Abdurrahman Şalkam
TT

Nekbe’den Neksa’ya ve Netanyahu’ya

14 Mayıs 1948. Tarihimize, basınımıza ve liderlerimizin konuşmalarına kazındığı haliyle Nekbe: David Ben-Gurion’un Filistin topraklarının bir bölümünde İsrail devletinin kurulduğunu ilan ettiği gün. Bu yıl İsrail devleti 72 yaşına girdi, yaşlandı. Gözleri mi zayıfladı yoksa dişleri mi döküldü? Yoksa kemikleri zayıfladı ve saçları mı ağardı?
İsrail devleti ‘zaman, tarih, efsane, din ve ırk’ temelleri üzerinde kurulmuştur. Bütün bunlar, dünyadaki büyük güçler arasındaki çatışmalarda sürekli dolaşımda olmuştur. İngiltere, Sovyetler Birliği, ABD ve diğer ülkeler. Balfour, Birinci Dünya Savaşı'nın rahminden doğdu. Almanya İkinci Dünya Savaşı'nda yenildikten sonra Yahudilere karşı yürütülen Nazi Soykırımı’na politik bir yakıt daha eklendi. Komünist Sovyetler Birliği, soğuk politik ve ideolojik savaşın ortasında, kapitalist kampa karşı onun safında yer alacak bir güç olarak ‘yeni sosyalist İsrail’ üzerine bahis oynadı. Sovyetler Birliği, Birleşmiş Milletlerin taksim kararı uyarınca İsrail devletinin kurulmasını destekleyen destekçilerinin başında geliyordu.
Siyonist hareket, kuruluşundan beri uluslararası politikanın haritalarını okuyabilen entelektüel, politik ve dini figürlerle irtibat kurdu, dünya üzerindeki Yahudi diasporası ile iletişim hatları dokudu ve etkili dünya devletlerindeki siyasi liderlerle temas kurdu. Theodore Herzl, sadece İsrail çocuklarının anavatanının rüya gibi bir figürü ve Siyonizm’in kurucu babası değildi. Aksine Yahudiler çalışmak için seferber oldukları oluşumun mühendisiydi. Entelektüel ve politik planda bir referans noktası olarak kaldı.
Siyasi bir savaşçı olan David Ben-Gurion, silahın gücünü siyasetin gücüyle birleştiren liderdi. Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan taksim kararı uyarınca İngiltere'nin Filistin'den çekildiğini açıklamasıyla birlikte bağımsızlık sloganı altında devletin kurulduğunu ilan etti. Araplar taksim kararını başından bu yana reddetti ve Ben-Gurion'un açıklamasından hemen sonra bu yeni oluşuma savaş ilan etti. Daha yeni bağımsızlığını kazanan Arap devletlerinin yapısı zayıftı, askeri ve siyasi kapasiteleri sınırlıydı. Nitekim savaş kaybedildi ve ‘Nekbe’ gerçekleşti.
İsrail devleti kuruldu ve uluslararası arena tarafından tanındı. Ben-Gurion, Herzl'den sonra Siyonizm’in ikinci durağıdır. Ayrılan Araplar, sırtları üzerinde kurulan bu yeni Yahudi oluşumunu kabul etmediler. 1967'de başka türden bir ateş Arapların Filistin'i özgürleştirme rüyasını yeniden alevlendirdi. Nekbe’den sonra ortaya çıkan sadece İsrail değildi. Onunla ilk savaşa giren de Arap dünyası değildi. Süveyş Savaşı, Mısır-Suriye birliğine ve Irak devrimine götüren bir istasyondu. O sıra Cezayir devrimi gerçekleşti ve buna bir dizi Arap ülkesinin bağımsızlığı eşlik etti. Arapların sınırları aşan sembolü Cemal Abdunnasır oldu. Haziran 1967’de savaş patlak verdi. Araplar, Tel Aviv'e girmelerinin önündeki ‘günleri’ ve hatta benim de aralarında bulunduğum nesil saatleri saymaya başladı. 6 gün sonra bu efsanevi umut, Arapları, insanları, liderleri ve hatta dünyayı sarsan bir depreme dönüştü. İsrail'de Herzl veya Ben Gurion yoktu. Hükümetin başında Levi Eşkol vardı. Ulusal Birlik Hükümeti’nin Savunma Bakanı ise Moşe Dayan'dı. Büyük İsrail zaferi unvanını taşıyan tek bir baş yoktu. Ancak Arap tarafında, ‘Neksa’ denilen depremin adı, Cemal Abdunnasır’dı.
İsrail, toprak büyüklüğünü altı günde beş katına çıkaran başka bir varlık oldu. Araplar ise her şeyde farklı bir oluşum haline geldi. Mısır ve Suriye’nin yönettiği Ekim Savaşı’na kadar hayal kırıklığı zihinlere ve ruhlara nüfuz etti. Bu savaş rüyayı yeniden canlandırdı.
 
