Dr. Tallal et-Tureyfi
Suudi Akademisyen ve Medyacı
TT

Zekeriya Kurşun’un ‘Suudilere Reddiye’ isimli yazı dizisine reddiye (4)

Osmanlı Türkleri, Arap Müslümanlara karşı en ağır suçları işledi. Onları baskı altına alıp ikiyüzlü bir politikalarıyla hayatlarını heder etmekten zevk alıyorlardı. Şöyle ki; İslam ve saltanat üzerine ağlasalar da aslında uğrunda ağladıkları şey prestijleri ve güçleridir ve bunu İslam ve onu korumak adına yaptıkları izlenimi verirler. Bunun arkasındaki amaç farklı milletlerden Müslümanlar arasında propaganda imkânı elde etmektir. Öte yandan gücü, kuvveti ve otoriteyi, propaganda yoluyla elde etmeye çalışırlar.
Zekeriya Kurşun, tarih araştırmaları için ulus devletin inşasından sihirli bir yöntem olarak söz eder ve bunu olmazsa olmaz bir meseleymiş gibi ele alır. Bunun ardından karalamak istediğinde, Suudi Arabistan’da bu durumun tam tersine işlediğini ve Suudi hanedanlığının tarihi tespit yerine tarihin inkarına odaklandığını söyledi. Bunun nedenlerinin ise bedevi kültür anlayışının medeni hayatın tesisine yarayan tarihi reddetmesi ve Vehhabiliğin tarihi anlayışı olduğuna işaret etti.
Kurşun’un ulus devletlerin inşasının, ulusal tarihi mantıklı bir şekilde kullanmaya dayandırdığını varsayarsak; Suudi Arabistan, bu önerinin çok ötesinde bir kapsayıcılık ve derinliğe sahip bir bakış açısına sahiptir. Suudi Arabistan’da tarih, Hz. Peygamber’in (sav) Mekke’de elçilikle görevlendirilişinden başlayıp Arap Yarımadası dışına yayılmasını da kapsayacak genel bir çerçevede İslam tarihi olarak ele alınıyor.
Bununla birlikte Kurşun’un böyle bir meseleyi kavrayabilmesi zordur. Bir ülke kendi özel tarihini formüle etmeye çalıştığında Türkiye’nin yaptığı gibi milliyetçiliğini ön plana çıkarır. Kurşun ve destekçilerinin anladığı tarihi formüle etmektir. Suudi Arabistan’da tarih, bütüncül bir kültürün saf kaynağı anlamına gelir. Türk kültürü de bu kaynaktan çıkmış ve genişlemiştir. Bu, kaynakların, dallardan farklı bir olduğunu anlamayanlar için anlaşılması zor bir konudur.
Vehhabiliği ele alacak olursak, Kurşun’un söylediğine göre Muhammed b. Abdulvehhab öncesini küfür ve delalet olarak niteliyor. Ayrıca 18. yüzyıla kadar yaşanan bütün tarihi birikimi reddediyor. Bu iddialar, Kurşun’un Suudi Arabistan’ın tarihe bakışının yanlışlığını gösteriyor. Suudi kaynaklarının hiç birinde tarih reddedilmez.
Burada belki de Cezayirli bilgin Muhammed el-Hacvi’nin Osmanlıların Vehhabilik kavramının propagandası konusundaki söylediklerine değinmeliyiz. Bunları ele almak dahi zulüm ve iftiradır. Hacvi, Şeyh Muhammed b. Abdulvehhab’ın çağrısı ve Osmanlılar tarafından ileri sürülen yalanlar ve planlardan bahsederken şu cümleleri kullanır: “Mesele, dini değil siyasidir. Aslında din ehli, bu inkârı ilk dile getirenin, 100 yıl önce Haremeyn-i Şerifeyn’i ellerinden çekip alan ilk İbn Suud hakkında yalan propagandalar yayanların Osmanlı Türklerinin kendisi olduğu konusunda hemfikirdir. Mısır Emiri Büyük Mehmet Ali Paşa’dan yardım talebinde bulunanın onlar olduklarının fakındalar. Mehmet Ali Paşa’nın Vehhabiler’i Haremeyn-i Şerifeyn’den kovma ve İbn Suud’u esir alma konusunda onlara yardım ettiğini de biliyorlar. Necid’deki Hanbelileri Vehhabi olarak isimlendirenler de Türklerin ta kendisiydi. İslam dünyasında onlar hakkında suçlamalarda bulunup yalanlar yayanlar da Türklerdi. Necid Hanbelileri hakkında yalanlar yazdırmak için dört bir yanda fakihler kiraladılar. Vehhabilik karşıtı bir