Hazım Sağıye
TT

Beyrut tarihi üzerinden yürütülen bir çatışma

Bugün bazı Lübnanlılar nostaljiye başvuruyorlar. İnsan, bir dönemin kapanmak, bir yaşam biçiminin sona ermek üzere olduğu hissine kapıldığında genellikle bunu yapar. Bugün Lübnanlıların nostalji konusu yaptıkları şey, Lübnan’ın başkenti Beyrut, nostalji için seçtikleri zaman ise altmışlı yıllar.
Altmışlı yıllar, küresel cazibesine ilaveten Lübnan için kesinlikle ayrı ek bir çekiciliğe de sahiptir. 1958 yılında ABD ve Mısır’ın ulaştığı ve Fuad Şahap’ı cumhurbaşkanlığı makamına getiren uzlaşı ile başlayan bu 10 yıl, 1967 Arap-İsrail savaşı, onu takip eden ve Filistin direnişinin doğuşuyla İsrail ile yaşanan sınır gerginlikleri ile devam etmiştir. 1969’da Lübnanlılar ile Filistinliler arasında imzalan Kahire Anlaşması ile bu mutlu günlerin sonu olmuştur. Altmışlı yıllar, Lübnan kapitalizminin gelişmesine ve ülkenin uzak bölgelerine yayılmasına tanık oldu. Ama buna ilaveten, göreceli bir istikrara, orta sınıfın genişlemesine ve aynı zamanda Lübnan’ın dünyanın merkezinde yer almasına da tanık oldu. O dönemde Beyrut aynı anda hem büyüleyen hem de büyülenen bir şehir gibiydi.
Ancak, Lübnanlı grupların o güzel zamanları yorumlama ve anlatma biçimi, aralarında var olan mezhepsel ve kültürel çatışmanın ifade bulmuş bir başka şeklidir. Çünkü her birinin o dönemin neden güzel olduğu hakkında öne sürdükleri nedenler ve ona yükledikleri anlamlar diğerinden farklıdır. Bu konudaki çeşitli yorumlar arasından iki tanesi bugün güçlü bir şekilde hatırlanmakta ve yüksek sesle dillendirilmektedir.
Birincisi; turizm ve folklor şehri Beyrut hikayesidir. Bu hikayede Beyrut, yabancı ziyaretçilerin şehridir. Oteller, kafeler, bankalar ve eğlence doludur. Bu hikayede Beyrut güney, kuzey ve Beka’daki yoksul bölgeler dahil bütün bölgelerin başkenti, yoksulların sefalet kemeri ile çevrelenmiş bir şehir değildir. Aksine sadece Baalbek, Cibeyl ve Sayda’da bulunan birkaç arkeolojik alanın, Kafra ve Lakluk’taki kayak merkezlerinin başkentidir. Şehrin bu şekilde turistik ve eğlenceli hale getirenler ise, turizm ve tatilciliği destekleyen ve bu sektörlerle ilgilenen, yabancı aktör ve sanatçıları konuk eden, sanat ve folklor festivalleri düzenleyen bir avuç kişidir. Bunların başında da üst sınıfa mensup “sosyetik bayanların” eşlik ettiği bankacılar ve iş adamları gelmektedir.
Bu turizm hikayesi karşısında ise silahlı hikaye yer almaktadır. Buna hikayeye göre Beyrut altmışlı yıllarda ulaştığı konuma, savaşçılara ev sahipliği yaptığı ya da savaşçılar hakkında yazdığı veya herhangi bir savaşa katılmaya davet eden gösteriler düzenleyerek ulaşmıştır. Bu anlatıya göre Beyrut, Cemal Abdunnasır’ı seven, İsrail tarafından kendisine suikast düzenlenen Filistinli yazar Gassan Kanafani’nin yaşadığı, Amerikan Üniversitesi’nin Arap Milliyetçileri Hareketi lideri Vedi Haddad ile Filistin Halk Kurtuluş Cephesinin lideri George Habaş’ı mezun ettiği, yine bu üniversitesinde Arap milliyetçiliği ideolojisinin teorisyenlerinden Konstantin Zureyk’in ders verdiği şehirdir.
Turizm hikayesi geleneksel olarak Hristiyanlara aittir. Ne var ki, Refik Hariri döneminde Sünniler, turizme yapım ve imarı da ekleyerek bu hikayede Hristiyanlara ortak olmuşlardır. Silahlı hikaye ise Hizbullah zamanında Şiilerin devraldığı ve anlatmaya başladığı hikayedir. Bu hikayenin merkezinde yer alan savaş ve direniş olduğu gibi kalmış ama figürleri, sembolleri ve olayları değiştirilmiştir. Arap ve Filistinli milliyetçi partilerin eğittiği bazı kişiler, burada ve her iki dönemde de hikayelerin anlatıcıları olmuşlardır.
İşin aslı ise altmışlı yılların Beyrut’u her iki anlatıdan da daha büyüktür. Bu hikayelerden her biri aslında Beyrut’un çok sayıdaki parçaların küçük bir parçasından ibarettir. Bazılarının övülecek çabalarına rağmen şehri, ileri gelenleri ve zenginlerinden ziyade şehrin evlatlarının, kırsal bölgelerden ve yurt dışından gelen ve zamanla şehrin evlatları olan göçmenlerin harcadığı emek ve sıkı çalışma ortaya çıkarmıştır. Bu vesile ile Beyrut’un öneminin ve özgüllüğünün nedenlerinden birinin de, yabancıları karşılamak, onlara kucak açmak ve onlara sosyal dokusunun bir parçası haline geldiğini hissettirme görevini yerine getirmesi olduğunu da belirtelim. Öte yandan, Beyrut tabi ki düzenlenmiş olan 2 ya da 20 gösteriden ibaret değildir. Her ne kadar bu aktivite, kimi zaman şehrin canlılığının, demokratik itirazlarının ya da şehre entegre olamamış bazı grupların entegre olma isteğinin ifade bulmuş hali olsa da. Beyrut’ta oynanan ve kitleleri silahlandırmayı (neyse ki bu, o zaman gerçekleşmedi) talep eden bir ya da iki oyuna gelince, bunlar Beyrut’u özetlemekten uzaktır.          
Beyrut aynı anda otel, kafe, restoran, banka, hastane, gazete, yayınevi, üniversite, sinema ve tiyatroydu. Muhalif ve yandaş, direniş ve teslimiyet, sağ ve soldu. Ziyaretçileri arasında silahlı direnişi destekleyen Arap aydınlar gibi silahı ile övünen ve millileştirme akımına kapılmış rejimlerden sermayesini kaçırıp Lübnan’a getiren Arap finansörler, Arap ve yabancı turistler de vardı. Üniversiteleri ise Hristiyan Cebel-i Lübnan’ın mezhepsel ve bölgesel merkeziyetini kıran yeni elit sınıfların üretimine devam ediyor. Beyrut Amerikan Üniversitesi onu bölgedeki ve dünyadaki çeşitli eğitim kaynaklarına dolayısıyla dünyanın çok koşullu, şartlı ve talepkar pazarlarına açmayı sürdürüyor. Bütün bunları tek bir kelimede özetleyecek olsaydık bu, özgürlük olurdu. Çünkü her taraf bunu kendi istediği gibi yorumlasa da sonuç olarak Beyrut’u nostaljinin konusu haline getiren özgürlüktür.