Abdullah Raddadi
Suudi araştırmacı ve ekonomi uzmanı
TT

Hong Kong sahasında Çin-ABD Savaşı

Hong Kong'daki sistem türünün tek örneğidir. Hong Kong 1997'de İngiliz yönetiminden Çin kontrolüne geçtiğinden beri resmi olarak Çin devletinin sınırları içerisinde kabul ediliyor. Ancak Çin'den bağımsız yargı yetkisiyle ve sağladığı bireysel özgürlüklerle özerk bir sistem olarak hareket ediyor. Bu sistem (bir ülke, iki sistem) yönetimin İngiltere'den Çin'e geçmesinin temel koşullarından biriydi ve 50 yıl sürmesi planlandı.
Çin şu anda bu yasaları değiştirmeye karar vermiş gibi görünüyor. Çin hükümeti geçtiğimiz hafta Hong Kong'a yeni yasalar uygulamasını mümkün kılacak bir karar aldı. Bu kanunlardan en göze çarpanı, Çin merkezi hükümetinin otoritesini ihlal edenlerin yargılanması ve ilk kez Çin merkezi hükümetine bağlı güvenlik merkezlerinin açılmasıdır. Birçok ülke bu adımları bir ülke, iki sisteminin ‘bir ülke, bir sistem’ tarzında dönüştürülmesi olarak değerlendirdi.
Birkaç ay önce bu düzenlemelerin tartışılmasıyla birlikte Hong Kong’da bu kararları protesto için geniş çaplı gösteriler düzenlendi. Düzenlemelerin kabul edilmesi ve taslağın yayınlanma tarihinden itibaren bir ay içinde yürürlüğe gireceğinin onaylanmasının ardından protestolar yeniden alevlendi. Birçok ülke de bu kararlar karşısında Çin’i kınadı. ABD, İngiltere, Kanada ve Avustralya bu kararı kınayan ortak bir bildiri yayınladılar.
Ancak ABD'nin tepkisi -beklendiği üzere- diğer ülkelerin yanıtlarından daha şiddetli oldu. ABD Başkanı Trump, korona salgınının ardından Çin’i hedef alabileceği bir fırsat daha yakaladı ve bu kararları Hong Kong için trajik olarak nitelendirdi. Trump, bu kararların buradaki özerk yönetimi doğrudan tehdit ettiği değerlendirmesinde bulundu. Ardından ‘Çin ve Hong Kong'dan kararları uygulamaya çalışan yetkililere yaptırım uygulanması’ gibi bir dizi tehditle Çin’e bir saldırı başlattı. Ayrıca Çinli öğrenciler ve işçilerin vizelerine ek kısıtlamalar getirilmesi ve mevcut bir dizi vizeni iptal edilmesi tehdidinde bulundu.
Hong Kong geçen yıllar içerisinde farklı bir muameleye tabi tutulması sonrasında önümüzdeki aylarda Çin ile eşit bir şekilde muamele görebilir. Bu eşitlik Hong Kong vatandaşlarını çeşitli şekillerde olumsuz etkileyebilir. Muhtemelen bu eşitlikten zarar görecek en önemli hususlardan biri de vize ayrıcalıklarıdır. Ayrıca bu eşitlik nedeniyle Hong Kong'dan ihraç edilen mallar Çin'e uygulanan tarifelere tabi olabilir. Ayrıca Trump, Çinli şirketlerin ABD borsalarından çıkarılacağı tehdidinde bulundu. Bunun gerekçesi olarak da Amerikalı hissedarların bu şirketlerin aldıkları finansal riskleri bilmeksizin güvendiklerini ve Çinli şirketlerin farklı yöntemler uyguladıklarını öne sürdü.
Ancak tüm bu tehditler Çin'i caydırıyor gibi görünmüyor. Bu yaptırımlardan en çok zarar görecek taraf Hong Kong gibi görünüyor. Bu yaptırımların uygulanması, Hong Kong’un dünyanın en büyük finans merkezlerinden biri olma konumunu etkileyecektir. Çin'in Hong Kong'u riske atması garip olabilir. Zira Çin'deki doğrudan yabancı yatırımların yüzde 60'ından fazlası Hong Kong'dan geçiyor. Bununla birlikte geçtiğimiz yıl Çin’in borsalar düzeyindeki arzlarının yaklaşık yarısı (35 milyar doların üzerinde) Hong Kong'daydı.
Çin kontrolünün dayatabileceği yönünde bir mesaj göndermeye çalışıyor gibi görünüyor. Bugün Hong Kong'da yapmış olduğunu daha önce pek çok kez Tayvan’da yapmaya çalıştı. Hong Kong ekonomisinin 1997 ile bugün arasında Çin olan oranı göz önünde bulundurulursa Çin'in bu kadar zaman gecikmesini anlamak mümkün. O sıralar Hong Kong’un ekonomisi Çin ekonomisinin yüzde 18,4’ünü oluşturuyordu. Bugün bu oran yüzde 2,7'ye düştü. Bu, Hong Kong ekonomisindeki düşüşten değil, Çin ekonomisinin bu kararları alabileceği kadar büyük hale gelmesinden kaynaklanıyor. Bu kararlar Pekin’e, Hong Kong üzerindeki olumsuz ekonomik etkilerinden daha önemli görünmektedir.