kitap yazıp, İmam Muhammed b. Abdulvehhab’ın kardeşi Süleyman b. Abdulvehhab adına yayınlatanlar da Türklerdi. İbn Suud’u esir alıp Asitane’ye götürerek ona verdikleri sözlerden cayıp, ihanet ederek öldürenler de onlardı. Türklerin İbn Suud’a karşı açtıkları bu savaşta yabancıların parmağı olduğunu düşünüyorum. Onlara İbn Suud’un Hicaz’a hâkim olmasını, adalet, güven ve merhamet yaymasını, orayı Allah’ın indirdikleriyle yönetmesini kötü gösterenin yabancılar olduğunu düşünüyorum. Hicaz, Türklerin döneminde, bir kaos ve eşkıyalık merkeziydi. Vehhabilik geldiğinde yolları emniyet altına aldı. Bölgeye adalet ve güven yaydılar.” [1]
Kurşun’un yazılarını incelediğimizde, merceğini Suudilere yönelttiğinde, sûfi bakış açısının etkisi altında kaldığını görüyoruz. Meselenin tarihi ve akidevi konular arasında ayrım gerektirdiğinin farkında değil. Suudi tarihi hakkındaki kitaplarda tüm tarihi meseleler ele alındı. Akide (Kelam) kitaplarında ise Osmanlıların doğrudan ve dolaylı olarak ilgisinin bulunduğu şirk tezahürlerinden biri olan Tasavvuf eleştirildi. Suudi Arabistan’daki itikat anlayışında, Zekeriya Kurşun tarafından kullanılan Vehhabilik kavramı tanınmıyor. Kurşun’un nitelemesi, sûfi Türkler ve Osmanlı tarihi ile ilgili düğümü temsil ediyor. Dolayısıyla, itikat ile tarihi birbirine karıştırıyorlar. İtikat meselesini de Tasavvufi inançlarını savundukları bir tarihi bakış açısıyla ele alıyorlar.
Kurşun daha önce kitaplarından birinde makalesindeki görüşlerle açıkça çelişen ifadelerle Muhammed b. Abdulvehhab’ın görüşlerini ele almıştı. Kitabı ve makaleleri arasında görüş farkı olmasının nedeni ise kitabı kaleme aldığı dönemde Türkler Suudi karşıtlığı yapmıyordu. Makaleler ise ilmi mantıkla ilgisi olmaksızın tamamen politik amaçlarla yazıldı. Kurşun kitabında şu ifadeleri kullanıyor: “Dinin kökenine ve ilk biçimine dönmeyi hedefleyen Muhammed b. Abdulvehhab’ın fikirleri ile Bedevilerin bununla uyumlu doğaları arasında büyük bir uyum vardır. Dolayısıyla bu hareket veya Selefiliğin öne sürdüğü fikirler, yeni bir mezhep ya da doktrin yerine öze dönüş ve dinin ilk biçimini ihya etmeye davet şeklinde tanımlanabilir. [2]
Makalesinde Suudilerin 1960’lı yıllardan sonra tarihin kullanılabileceğini keşfettiklerine işarette bulundu. Suudilerin tarihe yoğunlaşmalarının büyük ölçüde son çeyrek asırda gerçekleştiğine dikkat çeken Kurşun, Necid coğrafyasının yerleşik olmayan bir kültürü temsil etmesinin Suudiler için bir sorun oluşturduğu eleştirisinde bulundu.
Elbette ki bu söyledikleri ile herkesle çelişiyor. Gerek resmi düzeyde gerekse de bireysel yazıya geçirme şeklinde olsun erken dönemlerde başlayan kayıt faaliyetleri ve buna gösterilen özen ve ilginin en büyük şahidi Suudi kaynaklarıdır.  Tabii ki, Suudi Arabistan'da tarih, bir takım gelişim aşamalarından geçti. Suudi tarihinin durumu da diğer milletlerin tarihi gibidir. Necid’in istikrarsız bir bölge olduğu veya Suudilerin önünde engel oluşturduğu yönündeki mantıksal yorumlara dayanmayan Kurşun'un sözlerinin anlamını idrak eden herkes, bu sözlerden suizandan başka bir sonuç çıkarması mümkün değildir.Suudi Arabistan’da ulusal tarih bilinci, ülkeyi birbiriyle zıtlaştırma ve çatıştırma gibi mevcut olmayan bir anlayışı derinleştirme beklentisine giren ülke içindeki düşmanlar için bir krize dönüştü. Bu beklenti Suudi gerçeğinden oldukça uzaktır. Hatta ulusal birlik görüntüleri Suudi Arabistan düşmanları için can sıkıcı bir hal almaya başladı.