Camp David'den Oslo'ya kadar Araplar, İsrail devletini tanıyarak ve Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde bir Filistin varlığı ikame etmek için çalışarak ‘barışçıl bir çözüm olarak adlandırılan yolu’ izlediler. Ancak Herzl tarafından başlatılan Yahudi yürüyüşü isimlerin ve atılan adımların aralığının değişmesine rağmen hiç durmadı. Sağ ve sol cenahlardan gelen partiler ve başbakanlar, uluslararası şemsiyeler altında barış süreci olarak bilinen yola girdiler. Ancak sonuç hiçbir zaman bağımsız bir Filistin devletinin kurulması olmadı. Oslo'nun en büyük sonucu, yerel muhtarın bir sokaktaki veya ara yoldaki yetkilerinden daha fazlasına sahip olmayan Filistin Ulusal Yönetimi’ydi.
Nekbe ve Neksa’nın ardından üçüncü istasyon Binyamin Netanyahu oldu. Netanyahu, eski-yeni sütunlar üzerine odaklanan planlarıyla hareket etti. Fikri ve siyasi olarak Herzl, Ben Gurion ve Yahudi aşırılık yanlılarının hepsi bunun içerisinde vardı. Netanyahu tarihi bir İsrail kurmak istiyordu. 1993’te İbranice yayınlanan ‘Güneş Altında Bir Yer’ adlı kitabında bunu bütün açıklığıyla ortaya koydu. Barış karşılığında toprak ilkesini reddetti. Barış karşılığında barış dedi. Birleşik Kudüs ve Golan’dan taviz vermedi. Batı Şeria ilhak edilmeliydi. Buranın Yahudi dini ve tarihi için öneminden bahsetti. Burası ülkenin kalbiydi ve milletin ataları el-Halil’de defnedilmişti. Arapların uygarlığa faydası olmayan bir millet olduğunu ve sadece güç ve kuvvetle düzeleceğini söylemekten çekinmedi. Netanyahu ABD'de yaşadı, orada okudu, çalıştı, siyasi ve diplomatik pozisyonlarda bulundu. Siyasi mücadele sanatında ustalaştı. Likud partisini kontrolü altına aldı. İsrail Başbakanı olarak uzun süre görev yaptı. Uluslararası gelişmeleri kendi çıkarı doğrultusunda kullandı. Onun iktidarı altında İsrail muazzam bir bilimsel ve endüstriyel gelişmeye tanık oldu. Bugün İsrail, Hindistan ve İngiltere'ye silah ihraç ediyor. ABD ile sıkı ilişkiler kurdu. Kongre'nin yardımıyla Obama'nın İsrail'e barış politikası dayatma girişimlerini kırdı. Donald Trump onun için bir armağan oldu. “İsrail, Yahudi Halkının Ulus-Devleti” başlığını taşıyan yasayı çıkardı. Ona yönelik ciddi suçlamalara rağmen yine başbakanlık koltuğuna oturdu. Tüm siyasi ve yasal engelleri aştı.
Filistinliler, sanki bu üçüncü istasyonun kitabı olan Güneş Altında Bir Yer’i okumamış gibiler. Bu bir ‘Nekbe Neska’dır.