Dr. Tallal et-Tureyfi
Suudi Akademisyen ve Medyacı
TT

Zekeriya Kurşun’un ‘Suudilere Reddiye’ isimli yazı dizisine reddiye (1)

Efsaneler, hayaller ve düşler, Türk Anadolu sentezini bizlere tarih diye pazarlıyor
Ara başlıklar:
*Kurşun, Anadolu Türklerinin Araplar karşısında yaşadığı medeniyet krizinin canlı örneğidir
*Anadolu Türkleri kendilerine ait bir medeniyet inşa etmediler ve Osmanlı: Arap-Avrupa melezleri
*Resmi bir perspektif sunan Osmanlı arşivi geçmişin hatalarını ve boyanmışlığını gizleyemedi
*Köklü bir medeniyete sahip olmayan milletler, kendilerini şekillendiren çeşitli kültürlere dayanır
Dünya genelinde bazı halklar etnik, ideolojik ve bazen de erken dönemlerinden kaynaklanan kültürel boyutları olan krizlerden muzdariptir. Bu nedenle bazı konuları ele alma konusunda sorunlar yaşarlar. Bu konulardan bir kısmı da tarihi meselelerdir.
Tarih, dünya üzerindeki bazı medeniyet halkları için derin bir krize neden olmasa da ona yabancı olanlar ve dönemin gençleri için oldukça sıkıcı ve yorucu olabilir.
Krizlerden en çok muzdarip olan halklar, yüzyıllar boyunca özellikle de kendilerine yakın olup ardından onlar için engeller oluşturan başka medeniyetler içerisinde asimile olanlar oldu. Tıpkı Çinliler, Persler ve ilk döneminde İslam devletinin yaptığı gibi. Hatta İslam saraylarının son dönemlerinde mevali ve memlûk* sınıfından insanların sayısı oldukça artmıştı. Ardından Batı Asya’ya doğru göçler patlak verdi ve o bölgelerde yayılım gösterdiler.
Tarihsel krizlerden en çok muzdarip olan milletin Anadolu Türkleri olduğunu söylesek abartmış olmayız. Çünkü bu kriz günümüzdeki mensuplarına kadar ulaştı. Bu krizin üstesinden gelmek için, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan ve Arap dünyasını işgal edene kadar genişlemesinden önce, eski sisli dönem için efsaneler ve hayallere dayanan bir tarih formüle etmek için bileşik tarih inşa etmeye başvurdular.
Bileşik tarihe başvurulmasının bir diğer nedeni ise İslamiyet’e girmelerinden ve Arap-İslam medeniyetine entegrasyonlarından önce onlara tatmin edici detaylar verecek eski ve özel kaynakların eksikliğiydi.
Anadolu Türklerini, önceki uygarlıklarıyla ilgili olmasa da, formüle edilmiş bir tarih yaratmaya ve tarihi derinlik inşa etmeye iten şey; başlangıçtaki çıkış noktaları göz önüne alındığında sahip oldukları savaşçı ve askeri özelliklerin bir sonucu olarak İslam medeniyeti içerisinde küçük devletler inşa ettiren tarihsel sürpriz oldu. Çünkü İslam devleti özellikle de Abbasi döneminde çok sayıda Anadolu Türkü saraylarda memlûk olarak istihdam edildi. Bu da yönetimde diğerlerinden çok etki sahibi olmalarına olanak sağladı. Halifeler, emirler ve tüccarlar tarafından mülkiyet anlaşmaları karşılığında paralı asker olarak görevlendiriliyorlardı. Memlûk olarak sayılarının fazlalığına rağmen İslam devleti kendisi ve diğer ilkel insan grupları arasında sınırlar oluşturmaya özen gösterdi. Çünkü bu toplulukların alım gücü ve savaşçı grupları vardı. 
Ancak uzun bir süre sonra bu engeller ortadan kalktı ve bunun sonucunda birçok faktör nedeniyle bölgelerinden büyük gruplar halinde batıya doğru göçler başladı. Bu faktörlerden biri de Moğollar tarafından sürgün edilmeleriydi.  Bu sürgün sonucunda İslam devletinin birçok şehri ve bölgesinde yayıldılar. Bir kısmı da Anadolu’ya göç etti.
Moğol saldırısından önce ve sonra gerçekleştirilen bu insan akışı Abbasi Devleti döneminde, çökmeden önce veya kölelerin (memaliklerin) gölgesinde sözde devlet olarak kaldığında dahi pek de alışılmadık yeni bir siyasi durum ortaya çıkardı. Anadolu Türkleri, sahip oldukları nüfuz, güç ve iktidarı kullanarak büyük devlet içinde küçük devletler inşa etmeye çalıştılar ve çok sayıda küçük devlet kuruldu. Özellikle de paralı askerler ve savaşçılar arasında bu büyümeye büyük önem verildi.