‘Ulusal Tarih Pusulası’ Kral Selman
Kurşun, 1980’li yıllarda Mekke’de, Ümmu’l -Kura Üniversitesinde başlayan Hac ve Haremeyn araştırmalarının, İslâm tarihinin değişik devrelerine ama özellikle Osmanlı asırlarına dikkatleri çekmesinin, hanedanın doğduğu coğrafyalardaki mutaassıp çevreleri rahatsız ettiğini iddia etti. Bunlar sadece herhangi bir delile dayanmayıp, temelsiz sanrı ve fikirlerden ibarettir. Çalışmalar, Ümmu’l-Kura Üniversitesi ve Merkezu’l Medine, ayrıca Daretu’l Melik Abdulaziz (Kral Abdulaziz Araştırma Merkezi) gibi devlet kurumlarında yapılmaya ve yayınlanıp korunmaya devam etmekte.
Kurşun, sözlerinin rağbet görmesi ve önem kazanması için Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz’in iyi bir tarih okuyucusu olduğunu ifade etti. Bu, Kral Selman hakkında yeni bir bilgi değil. O, dengeli bir ulusal yaklaşım, düşünce ve yönteme sahip. Görüşleri, yönelimleri, düşünceleri ve analizleri ile önemli bir tarihi denge.
Kral Selman’ın tarihin araçsallaştırılabileceğini keşfettiğini söyleyen Kurşun, dikkatleri Hicaz bölgesinden Riyad’a çekmeye çalıştığına işaret etti. İleri sürdüğü bu iddia, siyasi yönelimlerine göre ortaya attığı varsayımdan başka bir şey değildir. Öte yandan gerçek ise tamamen farklıdır. Tarih araştırma merkez ve kurumlarında, Necid ve Riyad hakkında yazılan kitaplardan kat be kat daha fazla Hicaz hakkında eser yayınlanmıştır.
Bir zamanlar Kurşun'un kendisi Suudi Arabistan'ın himayesini elde etme umuduyla ona sokuluyor, rızasını almayı umuyor, arkasından koşuyordu. Oysa kelimelerle işlerine geldiği gibi oynayarak ve yanılsamalarını büyüterek tarihi şantajlar peşinde olan o ve benzerleri bunu elde etmekten uzaktırlar. Çünkü Suudi Arabistan ve tarihi, şantajlardan ve yanılsamalardan daha büyük ve derindir.

Türk izlerine karşılık Suudi izleri
Necid bölgesi, Osmanlı tarihi açısından bir sorun teşkil ediyor. Bu nedenle Kurşun, Haremeyn-i Şerifeyn’de yapılan genişletmelere Necid damgası vurularak Osmanlı izlerinin silindiğini söylüyor. Bir yandan genişletme faaliyetlerinin ihtiyaç duyulması nedeniyle yapıldığını ifade ederken diğer taraftan Osmanlı izlerinin silinmeye çalışıldığına işaret ediyor. Genişletme faaliyetleri yapılırken diğer taraftan yakın zamanlı tarihi izleri nasıl koruyabiliriz? Bilmiyoruz. Korunması gereken Osmanlı izleri nelerdir? İzlerini korumak uğruna genişletme faaliyetlerini durdurmamız gereken Osmanlılar kim? Bıraktıkları eserler Beytullah’a gelen hacılara hizmet için olmazsa olmaz mı? Yoksa korunması gereken dünyanın önemli bir soyu olarak mı değerlendiriliyorlar?
Osmanlı İmparatorluğu, Hicaz’da bir isim ve bazı taşlar ve tarihe miras bıraktıkları suçlardan başka bir şey değildi, dolayısıyla eserleri nasıl korunabilir? İzler hakkında konuşacak olursak, daha derine ve gerçeğe inmemiz ve eski dönemlerde Türkler tarafından Haremeyn-i Şerifeyn’den yağmalanıp müzelerinde sergilenen eserlerin iadesini talep etmemiz gerekir.  İslam'a ve ulusa hizmet etmek için bir kalkınma arayanlar ile değeri olmayan şeyi empoze ederek tarih ve mantığı kandırmaya çalışanlar arasındaki fark işte budur. Ayrıca iade etmeleri gereken ulusal bir hakkı gasp ettiklerini unutuyorlar. Bu nedenle, eski eserler konusu Türkiye’nin dikkatle ele alması gereken tehlikeli meselelerden biridir. Bu mesele gündeme geldiği takdirde durum aleyhlerine dönecektir. Haremeyn-i Şerifeyn ve Arap Yarımadasıyla ilgili her şeyin iadesi uluslararası toplum nezdinde resmen ve alenen talep edilecektir. 
Dipnotlar
[1] Muhammed el-Hacvi, el-Vehhabiyyun Sunniyun Hanabile, Sahifetu’s Sırât, Birinci Yıl, 5.sayı 26 Cemaziyelahir 1352/ 19 Ekim 1933.
[2] Zekeriya Kurşun, el-Osmaniyyun ve Al Suud fi’l Arşifi’il Osmani 1745/1914, Beyrut: Daru’l Arabiyye li’l Mevsuat, 2005, 104.