Amr Musa
Eski Mısır Dışişleri Bakanı ve eski Arap Birliği Genel Sekreteri
TT

Ya sonrası?

Bu soruyla demek istediğim şu: Dünyaya saldıran ‘korona salgını ya da fırtınası’ sona erince neler olacaktır? Korona, sınır ya da yasa tanımıyor. Kelimenin tüm anlamlarıyla güçlüler ya da tüm unsuruyla zayıflar arasında bir ayrım gözetmiyor. Sonrasında ne yaşanacağına dair iki görüş öne çıkıyor. İlki, yaşam standartlarının yükseltilmesi ve refahın yaygınlaştırılması için demokrasiyi benimsemiş kesimler tarafından öne sürülen görüştür. Şöyle diyorlar; “Korona salgını gibi büyük krizlerin çözümünün demokrasi, temel özgürlükler ve serbest ekonomi pahasına gerçekleştirilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Devletler ve toplumlar sadece demokrasinin ilkelerine, politikalarına ve yasalarına bağlı kalarak bu tehlikeli krizle etkin bir şekilde mücadele edebilir. Buradaki anlam açıktır: Demokrasi koronaya kurban edilemez. 
Diğer görüş ise şöyle diyor: Korona gibi büyük krizlerle yüzleşmek, belirli bir seviyede otoriterlik ve baskı politikaları gerektirir. Bu bağlamda daha önce kaldırılmış bazı kısıtlamaların yeniden aktif hale getirilmesi, belki de yeni yasalar çıkarılarak devletin kontrol gücünün artırılması gerekir. Tabii bu, özgürlüklerin ve kişisel hakların egemenler tarafından kısıtlanması anlamına gelecektir. Zira salgınla mücadele edebilmek ve ekonomiyi tekrar rayına koymak için bu tür yaklaşımlar zorunludur.
Bu ikinci görüş aslında çoğunluğun görüşüdür. Ancak geçici bir önlem olması kaydıyla… Kriz sona erdiğinde kısıtlamalar kaldırılmalı ve hayat tekrar demokratik kurallar çerçevesinde devam etmelidir. Özellikle de ABD’nin yakın tarihi bu tür örneklerle doludur. 1930’lu yıllardan itibaren gerek büyük savaş dönemlerinde gerekse ekonomik kriz süreçlerinde olsun istisnai olağanüstü yasalar uygulanmıştır.
Diktatörlükle yönetilen ülkelere ve toplumlara gelecek olursak; tüm bu görüşlerin ve tartışmanın yersiz olduğunu kavramamız zor olmayacaktır. Şu anda korona salgınıyla mücadele hususunda demokrat ya da totaliter yönetimler arasında çok önemli bir ayrım bulunmamaktadır. Önemli olan salgınla etkili bir şekilde mücadele edilip edilmediğidir. Salgın sona erdiğinde kimlerin başarılı, kimlerin başarısız olduğu daha net görülecektir. Salgın bittiğinde alınacak ilk kararlar yaşamın normale dönmesi ve özellikle ‘sosyal mesafe’ ile ilgili getirilen kısıtlamaların kaldırılması olacaktır. Şüphesiz bu kısıtlamaların kaldırılması bir şenlik havasında kutlanacaktır. Endişemiz, bizim ve tabii ki diğerlerinin bu salgından yeterli ders almayacağı ve aynı yanlışların tekrar edileceği yönündedir.
Uluslararası ilişkilerin seyri bağlamında bir değerlendirme yapmamız gerekirse, salgının ardından ABD’de büyük bir çekişmenin yaşanacağı başkanlık seçimleri gerçekleştirilecektir.  Çin ‘Bir Kuşak Bir Yol’ projesini sürdürecek, Avrupa Birliği (AB) iç ihtilaflarına yoğunlaşacak ve bu süreçte üyeler arasında yaşanan kırgınlıkları düzeltmeye çalışacaktır. Rusya ile ABD arasındaki çıkar çatışması yeniden alevlenecek, özellikle AB içindeki nüfuz konusunda çekişmeler yaşanacaktır. Onlarca yıldır konuşulan Birleşmiş Milletler yapısının reformu ve BMGK’nın üye sayısının artırılması meselesi tekrar gündeme gelecektir. Ancak tüm bunlardan daha önemli olan husus, Çin ve ABD arasındaki gerginliğin daha da tırmanması ve karşılıklı suçlamaların dozunun artacak olmasıdır. Bu iki büyük devlet arasında ‘soğuk savaşın’ başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Korona salgını ise bu savaşı daha da şiddetlendirdi. Salgın sonrasında da ‘savaşta’ bir düşüş değil tırmanış öngörebiliriz.
Özetlemek gerekirse; kişisel görüşüme göre dünya korona sonrasında şunlara şahit olacak:
- ABD-Çin ilişkilerinde keskin bir rekabet ve çatışma hali
- Batı ittifakı içinde bölünmeler
- ABD-Rusya ilişkilerinde gerginlik
- Birleşmiş Milletler ve uluslararası oluşumlarda çok yönlü reform girişimi, ki buna başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere tüm kurumların yapısının ve performansının yeniden değerlendirilmesi dâhildir.
