Abdulaziz Tantik
TT

Değişime dair…

Yalın bir gözlem ile varlığa bakıldığında ikili bir yapı karşımıza çıkar. Bu kavramlar düzeyinde de varlık kazanır. O yüzden bir kavramı ele alırken çıkış noktasını doğru tespit etmenin önemi aşikârdır. Değişim, her kavram gibi çoğu kez eksen olarak kabul görerek yaşamı onun üzerinden açıklama girişiminde bulunulur. Ki yalın bir gözlem bu durumu haklılaştırır da… Yaşamın sürekliliği içinde baş döndürücü bir şekilde değişimin varlığı iliklere kadar hissedilir. Değişim aynı zamanda bir tekâmülün ve bütünlüğün sağlanması açısından kaçınılmaz bir şekilde öne çıkar. Hayatın hem sürekliliği hem deveranını sağlayan en temel etkenlerdendir de…
Fakat değişim dediğimiz andan itibaren bize değişim dedirten temel etkeni görmemiz ve onu anlamamızın gerekliliğini hissettirir. Değişimin başlayabilmesi için öncesi zorunlu olarak var olacaktır. Yani bir şey değişecek ki değişim diye bir olgunun varlığını gözlemleye bilelim…
Aslında Yaratılış serüveninin başlaması ile başlar değişim… Yaratma edimi ile Tanrısal düzlem çoğalarak yeni varlık türlerinin oluşumunu irade ederek var kılar. Değişim en üstten başlar. Çoğalarak var olan değişim yaşamın temel kodu olarak ortaya çıkar ve böylece yaşamın dinamizminin temelini oluşturur. Ama değişimin varlığının devamı açısından bu değişimi başlatan ve sürdüren bir sabitenin varlığı kaçınılmaz olandır. Allah, varlığı iradesi ve gücü ile yarattığı andan itibaren değişimin başladığı tezi doğru; ancak bu doğruyu doğru kılan ise Allah’ın Yaratıcı bir kudret olarak varlığıdır.
Öne çıkartılan temel tezlerden biri değişimin kendi başına var olduğudur. Evrim teorisi ve felsefi düzlemde de ‘her şeyin bir değişim içinde oluşu’ ile bilginin imkânsızlığını savunanlara göre böyledir. Ancak burada temel bir soru ortaya çıkar: değişim kendi başına varsa değerin varlığının temelini nasıl kurabiliriz? Yani değişim ile değer arasındaki ilişkinin varlığı önemli hale gelir. Artık şundan eminiz ki; değişim asıl olarak tanımlandığı andan itibaren ‘kurt kanunu’ geçerli olacaktır. Çükü değişim bize bir değer üretemez. Değer, sabit bir durumun varlığına yönelik bir zeminin üzerine kurulu olabilir. Bu yüzden ‘Allah yoksa her şey mubahtır’ diyen kişi haklılık kazanır. Her şey mubah ise güçlü olanın isteği gerçekleşir ki bu noktada adalet ve hak mefhumlarının bir karşılığı olmayacaktır.
Sabit bir varlık yoksa değişim diye bir olgu var olamaz. Çünkü bu tanımı yapabilmenin yolu mukayese edebilme imkânından doğar. Değişimin varlığını tam olarak algılayabilmek için onu mukayese yapabileceğimiz bir sabit durumun varlığı kaçınılmaz olur. Böylece değişim kavramını ve bunun ayrıntılarını anlama imkânı bulalım…
Demek ki değişimin metafizik bir kökeni vardır. Bu köken, Yaratma Kudretine sahip Tanrının Yaratılışı başlatarak varlığı varlık sahasına çıkarması ile başlar. O zaman değişim, değişmeyen bir zemin üzerine kuruludur.  Değişimin varlığını sürdürebilmesi için üzerine bina edileceği değişmeyen bir vasatın varlığı şarttır. Böylece değişim üst şemada sürekli varlığını değişime tabi kılarak hayatiyetini sürdürme imkânı kazanır. Artık değişmeyen tek şey değişimdir deme lüksümüz kalmadı. Belki bu slogan sınırlı bir seviyede geçerliliğe sahip ise de asli bir zeminde geçerli değildir.
