Abdulaziz Tantik
TT

Yeni bir diriliş için yeni bir bakış…

İçinde yaşadığımız mevcut halin bir çıkış kapısı göstermediği aşikârdır. Bu hal sürekli bir çürümenin nedeni olarak tasvir ediliyor. Mevcut halin hem kültürel boyutu, hem düşünsel boyutu, hem de siyasal boyutu devasa bir yabancılaşma sorunu oluşturuyor.
Sürekli bir yakınma ve şikâyet hali, insanların var olan umutlarını tüketme ile karşı karşıya bırakıyor. Mevcut hal, sürekli içe doğru bir çekişi güçlendiriyor ve olumluluğu yutuyor. Bu yüzden bir an önce bu mevcut halin değişimini öncelemek kaçınılmaz bir sorumluluk olarak entelektüellerin üstlenmesi gereken bir yükümlülük haline gelmiştir.
Son iki yüz yılın hâsılasını ve Müslümanlar açısından bir bakiyesini hesaba çekmek şart olmuştur. İşgale uğramış dönemler, bağımsızlaşma dönemleri ve yeni bir dünya sistemine geçiş dönemi dâhil, var olan durumu düzeltecek ve Müslümanların hem kendi dini yaşama pratiklerini geliştirmeleri ve hem de düşüncelerini kendilerine yönelik bir meydan okumaya cevap üretecek düzeye getirme konusunda ciddi zaaflar vermiştir.
Batı düşüncesi, son iki yüz yıldır İslam ve dolayısıyla İslam düşüncesine bir meydan okuyuşu içermektedir. Bu meydan okuyuşa her dönemde cevaplar verilmeye çalışılmıştır. Ama bu cevapların, bugün için ne düşünce zemininde, ne toplumsal zeminde bir karşılığı oluşamamıştır.
Çözüm arayışları her dönemde var olmuştur ve olmaya devam ediyor. Ancak, iki temel yanlışı beraberinde taşıyan arayışlar sürekli mevzii kaybettiriyor. Birinci yanlış; batı ve batı düşüncesini toptan reddetmek ve onun yaşam üzerindeki ağırlığını, hatta müslüman zihin üzerindeki belirgin baskısını göz ardı eden arayışlar.
İkincisi ise; İslam düşüncesinin gelişim dinamiklerini dikkate almadan mevcut duruma adaptasyon işlevi ile hareket eden ve yenileme/modernleşme arayışlarının tümüdür.
Bu noktada kafaların çok karışık olmasının birden fazla sebebi sayılabilir. Ancak biz burada en temel iki olguyu dikkate sunmak istiyoruz:
İlki; batı düşüncesinin bize sunulduğu biçimi ile ele almak ve özgürlük, insan hakları, eşitlik gibi kavramların büyüleyici atmosferi içinde tav olmak ve ona göre gelenekle bağ kurma çabası…
İkincisi ise; geleneğin mevcut konumunu dikkate almadan İslam düşüncesinin en parlak dönemlerine sığınacak bir psikolojik vasat ile bugün için hangi anlamı taşıdığı ciddiyetle sorgulanmadan usul ile usule dayalı bilginin niteliğini farkında olmadan bir tutmanın ve yine büyüleyici bir gelenek savunusu içinde yer alarak, çözümsüzlüğü çoğaltma durumudur.
Her iki durumda da bilgi eksikliği en temel unsur olarak öne çıkmaktadır. Bu konuda da en önemli unsur ise yöntemsizliğin açığa çıkmasıdır. Yani bir yöntem olmadan ne geleneksel ilim geleneği ile bağ kurabilir, ne de batılı düşünce ve bu düşüncenin izdüşümü olan müslüman dünyadaki durumu ile bağ kurulabilir.
Yani sorunumuz; batı düşüncesini kendi kaynakları ve asli hüviyeti içinde anlama çabalarının zaafı ve zayıflığı, bu konuda yeterli bir bilgi ve eğitim noksanlığı göze çarpıyor. Yorum üzerinden elde edilen ve daha çok batı düşüncesine övgü düzen ideolojik bakışların etkisi ile öğrenilmiş bir batı düşüncesi sadra şifa vermiyor.
