Muhammed Fahd Harisi
Suudi gazeteci
TT

Bizden nefret mi ediyorlar?

Birkaç hafta önce petrol fiyatlarındaki rekor derecesindeki düşüş, Suudileri ve Körfezi genel olarak şok etti. Fakat yaşamış oldukları şok bu durumun ekonomik etkisinden kaynaklı değildir. Nasıl olsa bu geçici bir durum ve hızlı bir şekilde eski haline döner. Onları asıl şaşkınlığa uğratan şey bazı Arap kardeşlerinin böbürlenmelerinin boyutuydu. Saddam'ın Kuveyt'i işgalinden sonra bazı Arap başkentlerinde başlayan gösteriler akla geliyor. Kaddafi ve Arap yetkililer arasında Suudi Arabistan'a yönelik komplolarla ilgili diyalogların sızmasıyla aynı zamana denk gelen gelişmeler, Suudi Arabistan’ı dostun ve düşmanın kim olduğunu sormaya sevk ediyor.
Muhtemelen bu tür sızıntılar öncesinde istihbarat odalarında duyulmuş ve kulislerde bunlarla yüzleşmek adına çeşitli çözümler görüşülmüş olabilir. Ancak şimdi sosyal ağlarda herkes bunları okuyor, duyuyor ve dolayısıyla daha fazla etkili oluyor. Bu meseleyi çözmek ve gerçeği açığa çıkarmak önemlidir. Çünkü sessiz kalınan şey kimseyi razı etmez.
İnsanlar doğal bir şekilde şu soruları soruyorlar: Neden bize komplo kuruyorlar? Neyi yanlış yaptık? Bu ve benzeri sorular sosyal medyada yoğun bir şekilde tartışılıyor. Suudi yazarlar da bu tür sorular sorarak tartışmalara dahil oldular. Konunun hassasiyeti sebebiyle bu soruların göz ardı edilmesini, susulmasını ve çözümlerin zamana bırakılmasını doğru bulmuyorum. Halklar arasındaki tefrika, zamanla kapanması zor yaralar açar.
Gerçek şu ki nefret meselesi yeni ortaya çıkan bir şey değil. Amerikalılar 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra “Neden bizden nefret ediyorlar?” diye sordular. Araştırma merkezleri tatmin edici cevap bulmakla meşgul oldular. Biz bu soruyu, -nefretin kesin olduğu varsayımıyla- “Neden bizden nefret ediyorlar?” diye değil; “Bizden nefret mi ediyorlar?” diye soruyoruz. Bu konu hakkında daha önce de yazmıştım, fakat olayların önemi yeniden yazmamız için onları dayatıyor.
Bölgeler arasındaki hassasiyetlerle nefret duyguları arasında ayrım yapmalıyız. Hassasiyetler pek çok yerde mevcuttur. Örneğin İngilizler ve İskoçlar tek bir ülkede yaşamalarına rağmen benzer bir durumla karşı karşıya bulunuyorlar. Bunu ülkeler, şehirler ve kırsal alanlarla kıyaslayın. Bu durum her ne kadar anlaşılır olsa da nefret duygularının kökenine inildiğinde, elit kesimler de nefret diliyle bu tartışmalara dahil olurlar ve mesele endişe verici bir hale gelir. Elitler genellikle popülist söylemlere karşı caydırıcı bir pozisyonda bulunurlar, fakat bunun bir parçası olmaları halinde mantığı ve rasyonaliteyi korumanın dayanakları çöker. Arap dünyamızdaki bu belirsiz ilişki görünüşte istikrarlı bir seyir izliyor. Fakat geçici bir hadisenin patlak vermesiyle birlikte hakkında konuşulmayan pek çok mesele gün yüzüne çıkıyor. Bu bağlamda zamanın bu tür meselelerinin üstesinden geleceği yaklaşım sorunlu bir varsayımdır. Bu kronik sorunlar kendilerini dayatırlar ve merkez ile çevre arasındaki ilişkiler meselesi yüzeye çıkar. Bu, önceki dönemlerden kalma bir meseledir. Bölge haritasına şöyle bir göz attığınızda ağırlık ve etki merkezlerinin nerede olduğunu fark edersiniz.