Değişimin olumlu ve olumsuz boyutları olduğu tartışılmaz bir gerçekliğe sahiptir. Değişim, olumlu anlamda insanın ve varlığın kendi varlığını sürdürürken kullandığı zemindir. Bu yüzden karşı karşıya kaldığı her sorun ve zorluk karşısında değişimin güven verici zemini onu bu sorun ve zorluk karşısında kavi kılarak aşmasını sağlar. Ama aynı zamanda değer zemini üzerinden de değişim kişiyi kendi varlığının otantik değerini düşürtecek bir zemine de yol açabiliyor. Bu yüzden insan, değişim ile hem doğru ve adil olana, hem zorba ve gayri ahlaki olana yönelebilecek bir zemin kazanıyor. Bu da her halükarda değişimin varlık açısından önemini bize gösterir.
Değişim, varlığın bütün türleri için geçerli bir zemindir. Aynı zamanda hayati bir zemindir. Her varlık, varlık sahasına çıktı andan itibaren değişim onun için başlar. Ama insan için değişim çok farklı bir anlam kazanmaktadır. İnsan değişim ile hem yücelere yükselir, hem de aşağıların en aşağısına ulaşır. Bu yüzden değişim insan açısından çok önemli bir olgudur.
İnsan değişim sayesinde doğar, çocukluğunu yaşar, ergenleşir, genç olur, olgunlaşır, yaşlılık zamanına erişir ve ölür ki sonra yeniden dirilmeyi de içereceğini bilerek gözü arkada kalmaz. Günah üzere değilse…  Sadece bununla sınırlı değil değişim insanın yaşamında; insanın bilgi düzeyini sürekli artırmayı sağlar. O bilgiyi tecrübeye konu ederek idrakini güçlendirir ve bakışını geliştirir. Bu değişimin mihenk noktasını kavrayarak karşı karşıya kaldığı sorunları ve zorlukları aşma imkânı bulur. Hatta değişim sayesinde varlığı yeniden düzenleme ve hayatını çekip çevirme zemini kazanır.
Değişim, insanın yaşamı konusunda sorumluluk üstleneceği bir zemini kurmasına yardımcı olur. Aynı hayatın iki boyutu arasındaki dengeyi kurma becerisini de bu değişim sayesinde elde eder. İnsan, kötü bir şey yaptığında bunu giderecek bir vasatı değişim imkânı sağlar. İyiliğine sürekli yeni iyilikler katma becerisini de değişimin varlığı ona kazandırır. Ama aynı zamanda çok iyi bir insan iken değişim sayesinde çok kötü bir üne sahip insana da dönüşebilir. Burada asıl konu değişim ile insan arasındaki ilişkinin mahiyetine dair olmalıdır.
Ontolojik olarak değişim olgusu kendisi ile ilişki kuran kişinin iradesine veya tavrına göre pozisyon üstlenir. İrade devreye girdiğinde tabii ki iki irade aynı olguya tekabül ettiğinde değişimin yönü hangi iradenin güçlü oluşuna göre değişim gösterir. Bu yüzden insanın değişim ile ilişkisinin zemini irade merkezlidir. İrade karşısında değişim ile varlığın düzenini değiştirme ve yeni bir düzen kurma zemini kurulabiliyor. Bu da insanın değişim karşısında bir sorumluluğunu doğuruyor. Bu sorumluluk irade sahibi oluşuyla birebir ilişkili bir durumdur. İradenin iş görebilmesinin yolu ise değişimin nasıl oluştuğunu öğrenmek; yani bilgisine sahip olabilmekten geçer. O zaman irade ile birlikte bilgi değişim açısından önemli ikinci etkene dönüşür. Bilgi güçtür derken, değişimin nirengi noktasını bilmeyle ilişkisini de dikkate almakta yarar vardır.