Sorun bununla bitmiyor; geleneksel İslami ilimlerin ağırlıklı olarak kesintiye uğraması ve bu konuda yapılacak çalışmaların eksikliği ile batı düşüncesi karşısında oluşturulan yenilgi psikolojisi ve buna dayalı olarak geliştirilmiş, siyasi, sosyal ve iktisadi açılımların batı düşüncesine bağlılığa dayalı oluşu gerçekliği üzerinden İslami ilimlere yönelik ilgiyi hem zaafa uğratıyor, hem de yeni duruma adapte edecek yeni bir formasyon ile eğitimini meşrulaştırıyor. Bu da düşünceyi güçlü bir şekilde etkileyerek onu kendi tarihsel sürekliliğinden kopararak yabancılaştırıyor.
Bugün ise post hümanist çağ tanımlamaları eşliğinde yeni bir kültür ve düşünce eşliğinde bireysellikten tekilleşmeye doğru bir seyir izleniyor. Yani kafaların karışıklığını artıracak yeni bir zeminin varlığı etkileyici bir şekilde önümüzde duruyor. İş zorlaşıyor.
Batı kendi içinde çoğulculuğu bir yöntem ve göreliliği de çoğulculuğun zemini kılarak her yeni oluşan şeye adapte olma halini kolaylaştırıyor. Buna alışan müslüman zihnin kendi temel gerçekliğine yönelmesi gittikçe zorlaşmaktadır.
Belki yukarıda dile getirdiğimiz sebeplere bir temel sebep daha ilave edebiliriz: o da; İslami olan ile ve İslami düşünce ile ve İslami dava ile uğraşanların kahır ekseriyetinin temsiliyet konusunda gösterdikleri zaaf üzerinden müslüman zihinde oluşan travma ve bu travmaya dayalı olarak gelişen ümitsizlik ile birlikte kendini bırakmışlığın oluşturduğu psikolojik vasatta ‘artık bizden hiçbir şey olmaz’ diyecek kadar ileri giderek mevcut ana uyum ve bu uyum üzerinden kendi yaşamını sürdürme ve garantiye alma arzusunun öne çıkmasıdır.
Söylediklerime tabii ki ekleme yapılabilir. Ancak yukarıda tasvir ettiğim sorunlar ve olgular, yaşadığımız halin özetini rahatlıkla gösteriyor. Bu noktada çözümü dışarıda bırakan yaklaşım eksik kalır.
Çözümün ilk ayağı; içinde yaşadığımız ve nefes aldığımız kültür ve siyasal dünyanın tam olarak neye tekabül ettiğini anlama çabasına behemehâl başlamaktır. Yukarıdaki tasviri oluşturan unsurların bu yapıdaki etkisini dikkate almayı unutmadan…
İçinde var olduğumuz kültür, düşünce ve siyaset dünyasını doğru anlamanın yolu; batıda gelişmiş modernliğe dayalı düşüncenin kendisi ile entelektüel zeminde bir yüzleşme kaçınılmaz olandır.
Yalnız bu yüzleşmeyi sağlamak içinde batı düşüncesinin oluşumunu, seyrini ve gelişim dinamiklerini, iç tartışmalarını ve sorun çözme kabiliyetleri ile birlikte dünyayı taşıdığı zemini de dikkate alarak önce öğrenmek ve sonra yorumlamayı başarmak kaçınılmaz olmalıdır.
Batı düşüncesi bizzat kendisini olduğu gibi idrak etmeden ona yönelik bir eleştirinin ayağı hep eksik kalacaktır. Bu yüzden batı düşüncesi üzerine ciddi çalışmalar yapacak entelektüel ve aydın insanlara ihtiyaç fazlasıyla ortada duruyor. Doğru öğrenme olmadan yapılacak her yorum arayışı yanlışa kapı aralayacaktır.
Batı düşüncesi için bir büyü bozumu şarttır. Yani büyüsünden kurtulmadan onun neliği meselesi tam olarak ortaya konamaz. Bu İslami ilimler açısından da öyledir. Yani bir büyü bozumunu gerçekleştirmeden işe başlamamak lazımdır.
