Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

İçeriden bir bakışla bölgesel güvenlik

Olaylara dışarıdan bir bakış her zaman daha iyi ve parlak olmuştur çünkü geleneksel, alışılagelmiş, yaygın ve başarısı kanıtlanmamış olandan uzaklaşma anlamına gelmektedir. Aksi takdirde doğası gereği karmaşık konuları düşünmeye gerek olmazdı. Bölgemizde ele alınması ve düşünülmesi gereken en acil konu ise “bölgesel güvenlik”tir.
Eski dostum ve her zaman yeni fikirlerin sahibi Memun Fendi, bu gazetede 6 Haziran’da yayınlanan yazısında tam olarak bunu yaparak bölgesel güvenliği ele aldı. Ancak bunu yaparken, bölgemiz Ortadoğu’daki mevcut koşulların gerçekleri ile yüzleşme cesaretine sahip olmayan düşünceler dışında kendisine yeni bir yol aramayı göze aldı. Yazının detaylarına baktığımızda bölgesel güvenliğe dair fikrini cesur bir şekilde sunduğunu görürüz. Memun Fendi, güvenliğin karşılıklı tepki ve davranışlar doğrultusunda oluştuğu noktasından yola çıkıyor. Buna göre, güvenlik ya kendisini ihlal edenler tarafından dolaylı olarak ya da esasen kendileri ile diyalogun zor olduğu düşmanlar tarafından daha açık yollarla tehdit edildiği için ortadan kalkar ve bu dengesizlik daha sonra da olduğu gibi devam eder.
Bölgedeki dengesizliğe dair hızlı bir okumanın başlangıcı, bölgede var olan çatışmaların gözden geçirilmesi olmalıdır. Bu çatışmalardan bazıları, Suriye, Libya, Yemen ve açık bir çatışma halinde zaman zaman ortaya çıkan Filistin gibi, açık ve nettir. Bazıları da zaman zaman suikastlar ve saldırıların yaşandığı, mezhepçiliğe ve şiddet ideolojisine dayanan silahlı grupların bulunduğu Irak gibi daha az açıktır.
Meseleyi daha yavaş ve daha derin bir şekilde okumak bizi, 21’inci yüzyılın ikinci 10 yılının başında bölgeyi vuran depreme geri götürmektedir. Batı’da bu deprem, “Arap Baharı” şeklinde adlandırılarak güzelleştirilmeye çalışıldı. Oysa bu deprem, bölgeyi ve ülkelerini sarstı. Güveni yok eden ve ulusal devleti tehdit eden dalgalar doğurdu. Arap olmayan komşu ülkeler, bu jeopolitik dengesizliği Arap komşularının üzerine çökmek için bir fırsat olarak gördü. İran, dört Arap başkentini kontrol edecek şekilde genişledi. Türkiye, ordu, silah ve politika ile üç Arap ülkesine yerleşti. Etiyopya inşa ettiği baraj ile Sudan ve Mısır’ın Nil sularındaki paylarını azaltmaya cüret etti. İsrail, 1948’deki Birinci Nekbe ve 1967’de yaşanan İkinci Nekbe aracılığıyla ilhak ettiği topraklara yenilerini eklemek için harekete geçti ve Filistinlilere Üçüncü Nekbe’yi yaşatmaya hazırlanıyor.
Bölge, tarihi boyunca kendisini vuran diğer depremlerin yol açtığına benzer büyük bir dengesizlik anında güvenliğini kaybetti. Bahsettiğimiz depremler, Moğol istilası, Haçlı savaşları, Osmanlı Devleti ve her çeşidi ile sömürgeciliktir. Bugün bölgeyi vuran deprem ise coğrafi olarak komşu ülkelerin Arap ülkelerine saldırılarıdır. Bu stratejik dengesizlik anında, içerideki komşu ülkelerin fırsatı değerlendirmemeleri, hayali meşruiyetlere dayanan çıkarlarını genişletme ve şiddet kullanma arzusunda olmamaları, hakları olmayan şeyi ele geçirmek istememeleri zordur. Dolayısıyla yine içerideki bu dengesizlik düzeltilmedikçe, güvenlik yeniden sağlansa da bunun mutlaka ortak ve işbirlikçi güvenlik konusunda bir uzlaşı, karşılıklı davranışlar ile ilgili bir düzenleme ya da davranış kuralları üzerinde bir anlaşma çerçevesinde gerçekleştiği söylenemez. Dengesizlik depremden on yıllar önce başlayan bir süreç içinde ortaya çıktığı için düzeltilmesi ve dengelenmesi için de benzer bir sürece ihtiyaç vardır. Bölgesel düzeyde tehditlerle karşı karşıya olan Arap ülkeleri gibi uluslararası sistemde güvenliklerini tehdit eden derin dönüşümler yaşandığını hisseden diğer ülkeler de bir kez daha tarihe döndüler. Bu nedenle, Tukididis ve Peloponez Savaşı, Machiavelli ve siyasetin özünün arkasındaki güç, Hans Morgenthau ve “uluslar arasında siyaset”, Henry Kissinger, güç dengelerini anladığımızda geri kazanabileceğimiz dünyadan bahsetmeye başladılar.