Bu olumsuz görüşü analiz etmeye çalışırsak, temelde birbirinden uzak olan hareketlerin bazı noktalarda kesiştiklerinin görürüz. Nitekim hayali bir düşman onları bir araya getirir. Sol ve Baasçılar, Nasırcılar, milliyetçiler ve bu çatı altına giren diğer kişiler bu ortak olumsuz görüşe sahiptirler. Ayrıca oportünizm, sürekli bir değişim ve inkarla karakterize olan İslami bir kesim var. Bu kesim oklarını Suudi Arabistan'a yönlendiriyor, takipçileri ve medya organlarıyla Suudi tutumları ve dayanakları hakkında şüpheler vaz ediyor. Devlet tarafından finanse edilen bir medya organı buna önlük ediyor. Suudi Arabistan'ın Filistin sorununu desteklemekten çekildiğini lanse ediyor ve bu meseleyi bahane ederek Arapların duygularıyla oynamaya çalışıyorlar. Arap başkentlerinde İsrail delegasyonlarının varlığı ve yetkililerin ziyaretlerde bulunmaları gibi durumlar ortadayken söz konusu yaklaşım gerçekten komik. Durum böyleyken Suudi-İsrail diplomatik toplantısı büyük yankı uyandırıyor. Oysaki Suudi Arabistan, her zaman Filistinlilerin yanında olduğunu yineledi. Kral Selman, Yüzyılın Anlaşması hadisesinin ardından Suudi Arabistan'da düzenlenen Arap zirvesinin adını Kudüs Zirvesi olarak değiştirdi. Suudi Arabistan, Arap ülkelerinin en büyük ekonomik destekçisidir. Ayrıca siyasi çabalarıyla her zaman Arap ulusal güvenliğini korumaya, güvenlik ve istikrar sağlamaya çalışmıştır.
Milyonlarca Arap Körfez bölgesinde yaşadı, buranın nimetlerinden faydalandı ve güzel anılar biriktirdi. Yaklaşık on milyon Arap sadece Suudi Arabistan'da yaşıyor. Buranın güvenlik ve istikrarından istifade ediyorlar. Aynı zamanda Suudiler kalkınma endüstrisine katkıda bulunanlara şükranlarını da sunuyorlar. O halde şu soru gündeme geliyor: Peki kusur nerede? Basın kuruluşlarının bunun sorumlusu olduğunu düşünüyorum. Bundan kazanç elde ediyorlar. Ayrıca iletişim ve diyalog geleneksel medya kurumlarıyla sınırlı değil. Muhtemelen cahil ya da provokatör birinin sosyal medyada yapmış olduğu bir paylaşım bu nefret söyleminin ve karşılıklı suçlamaların kapısını açıyor.
Asıl sorun elit kesimin de bu bataklığa sürükleniyor olmasıdır. İnsanları asil hedeflere yönlendirmekte rol oynamaları gerekirken meseleyi daha da alevlendiriyorlar. Nefret söylemi ve ırkçılığın bir suç unsuru olarak görülmesi önemli bir gerekliliktir. Kaynağı ne olursa olsun bu tür söylemlere karşı durulmalıdır. Komplo ve fitnelerinin başını çeken kimselerle yasal yollarla mücadele edilmesi gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz gerçeklik mevcut krizlerin daha da ağırlaştırılmasını kaldıramaz. Hatalar her zaman olur, fakat mümin olan kimse hüsnü zanla hareket ederek bunu görmezden gelmeye çalışırken, münafık olan kimseler ise bu hataları görmekte ve göstermekte ısrar ederler.