Bu küçük devletler ve saltanatlar arasından Osmanoğulları Beyliği, Anadolu’da kuruldu. Sınır bölgelerinde kurulan bir devlet olması nedeniyle büyüyüp genişledi. Kuruluşunun ilk yıllarında Bizans ve Moğollarla rekabet içine girdi. Daha sonraları bu mücadele yalnızca Bizans’la sınırlandı. Anadolu ve ona yakın bulunan İslam dünyasındaki bozulma ve genel anlamdaki siyasi çöküş göz önünde bulundurulduğunda tarihsel koşullar siyasi yükselişine hizmet etti.
Zamanın geçişiyle birlikte Osmanlıların, beyliklerin kurulmasının ardından gelişim ve genişlemesi sırasında; tarihçiler, Anadolu Türkleri ve Osmanoğulları’nın kapsamlı ve kadim bir tarih inşa edebilecek kaynak ve verilerinin olmadığını fark ettiklerinde şoke oldular. Osmanlıların hali, onlar gibi medeniyetler çağındaki diğer halkların durumu gibidir.
Ne yazık ki Osmanlı Devleti’nin himayesindeki birçok tarihçi, genel anlamda Anadolu Türkleri, özelde de Osmanlılar için efsanevi, hayal ve düşlerle örülü bir tarih yazmaya yoluna gitti. Osmanlı Devleti tarihinin ilk dönemlerini araştıran herkes, anlatılardaki çelişkileri, gerçeklerden çok efsanelere yaslanıldığını ve Osmanlılara birden fazla tarihsel köken atfedildiğini fark edecektir. Bazı ilk dönem tarihçileri, ne akla ne mantığa ne de tarihe uymayan bir şekilde Âl-i Osman’ın, Kureyş soyundan geldiğini söylediler. Bu da zihin karışıklığı ve tarihsel kayboluşu doğruluyor.
Savaşçı gruplar ve paralı askerler için tarihsel bir derinlik inşa etmeye çalışmak kolay bir iş değildir. Kadim bir tarih formüle edilirken bu tür karmaşa, tutarsızlık ve çelişkilerin meydana gelmesi oldukça doğal bir durum.
İnsan uygarlığı birden ortaya çıkan haklar, insanlık tarihi haritasındaki varlıklarını elbette ki bu şekilde kanıtlamaya çalışır. Kaçınılmaz bir şekilde kendine özel bir aristokrasi oluşturacak. Tıpkı Osmanlı Padişahlarının kendi benliklerini inşa ederken yaptığı gibi onları oluşturan İslam kültürüyle uyuşmayan bir yol izleyecek. Özünde var olmayan şeyler ekleyecek.
Bu inşa edilen aristokrasi, onlar ve kendileriyle ilişkili, Anadolu Türkleri tarafından bir süre bölgeleri hakimiyet altına alınan bazı diğer ırklar arasında tarihsel bir gerilime neden oldu. Bunlardan biri de Araplardı. Bölgelerine tarihsel bir derinlik, medeniyet ve kayıt altına alınan bir tarihleri olmadan gelen Türklerin kültürel yapısını oluşturup şekillendirdiler.
Bu nedenle onların özellikle de Araplara yönelişini anlamak için daha fazla araştırma ve analize ihtiyacımız olmayacak. Bir zamanlar etkili, güçlü ve etkili olduklarını, başkaları üzerinde tarihsel baskı uyguladıklarını, sonra aniden her şeyin kaybolduğunu ve Arapların imparatorluklarının devrilmesinin, güç ve etkilerini kaybetmelerinin nedeni olduğunu iddia edenlerin psikolojik ve tarihsel kriz yaşaması doğal bir durumdur.
Her şeyden önce bizim de Anadolu Türklerinin de anlamamız gereken şey şu; savaşlar ve kanlı ayrıntıların aksine kendilerine medeniyet olarak atfettikleri her şey ve Osmanlı Devleti’ne nispet edilen güç aşamaları; temelde Avrupalı, Kürt, Arap ve boyunduruk altına aldıkları diğer milletlerin karışımının bir ürünüdür.
Aslında Osmanlılar, diğer milletlere nazaran Anadolu Türklerinden daha çok muzdarip durumdaydı. Bu nedenle, tarih boyunca devrimler ve bağımsızlık girişimleri dışında onlara herhangi bir katkı sağlamayan kendi halkları tarafından oluşturulan baskıdan kurtulmak için egemen oldukları bölgelerde asimile edip köleleştirdikleri Avrupalılardan oluşan güçlü ve etkili bir sosyal sınıf inşa etmeye başvurdular.