Bu bağlamda bölgesel güvenliği sağlamının ilk adımı, ortak eylemle ilgili bir siyasi çerçeve üzerinde uzlaşmakla değil güç dengelerini düzeltmektir. Başlangıç olarak, askeri dengenin yanı sıra ulusal devletin iradesi ve caydırıcı ittifaklar kurma gücü dengesi düzeltilmelidir. Bir Arap liderliğinin devletin dayanaklarını takviye etmek, zaman, çağ ve insanlığın kaydettiği ilerlemeyle uyumlu derin reform süreçleri ile enerjilerini açığa çıkarmak adını verdiği süreç işte budur.
Bunların bir kısmı (reform süreçleri) zaten bazı Arap ülkelerinde yaşanıyor. Bu bir tür kendi içine kapanma ya da kabuğuna çekilme veya kendini soyutlama sayılsa ve her ne kadar yakın vadede bireysel dış politikalara yol açsa da gerçekte bölgesel dengeyi düzeltmeye yönelik ilk adımları atmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden canlandırılması ve savaşın yıkımlarından kurtulması Avrupa güvenliğine giden yolun ilk adımı olmuştu. Ardından NATO ile daha sonra Avrupa Birliği adını alacak Avrupa Topluluğu’nun kuruluşunun temsil ettiği ikinci adım gelmişti. Bu süreçte nükleer silaha sahip olma çabaları bir lüks değil, Sovyetler Birliği’nin geleneksel ezici gücünü dengelemek için bir gereklilikti. Daha sonra 1974 yılında Helsinki’de Avrupa’nın bölgesel güvenlik çerçevesi belirlendi. Bu çerçeve, savaş bittiğinde var olan Avrupa sınırlarının kabulüne dayanıyordu. Son olarak da karşılıklı güven ve anlayışı geliştirmek, nükleer silahlanma, uzun ve orta menzilli füzelerin üretimini sınırlamak için gerekli ilk kurallar hazırlandı.
Elbette, dünyanın bölgeleri, bu bölgelerin tarihleri ve jeopolitik koşulları ne aynıdır ne de birbirine benzemektedir. Ancak, her bölge için temel kural, ne olursa olsun ve sert, yumuşak veya zeki güç kullanımını gerektirse de güç dengesini sağlamaktır. İçeriden bir bakış, birçok Arap ülkesinin kaosa sürüklendiğini ama diğer yandan birçok Arap ülkesinin de bu kaderden kurtulduğunu, Mısır ve Bahreyn’de olduğu gibi kısa süren bir karanlıktan sonra aydınlığa çıktığını gösterecektir. Söz konusu ülkeleri, dengesizlik ateşinde yanan ülkelerde tanık olduklarımıza benzer olaylar yaşamaktan kurtaran ve bu kaderi değiştirmesine katkıda bulunan ittifaklar olmasaydı bu mümkün olamazdı.
Karşımızda tamamen karanlık bir tablo yok çünkü karanlık içinde bile ışık veren pencereler vardır. Nitekim son 10 yıldır var olan bölgesel dengesizlikten faydalanan bölgesel taraflar da iç cephelerinde, bölgesel ve küresel ittifaklarında sorunlarla karşı karşıya bulunuyorlar. Mevcut dengelerdeki stratejik uygulamalar ile içerideki halk hareketlerinin İran'ın Irak ve Lübnan'da nüfuzunu azalttığını gösteren pozisyonlar var. Yemen’de Husiler amaçlarını gerçekleştirmeyi ve Yemen devletini ele geçirmeyi başaramadılar. Libya’da Türkiye’nin ülkenin içlerine kadar ilerlemesinin önünde kırmızı bir çizgi var. Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Fransa ve Almanya’nın pozisyonları sonucu İsrail, Filistin topraklarını ilhak etme adımlarını yavaşlatmak zorunda kaldı.
Bu, tehditlerin durduğu veya bölgesel stratejik dengesizliğin giderildiği anlamına gelmiyor. Yaşananlar, Arap ülkelerinin dayanaklarını takviye edip iyileşerek bir adım, aralarında işbirliği yaparak da bir başka adım atmış oldukları anlamına geliyor. Bundan sonra atmaları gereken adım ise, bölgesel dengesizliği, bir yandan iç yapılanma faaliyetleri kesintiye uğramadan devam ederken diğer yandan aynı anda birçok siyasi krizi yönetme potansiyeline sahip bir ittifak yoluyla caydırıcı ve etkin bir denge kurarak düzeltmektir. Bütün bunlar, bölgesel güvenliğe dair bölge ve dünyanın tanıdığı bir iç bakışı temel almalıdır.
Dışarıdan bir bakış açısının da yararlı olması mümkündür. Nitekim Filistin davasının bu şekilde ele alınmaya başlandığına dair bazı işaretler bulunmaktadır. Bu bağlamda bir yandan Filistin halkının haklarını korumaya bağlı kalınırken diğer yandan İsrail ile insani işbirliği alanları yaratılmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla, gerek içeriden gerekse dışarıdan bakışların eylem alanı hala çok geniştir. Önemli olan, düşünerek hareket etmektir.