- Küreselleşmeyle ilgili, özellikle ekonomi, uluslararası ticaret ve sanayi konularının yönetilmesi ile ilgili bir dizi detayın yeniden gözden geçirilmesi. Batı dünyasının Çin’in dünyanın en büyük üreticisi olduğu gerçekliğiyle yüzleşmesi ve bu duruma kısıtlama getirme girişimi. Bu hususta büyük değişimlerin gerçekleşeceği öngörülebilir. En başta da stratejik ürünleri üreten fabrikaların Çin dışında ve daha geniş bir alana dağılımı ile ilgili kapsamlı bir yeni bir yapılanmaya gidilecektir.
- Korona salgını dolayısıyla yapılacak en büyük değişikliklerden biri de kamu sağlığına dair kaybolan güvenin yeniden tesisi için sağlık kadrolarına, araç-gereçlerine ve ilaç sektörüne yapılacak olan yatırımlardır. Aynı zamanda bu sektörün daha fazla şeffaf olması sağlanacaktır. Sağlık sektörüne daha fazla yatırım olacağı için gelişmekte olan ülkelerin bütçelerini düzenlerken bu durumu dikkate almalarında fayda vardır.
Yukarıdakilere dayanarak ve pandeminin sağladığı, 21’inci yüzyıldaki yaşamımıza dair değişim fırsatını kaybetmemek adına şu hususu vurgulamak isterim:
Değişim çağrıları, uluslararası barışa yönelik gerçek tehditlerin yeniden tanımlanmasının zorunlu olduğunu göstermektedir. İkinci Dünya Savaşı'nın gelişmelerine ve sonuçlarına dayanan eski tanımların eksik olduğu ve çağımıza uygun olmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler’in yasa ve hükümleri yeni bir incelemeye tabi tutularak değiştirilmelidir.
Korona salgını, uluslararası barış ve istikrarı açık bir şekilde tehdit etmiştir. Bu sebeple çağımızda salgınların uluslararası barış ve istikrara tehdit oluşturduğu resmi olarak kabul edilmelidir. Buna ek olarak medeniyetlerin çatışması, iklim değişikliği, nüfus patlaması ve tüm tezahürleriyle nefret ve ayrımcılık çağrıları da resmen tehdit olarak değerlendirilmelidir. Tüm bu etkenler, toplum içinde ve toplumlar arasındaki gerginliklerin kaynağını oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 9 Nisan’daki salgının üstesinden gelmek için birlikte çalışılması gerektiği kararını sevinçle karşıladığımı belirtmek isterim. Ancak maalesef BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in koronavirüs salgınının uluslararası barış ve güvenlik için tehdit oluşturduğuna dikkat çekmesine rağmen BMGK üyeleri aralarındaki ihtilaflar dolayısıyla ‘risk durumu’ en yüksek seviyede algılanmadı. Maalesef BM Genel Kurulu da bu hususta gerekli adımları atmayarak hayal kırıklığına neden oldu. 
Kanımca, dünya kamuoyu (araştırma ve düşünce enstitüleri, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, sendikalar, meslek birlikleri ve partiler) tüm dünya düzeyinde seferber edilmelidir. Bu kuruluşlar BM ve BMGK üzerine baskı oluşturarak gerekli kararları almasına ve BM’nin kuruluş amacındaki ‘güvenlik ve kalkınma’ ilkelerinin yanı sıra küresel sağlığın da öncelikler arasında yer almasına neden olabilir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun acil bir şekilde San Francisco Konferansı’na benzer, kapsamlı bir konferans düzenlemesi için baskı oluşturulması gerekir. Böylelikle genel ilkelerde değişikliğe gidilebilmesi mümkün olabilir. Yeri gelmişken sağlık, nüfus ve iklim konularında veto hakkının geçersiz olması gerektiğini de ifade edelim.
Diğer yandan BM sisteminin, salgın gibi uluslararası barış ve istikrara tehdit oluşturacak zorlukları karşılamak için hazırlanmasına paralel olarak küreselleşme politikalarının ve uygulamalarının da tartışmaya açılması zorunludur. Özellikle de küreselleşmenin, gelişmekte olan ülkeler üzerinde olumsuz etkisi olan ‘vahşi’ taraflarının yeniden değerlendirmeye tabi tutulması kaçınılmazdır.
Korona salgının dünyanın muhtelif bölgelerinde sebep olduğu tehlikeli ekonomik koşullar, hatta salgın nedeniyle meydana gelecek küresel ekonomik kriz de İkinci Dünya Savaşı akabinde Bretton Woods anlaşmaları tarafından şekillenen ekonomik sistemin tartışılmaya açılmasına neden olacaktır. Yani birçok düşünürün önerdiği gibi; ‘Bretton Woods’ benzeri yeni bir sistemin kurulması zorunlu olabilir.
Sonuç olarak:
Eğer korona sonrasında dünyanın o eski dünya olmayacağı hususunda bir fikir birliği söz konusuysa, geleceği şekillendirmek sadece büyük devletlerin değil hepimizin sorumluluğundadır. Nitekim büyük devletlerin bu süreçteki performansı ve niyeti oldukça kötüydü. Dünya ‘korona sonrası’ süreçte bu büyük güçlerin liderliğine mutlak anlamda güven duymayacaktır.