Vahdettin İnce
Yazar
TT

Çoban ile dana hikayesi

Yine bizim köyden bir örnekle yazıya başlayacağım. Yine bazıları “çık şu köyden biraz evrensel ol” diye beni eleştirecekler. Neyse ki geçenlerde bir yerde büyük yazar Yaşar Kemal’in Amerika’da kendisine “çık şu Çukurova’dan” diye eleştirenlere, birtakım büyük yazarların isimlerini sayarak “herkes kendi Çukurovasını yazar” diye cevap verdiğini okudum da rahatladım (büyük yazarların kaderi bu, neylersin).
Efendim bizim köyde çok ilginç bir adam vardı. Diğer köylülerin gözünde az biraz meczuptu. Ama kesinlikle çok zekiydi. Bir ara yıllarca kayboldu. Herkes bir yerlerde kurtlar tarafından parçalandığını düşünüyordu. Bir gün birden ortaya çıktı.
Dağları aşa aşa sınırı geçip İran’a gitmiş. İran’ın bizim sınırımıza yakın bir köyünde köyün ağasının yanında yıllarca çobanlık yapmış. “Ağanın iki mandasını güdüyordum”, diyordu.
“Sabahleyin derenin kenarındaki çimene götürürdüm. Güneş biraz yükselince mandalar kendilerini derenin suyuna atarlardı. Ben de oradaki bir ağacın gölgesinde akşama kadar keyfime bakardım. Fakat bir gün ağa pazardan bir dana getirdi ve bunu da mandalarla birlikte güdeceksin dedi. Sabahleyin yine derenin kenarına gittim. Mandalar her zamanki gibi güneşin etkisiyle kendilerini suya attılar. Ama dana otlamaya devam etti. Fakat bir süre sonra dana huzursuzlaştı. Bir eşek arısı danaya musallat olmuştu. Dana etrafında dönüyor, kuyruk sallıyor, türlü hareketler yapıyor arıdan kurtulmak için. Nafile. Birden ok gibi fırladı dana. Ben de peşinden koştum. Kan ter içinde kaldım o sıcakta. Kaç saat sürdü bilmiyorum. Sonunda arı vazgeçmiş olacak ki dana da sakinleşti. Mandaların yanındaki çimene getirdim. Akşam da olmuştu zaten yavaş yavaş eve dönmek gerekiyordu. Gece boyunca dana ile ilgili bir çözüm düşündüm. Sonunda buldum. Evden bir sağlam ip götürecektim ve danayı bir mandaya boynundan bağlayacaktım. Artık bir yere kaçamayacaktı. Dediğim yaptım. Yine her zamanki çimenliğe gittim. Dana bir mandaya bağlı şekilde sakin sakin otluyordu. Ben de ağacın gölgesinde dünkü koşturmacanın verdiği yorgunlukla uykuya daldım. Neden sonra uyandığımda korkunç bir manzarayla karşılaştım. Güneş iyice yükselince mandalar suya koşmuşlar, danayı da beraberlerinde sürüklemişler. Onlar suda serinlerken zavallı dana dört ayağı havada, karnı şişkinlikte patlayacak kadar büyümüş halde cansız duruyordu. Hiçbir şey yapmadan sessizce oradan ayrıldım. Yıllar önce geldiğim yoldan geri döndüm ve işte buradayım. O bunları anlatırken köylülerden biri “Dana mandaya bağlanır mı hiç, hikmet diye bir şey var” demişti.
Yine bizim köyde bu tür hikayelerden sonra “Me anî ser çi?” (bunu neye örnek olsun diye anlattık?) derler. Kıssadan hisse yani.
Demem o ki çobanlık mühim bir iştir. Bir arada güdülecek hayvanlar vardır, hiçbir şartta bir arada güdülmeyecek olanlar vardır. Mesela manda ile dana bir süre bir arada tutsan bile bir süre sonra yeni çevresel şartlar ortaya çıktığında her biri kendi doğasına, içgüdüsüne göre hareket edecek ve doğal olarak düzen alt üst olacak.
Cebri tedbirler alınır da biri diğerinin doğasına uymaya zorlanırsa nefessiz kalıp ayakları dikmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu yüzden çobanlık insanın yöneticilik niteliğini geliştirdiği bir meslektir (gördüğünüz gibi evrenselliğin yolu bizim köyden geçiyor. Öyle durduk yerde büyük yazar olunmuyor anlayacağınız).
Peki, farklı doğalara sahip cinsler hiçbir arada güdülmez mi? Elbette güdülür. Yeter ki her birinin kendi doğasına göre hareket edebildiği bir ortam oluşturulsun. Hikayenin sonunda bizim köylünün “hikmet diye bir şey var” dediği şey.
Peygamberimiz de “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz” buyurmuştur. Bazıları bu hadisi devlet başkanı ile vatandaşların ilişkisi şeklinde anlıyor ki evrensel hakikatle örtüşmüyor. Çünkü devlet yönetimi bağlamındaki ilişki yönetim piramidinin son noktası mesabesindedir. Zaten peygamberimiz de bu hadiste “hepiniz” diyor. Yani herkes her bakımdan yönetici ve aynı zamanda yönetilen konumundadır.
İnsan hayatının çeşitli aşamalarını gözlemlediğimiz zaman bu gerçeği rahatlıkla görebiliriz. Önemli olan elmalar ile armutların toplanamayacağını bilmek gibi herkesin her bakımdan aynı kalıba sokulmayacağını bilmektir.
Bu yüzden yönetimde hikmet çok önemlidir. Hikmet, her şeyi ait olduğu yere koymak demektir. O nedenle Arapça’da yönetime hükümet, yöneticilere de hakim denmiştir. Hikmetle hareket edenler yani. Eğer farklı tabiatlara, özelliklere sahip toplumları belli bir kümenin tabiatı, özelliği çerçevesinde idare etmeye kalkarsanız hikmete aykırı hareket etmiş olursunuz. Sonunda ikisinden biri nefessiz kalıp boğulacaktır. Son ABD olaylarında olduğu gibi. Beyazın çıkarına göre şekillenmiş yönetimde siyah adamların nefessiz kalmaları kaçınılmazdır.
Gördüğünüz gibi bizim köyde ortaya çıkan küçük bir hikayeyi evrenselliğin en tepesi Amerika’ya kadar götürdüm. Arada kalanları da siz düşünün, hikmeti hükümet berdevam mı yoksa nefessiz kalan birileri var mı?
(Büyük yazarlar her şeyi anlatmazlar, bazı şeyleri okuyucuya bırakırlar nitekim.)