Halid Berri
TT

Yahudiler, Yahudilik ve siyasal İslam

Abdulvehhab el-Mesiri, 1990'ların ortalarında ABD’den döndükten sonra, ‘Yahudiler, Yahudilik ve Siyonizm’ başlıklı dev bir ansiklopedi ile birlikte anıldı. Dr. Mesiri ile bu ansiklopedide yer alan fikirler hakkında röportaj yapmak üzere yanına gittim. Nazik, dinlemeye hevesli, bilge, neşeli ve arkadaş canlısı bir adamla karşılaştım. İlk görüşmemizin ardından kendisi ve eşiyle birlikte operaya gelmem için beni davet etti.
Dr. Mesiri bu ansiklopedi aracılığıyla genel olarak Batı modernliğine, özelde ise Siyonizm'e yönelik bir dizi eleştiride bulundu ve Siyonistleri Batı’ya hizmetinde ‘istihdam edilen’ bir grup olmakla itham etti.
Her ne kadar farkında olmasa da Dr. Mesiri’nin Siyonist projenin amaçlarına ulaşmadaki başarısından etkilendiğini iddia ediyorum. Dr. Mesiri bu etkiyi susuzluk çektiği bir dönemde İslami siyasi harekete aktardı. Burada İslam ve Yahudiliğin, Kur’an-ı Kerim’de de belirtildiği üzere tek bir mesajın uzantısı olduğunu unutmamalıyız.
İslamcılığın Siyonizm'de hayran olduğu şey, Siyonistlerin dini ‘ulusal bir şuura ve siyasi bir misyona’ dönüştürmesiydi. İslamcılığın laiklerin ilgisini çekmek için Siyonizm'den ödünç aldığı temel fikir, siyasi projeye hizmet etmek için dini bir bağlılık şartı koşmamaktı. Siyonistler, dindar Yahudiler olmak zorunda değillerdi. Bu kimseler yalnızca milliyetçi Yahudilerdi. Bazıları Yahudi bile değildi. Dahası bazıları Yahudilerden nefret ediyor ve Siyonizm'i Yahudileri onlardan uzak bir çerçevede birleştirecek bir proje olarak görüyorlardı.
Bu son paragrafa dikkat edin. Çünkü Siyonizm, 1990’ların ortalarında solun siyasal İslam ile birleşmesiyle oluşan yapbozun eksik parçasıydı. O sıralar Sovyetler Birliği çökmüş ve Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgalinden hezimetle dönmesinin ardından Arap bölgesindeki solcu güçlerin ‘resmi sponsoru’ görünmez olmuştu. Kısaca ifade etmek gerekirse sol akım, Siyonist hareketteki laik Yahudilerin rolüne benzer bir şekilde ‘İslami Uyanış’ içerisinde kendisine bir rol bulmuştu.
Dr. Mesiri ve çevresindeki gençler bunu ‘Uygar İslam’ olarak formüle ettiler. İslam, arka bahçesinde Ortadoğu çatışmalarının yaşandığı alternatif bir bayrak haline geldi. Bu, daha önce Arap Baası ve diğer üniter hareketler tarafından üstlenilmişti. Bu dönüşüme ‘İslami Sosyalist Baas’ adı verildi. Ellerinde para bulunan ve kitleler üzerinde nüfuz sahibi olan İslamcılığın en önemi siyasi şartı ise liderliğin kendilerine verilmesiydi.
Bu koalisyondaki İslamcılık, ‘Muaz’ın kılıcına, teröristlerine, Mushaf’ına, Sahva Hareketi’ne (Uyanış hareketi) ve Doha hazinelerindeki altınlarına’ sahipti. Liderlik konumundan bakıldığında İslamcılık solcu kanatta oluşturulan bir kategoriye konulabilir. Bu, dünyaya ve orta sınıflara sundukları bir kategori. Ancak insanlar “Bunun benim kardeşliğim olması mümkün değil” diyor.
İslamcılık bu liderliğin içindeydi. Aslında bu, Erdoğan'ın siyasi liderliği ve Türkiye’nin direksiyonu eline alması anlamına geliyordu. Yeni üniter ‘medeniyet’ yeni Osmanlı ittifakı anlamına geliyor. Son tahlilde Osmanlı’nın kalıntıları, Osmanlı yönetiminin yıkılmasından sonra kurduğu hayallerin gerçekleştirilmede başarılı oldular. 
İslamcı grupların ideolojisi, devrimci ve solcu radikalizmle buluştu. Bunun sonucunda çağdaş bir tabirle ifade edersek ‘iktidara yükselme’ doktrininin kalıcılığı oldu. Allah’ın hükümlerini uygulamayan gruplar ile savaşmanın yerini ‘faşizm ile savaş’ aldı. İslamcılığın ulus ötesi halifelik fikri, önceki komünistlerin ‘uluslararası imparatorluk’ fikirleriyle bir araya geldi. İstanbul Moskova'dan çok uzak değil. Moskova ve Bağdat tarafından finanse edilen ‘eğitim misyonları’ İstanbul ve Doha tarafından finanse edilir oldu.
Mesiri’nin Yahudi Siyonizmi fikri İslam için uygun değildi. Yahudilik, ulusal kimliği ifade eden yerel bir dindir. Hiçbir zaman bir dünya dinine dönüştürülmedi.
Sonuç olarak, tarihi çatışma içerisinde ismi ile ilişkili bir toprak üzerinde tek bir devlet kurdu. Siyonist hareketin planlamaları, bu ülkenin çıkarlarına yöneliktir. Siyonizm, Batı modernliğinin kalbinde ortaya çıktı, bundan faydalandı ve devleti bu ölçüler üzerine inşa etti. Siyasal İslam ise modernliğe direnmeye çalıştı. Şimdi bizi resmen sömürge imparatorlukları dönemine geri götürmek istiyor.
Mesiri, Türkiye veya anavatana sadakat testindeki fikrini görmek için yaşasaydı nasıl davranırdı bilmiyorum. Bazı öğrencilerinin yaptığı gibi Mısır'ın güvenliğini ve servetini tehdit eden Türkiye’den taraf olur muydu?