Bu büyü bozumu bizi ayıktırır ve akli yetimizi doğru kullanmayı sağlar. Geleneksel İslami düşünce açısından da tam olarak neye tekabül ettiğini anlamak için nesnel bir zeminden hareketle öğrenmeye çalışmak elzem olmaktadır. Önceliğimiz, ele alacağımız şey her ne ise onu doğru bir şekilde öğrenmeye çalışmak olmalıdır.
İslam düşüncesinin tarihsel seyrini dikkatle izlediğimizde sorun oluşturan boyutlarını ve sorunu çözüme kavuşturan boyutlarını birlikte düşünmek ve bugüne taşırken neyi nerede kullanacağımız konusunda açık bir fikre sahip olmayı başarmalıyız.
İslami bilginin üretilmesinde iki temel unsur dikkat çeker; kıyas ve makasıt… Yani ‘Nass’ın yorumlanmasında iki yöntem öne çıkar. Nassın maksadının neliği ve nassın olgu olarak kıyasa mehaz olması…
Âlimler, bu iki yöntemi de kullanmışlardır. Bu iki yöntemin olumlu ve olumsuz boyutları olduğunu gözlemlemek için tarihsel seyrini izlemek yeterlidir.
Örneğin; makasıt üzerinden İslamcılığın modern bilgi ile ilişkisini kurmaya çalışanların ağırlıklı olarak modernist İslamcı düşüncenin oluşumunu besledikleri açıktır.
Aynı olgu üzerinden de kıyas açısından meseleye bakıldığında bugünün sorunlarını çözüme kavuşturma ve onu toplumsal bir zemine kavuşturmada yaşanacak zorluklara yönelik yığınla çalışma bulunabilir.
Ama kıyas aynı zamanda sahih bir bilginin varlığını kaçınılmaz kılacağı gibi yeni sorunlara kapı da aralayabilir.
Bu yöntemin kendisinden neşet eden bir durumu işaret eder. Makasıt içinde benzer bir şey söylenebilir: Kullanımında olumsuz bir olgunun varlığına kaynaklık etmesi mevcut sorunlarımızı çözüme kavuşturmada ve insanlığın yeniden din ve anlam ile buluşmasına yeni imkânlar sunmayacağı anlamına gelmez. Çünkü makasıt ile birlikte yeni durumu, yeni bir bakışla sahih bir düşüncenin nesnesi kılınabilir.
Çözüm, hem batı düşüncesini doğru anlamak, hem İslami ilim geleneğinin oluşturduğu bakışı doğru anlamak ve bu doğru anlama üzerinden İslami ilim usulü açısından kabul gören makasıt ve kıyas yöntemini doğru zeminlerinde kullanarak sorunlarımızı çözüme kavuşturacak bir iyimserlik üzerine umudu kurmaktır.
Bu umut, bizi doğru yönteme ve doğru istikamete taşıyacak bir psikolojik vasatı kuracaktır. Saf bir niyet ile istikametimizi doğru kurduğumuzda ve sahici bir örneklik oluşturarak kişileri sahicilikle buluşturduğumuzda sorunun önemli bir kısmını çözmeye aday olmuş sayılırız.
Son olarak makasıt ile kıyas arasındaki farkı ve kullanım alanı ile ilgili olarak bir bakış ortaya koyalım: makasıt, hedef ve amacın gerçekleştirilmesi, dolayısıyla soyut bir zeminde iş görür.
Kıyas ise daha çok somut durumlar için; yani yasaklar, emirler, kulluğa dair edimler açısından ele alınmalıdır. Böylece her iki yöntemi kullanma imkânına haiz oluruz. Meseleleri kendi farkları içinde anladığımız zaman o farkı dikkate alarak onlara yaklaştığımızda sorunu çözme konusunda önemli bir merhaleyi geride bırakmış oluruz.
Sorunların çözümünde oluşturulacak güven ve bu güvenin oluşturacağı iyimserliği asla göz ardı etmemeliyiz. İnsanlara güven vermeyen âlim ve entelektüellerin çözümü doğru olsa bile işlevsel olmayacağı için sorunu çözmeye takat getiremez. Bu yüzden Müslümanlar ile sahici bir ilişki kurma ve güveni eksene alan bir bağ kurma en başa yazılmalıdır.