Birden fazla iradeler devreye girdiğinde değişim en güçlü ve bilgili olana göre biçimlenirken doğal olarak her zaman her irade değişimde varlık kazanamayabilir. Ayrıca insanın imtihan üzere oluşunu dikkate aldığımızda çoğu zaman irade dışında bir değişim ile karşı karşıya da kalabiliriz. Bu durumda karşı karşıya kaldığımız duruma yönelik tepkimiz önemli hale gelir.
İnsanın özgür oluşunun metafizik ilkesi ile değişimin metafizik ilkesinin zemini aynıdır. Yine insan ve değişimin ontolojik yapısının varlığı da benzer bir olguyu işaret eder. Yani insan, değişim ile birlikte kendi serüveninin sahibi olarak sorumluluğunu üstlenir ve özgürlüğünün karşılığını bulacağı bir vasata sahip olur. Bu temel gerçeklik üzerinden değişimi dikkatle izlemeliyiz. Ama asıl değişimin Mimari olan Allah’ın İradesini hiçbir şekilde unutmadan…
Allah, hem değişimin gerçekleşmesi bağlamında iradelere imkân tanırken hem de değişimin üzerinde gerçekleşeceği sabit zemini de kurar. Yani Allah hesap dışı tutulduğunda hiçbir şeyin anlamı kalmaz. Hiçlik bu yüzden modern dünyada temel bir olguya dönüşmek durumunda kalmaktadır.
Allah’ın varlığı değişimin hem varlığını açıklar, hem de değişimin işleyişini belirler. Bu yüzden insanın varlığının anlamı, özgür ve irade sahibi kılınarak sorumlu tutulması da ancak Allah’ın varlığı ile açıklanabilir bir öncüldür. Bu yüzden insan, sadece Allah’a dayanarak varlık sahasında her türlü yapabilirliğe sahip olarak varlık kazanıyor. Bu yüzden sorumlu tutuluyor. Değer bu açıdan ortaya konuyor. Yani insan yoksa iyi ve kötü kavramının bir karşılığı olmayacağı gibi değişim ve sabit diye bir kavrama da ihtiyaç hissedilmez…
Bu bizi temel bir gerçeğe taşıyor. Değişimi metafizik bir ilke ile ontolojik bir ilke ile ve epistemolojik bir ilke olarak betimlemeliyiz. İşte insanın değişim ile ilişkisinin en netlik kazanacağı zemin bu bilgi yöntemi ile ilişkisi bağlamında ortaya konulabilir. İnsan bilgi sahibidir. Sınırlı bir bilgiye sahip olsa da bu bilgi olarak betimlenir. Değişim ise bilgi sayesinde gerçekleşir. Bu varlığa müdahil olmanın alanını betimler. İnsan bilgi ile varlığı yeniden kurmanın sorumluluğunu üstlenerek karşılığını ödeyeceği bir zemin üzerinden değer kazanır. İnsan değer kazandıkça değişim de anlamlı hale gelir. Böylece her varlığın değişim gösterirken kazandığı hal bir değer ile çerçevelendirilerek anlamlandırılabilir…
İnsanın, yardıma muhtaç bir insan, hayvan veya bitkiye mahsusen yardım elini uzatması orada bir değişim meydana getirir. Bu değişimi iyilik olarak tanımlarız. Farklı bir çerçevede ise güçlü olan insan, başka insanın, hayvanın veya bitkinin hayatını zorla olumsuz etkileyebilir ve bir değişim oluşur. Bu değişim ise kötülük olarak betimlenir.  Hak, hukuk, estetik, iyilik, kötülük, babacan, zalim gibi birçok olgu beraberinde bir değişim taşır ve bu değişimin niteliğine göre tanım ve anlam kazanır. Ama eğer değişim kendi doğal yapısı gereği gerçekleşmiyorsa bir sorumluluk alanı oluşturur. İşte bu değişimi iradesi çerçevesinde gerçekleştiren kişi sorumlu olur…
Değişimin iki niteliği olduğunu belirgin kıldığımızı kabul edebiliriz. Aslında aynı nitelik iki varlık katmanı açısından bir değişim vardır. Birinde sorumluluk metafizik ve hesaba açık değil iken diğerinde ise insan söz konusu olduğu için bir hesabı içermektedir. Değişim her halükarda bir değişim olarak var olur…