünüyor.
Bunların yanı sıra siyasi olan bir dizi yorum da var. Virüsün en azından başlangıçta gizlenmesi ve inkâr edilmesinin kendisi ile mücadelede insanlığa altın değerindeki vakti kaybettirdiğini düşünüyorlar. Buna benzer görüşlerin az da olsa siyasi olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Dolayısıyla bu konuda elbette birçok yorum ve görüş var ama hiçbiri henüz tahminin ötesine geçip kesin bilgiye dönüşemedi.
Dördüncüsü; popüler kültürde görülen ölümcül kusurlardır. İnsanlar bu salgına kadar popüler kültüre hep saygı duydular. Ancak salgın, İngiltere Başbakanının başlangıçta benimsediği “sürü bağışıklığı” teorisinden, ABD Başkanının salgını hafife alması ve insan sağlığı yerine ekonomiye önem vermesine bu kültürde yapısal ve yıkıcı bir kusuru ortaya çıkardı. Fakat, Arap dünyamızda Körfez ülkelerinden birinde bir sağlık yetkilisinin şu çığlığı: “Ne yazık ki karantina kurallarına uymayıp diğer insanlarla temasa geçti ve 10 kişinin enfekte olmasına neden oldu” daha da yıkıcı ve acıdır. Bu, ihmalkâr bir kültürün hüzünlü bir çığlığıdır.
Buna bir de yayılan söylentiler, uydurulan yalanlar, asılsız suçlamalar eklenmektedir. Bu tür haberler insanlar arasında gerçek diye yayılmaktadır. Kimileri de insanları açıkça karantina uygulamalarına karşı kışkırtmaya çalışmaktadır. Daha da kötüsü, hilekâr, fırsatçı ve cahil kimselerin dini metinleri kendi istekleri, eğilimleri ve düşünce yapılarına göre yorumlayıp insanlara göndermesi, bilgisiz oldukları halde dini metinler ile salgını birbirine bağlayan yorumlarda bulunması ve bazı insanların buna inanarak paylaşmasıdır. Bu, hastalığın ortaya çıkardığı en büyük kültürel boşluktur.
Bunlara bir de kötü ve aşağılık bir biçimde salgını, ilaçlarını ya da sahte mallarını pazarlamak için bir fırsat olarak gören fırsatçılar eklenmektedir. Bütün bunlar, ilgili kurumlara ek bir yük oluşturmasının yanısıra utanç verici bir kültürel ve etik yoksunluğu açığa çıkarmaktadır. İnsanların bu ilkeleri gözden geçirme gereksinimi bir lüks olmaktan çıkıp öncelik haline gelmiştir.
Son olarak; sosyal medyada salgın hakkında güzel ve esprili paylaşımlar da var. Bunlardan bir tanesini sizinle paylaşmak istiyorum: “Öğüt: Şu ana kadar koronanın en iyi ilacı “kal” formülüdür. Şu üç unsurdan oluşur: Evde kal, kendi halinde kal, suskun kal ve söylentiler yaymayı bırak.”