Binaenaleyh tarih ve ırk sorunu, mantıksız temeller üzerine inşa edilen, karmaşık ve birbiriyle ilişkili Anadolu Türkleri açısından çetrefilli bir meseledir. Açıkçası dikkatle ele almamız gereken birkaç ayrıntı var.  Osmanlı tebaası ve Anadolu Türkleri birbirinden hem ayrı hem de iç içe. Ulusal ve etnik çatışmaları ele alan bir çalışma yapmak istediğimizde, Türklerle, Avrupalılarla Türklerin evliliklerinden dünyaya gelen melez Türkler konusunda bir kafa karışıklığı yaşıyoruz. Bunların Türklere mi sonradan ortaya çıkan Türk kültürüne mi yoksa Persler, Şamanizm, Zerdüştlük ve kadim inançların birleşiminden doğan fikri karışıma mı nispet edilmesi gerektiği de bir soru işareti.
İşin açığı bu karışım Osmanlı tarihi araştırmacısı karşısına bir kriz olarak çıkıyor. Derin ve doğru bir ayrışım yapması gerekiyor.
Öte yandan kadim tarihin bilinmeyişine karşılık Osmanlı döneminin ortalarından itibaren arşivlenmiş resmi verilerle karşılaşıyorsunuz. Bu da gurur duydukları milyonlarca belgelik arşivleriyle övünmelerini sağlıyor. Ancak kriz belgelerle ilgili değil, bunlar resmi bir perspektif katar. Asıl sorun bu belgelerden önceki tarih kayıtlarının ne durumda olduğuyla ilgili. Bu, tarihi metinlerindeki mitler, duygusal efsane ve hayallerle boşlukların doldurulduğu krizleri açıklar.
Bu eksiklikler ışığında, bugünkü ve önceki Anadolu Türkleri arasında bu efsanelere dayalı ve formüle edilmiş tarihe başvuranlar olduğunu görmek şaşırtıcı bir durum değil. Bunlardan biri de İstanbul’daki Marmara Üniversitesi’nde Tarih Uzmanı olan Zekeriya Kurşun’dur. Kurşun’un Arap tarihi özellikle de Arap yarımadası ve Körfez bölgesiyle ilgili yetkin çok sayıda çalışma ve kitabı bulunuyor.
Kurşun, Arapça da yayın yapan Türk menşeili Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde, ‘Suudilere Reddiye’ başlığı altında beş makaleden oluşan bir yazı dizisi yayınladı. 7 Mayıs 2020 (14 Ramazan 1441) tarihinde başlayan yazı dizisi 21 Mayıs’ta (28 Ramazan) sona erdi.
Kaleme aldığı yazılarda iç içe geçen ve birbiriyle çelişen birçok konuyu ele aldı. Kurşun bu makalelerde, açık siyasi amaçlarla Suudi Arabistan’ı kasten karalamayı hedefleyerek tarihi seçici bir şekilde kullandı. Hiç şüphe yok ki bu tutum Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin muhalif tutumunu yansıtıyor.
Kurşun, tarihin derinlemesine bilgi sahibi olmayana acımadığının farkında olmayarak tarihi silah olarak kullanabileceğini zannetti. Bir temele dayanmayan bilgilerle yeniden formüle edilen, akademik ve uzmanlık gerektiren makalelerde olması gerektiği gibi sağlam bir bilimsel referansa dayanmayan bir tarihe dayanarak Anadolu’daki Türkler açısından riskli konulara dalarak bir kumar oynadı.
İşte bugün Kurşun’a reddiye olarak başlattığım bu yazı dizisinde, tarihi çıkış noktaları ve mücadele ettikleri psikolojinin anlaşılması için Türklerin formüle edilen tarihini ele almak zorunda kaldım. Bugün giriş yaptığımızı sayabileceğimiz bu yazı dizisinde Zekeriya Kurşun’un siyasi ve tarihi krizleri birbirine karıştırması sonucunda ortaya attığı görüşlerindeki sorunlara işaret edeceğiz.
Kurşun’un iddialarına yanıt verdiğimiz ikinci bir yazıda görüşmek üzere…

*Ç.N:
Mevali: Arap olmayan Müslüman halklar için kullanılan bir terim.
Memlûk: Esir veya köleler arasından seçilip özel eğitimden geçirildikten sonra hükümdarın muhafız birliğine alınan ve zamanla aristokrat bir sınıf oluşturan ücretli askerler.

Zekeriya Kurşun’un ‘Suudilere Reddiye’ isimli yazı dizisine reddiye (2)

Zekeriya Kurşun’un ‘Suudilere Reddiye’ isimli yazı dizisine reddiye (3)