Abdulaziz Tantik
TT

İnsan olmada hatırlamanın konumu…

İnsan, hatırlayarak kendi varlığının anlamını doğru bir şekilde anlamayı başarabilir. Bilgi, insanın anlam arayışındaki yerini koruyor, çünkü bilgi ile hatırlama bir birinin karşıtı değil mütemmim cüzüdür.
Bilginin kaynağı ve insana dair oluşturduğu algıyı da sağlıklı bir zeminde tartışabilmenin imkânı hatırlamaktan geçer.
Hatıralar, hem insanın kendisi üzerinden hem de insanların birikimleri üzerinden derin bir tecrübeye sahip olmayı mümkün kılan bir özelliği sahiptir.
Hatıralar, hatırlandıkça tecrübe insanın gündemine gelerek onun o tecrübeden istifade edebilmesinin imkânlarını oluşturuyor.
Hatıralar, birer tecrübe koleksiyonu olarak çok kıymetli bir şekilde alıcısını beklemektedir. Ancak alıcının hangi hatıraya önem vereceğini ve kendisine isteyeceğini de kendi bilgisinin derinliğine bağlıdır.
Hatıratlar aynı zamanda insanlığın hafızasını oluşturuyor. Yani hatırlama bir anlamıyla hafıza ile doğrudan bir ilişkiyi işaret eder. Hafıza, insanın kendi kimliğini oluştururken beslendiği temel kaynağa aidiyeti sağlar.
Hatırlamak, insanın kendi kıymetini algılayabileceği gibi, ilişkide bulunduğu şeylerin ve kişilerin kıymetini de doğru algılamaya katkı sunar.
İnsan, kendisine sorular sorarak hafızasını harekete geçirirken, hatıralar, hatıratlar ve hatırlamaları sayesinde kendi anlamını idrake yönelir.
İnsanın neliğini ancak insanlığın hatıratları üzerinden düşünülebilinir. Mitolojik anlatılar da buna dâhildir.  Vahyi içinde barındıran ilahi kitaplar, insanın hikâyesini anlatılar, hatıratlar üzerinden anlatır.
Ahdi misak, Kuran’ın anlattığı en önemli hatıradır. İnsan ve yaratıcısı olan Allah’ın bir sözleşme gerçekleştirdiği anın, hatıra olarak Kuran’da bulunması insan açısından çok önemli bir hatıradır.
Bu insanın neliğini izah ederken, insanın konumunu, duruşunu, kimliğini, karakterini ve en önemlisi özünün neye tekabül ettiğini göstermesi bağlamında çok önemlidir.
İnsan, hatıralarla var olur. Hatıraları ona nerede durması gerektiğini anımsatırken, hangi olaya nasıl bir tepki vermesini de beraberinde taşır.
Böylece insan kendi yaşamını açık bir şekilde ortaya koyar. Hatıralar, duygunun, düşüncenin, sanatın, bilimin varlığını da beraberinde taşır. Çünkü bilgi sonuç itibarıyla aktarılarak öğrenilen bir şeydir.
Bilgi, hatıraya dönüşür ve sonra insanın varlığını derinden izah eder. An itibarıyla yapılan gözlem ve deneylerin bir anlam taşıyabilmesi için geçmişte var olan benzer deney ve tecrübeler ile denetlenerek veya onu besleyecek bilgileri, tecrübeleri de hatırlayarak izaha kavuşturulması lazım.
Bu noktada insanın kendi varlığının anlamını kendi bütünlüğü içinde anlaşılır kılabilmesi için, geçmişini doğru anlamak ve geleceğini geçmişi üzerinden kurmak için şimdiyi harekete geçirmesi elzemdir.
Bu yüzden geçmiş, hatıralar üzerinden zihnimizde canlanır. Bu canlanan hatıralar ise, bugünü belirgin kılar. Yarını ise kuşatarak belirleyici bir rol oynar.
Bu yüzden hatırlamak, hatırlatıcı olmak ve hatırlananı bilgiye dönüştürerek istikamet belirlemek insanın kendi hatıratları ile kurduğu ilişkiye dayalıdır.
Bilgi, hatıranın dile gelerek, kelimelere dökülmesi ve o kelimeler üzerinden tecrübeye dönüşmüş hatırayı bir tasvir, değer, yargı olarak ortaya koymasıdır. Böylece bilginin, bilgi olarak karakter kazanması da ayrıca hatıranın varlığına dayanır.
Bu noktada önemli bir tartışma var: bilgi, insanda verili olarak mı var, yoksa sonradan mı kazanıyor?
Bu soruya cevap, bize hatıralar ile insan arasındaki derin bağın neye tekabül ettiğini gösterir.
İnsan ve bilgi ilişkisinde John Locke’nin insanın zihninin boş/tabula rosa olduğuna dair bakış, bilginin kaynağının insanın doğadan hareketle öğrendiğini bunun için akıl ile bilgiyi elde ettiğini söyler.
İkincisi ise insanın zihninde var olan kategoriler eşliğinde doğanın kendisine sunduğu şeyi bilgiye dönüştürür. Bu görüşü de Kant izah eder. Her iki görüşün felsefi karşılığı olarak öne çıkan tutumlar modern felsefenin tarihini oluşturur.
Başka bir bilgi teorisi söz konusu olabilir mi?
Bu noktada Kuran, bize bir teori sunar. İnsan doğuşundan itibaren insanda bilgi verili olarak vardır. Bu yüzden insan taklit ederek çok hızlı bir şekilde öğrenir. Bebeklerin hayata uyumlarının açıklanması buna dayalıdır.
 Bakara Suresi otuzuncu ayetten itibaren insana eşyanın isimlerinin öğretildiği açık bir şekilde ifade edilir. Bu ayet bize meleklerin sahip olmadığı bir bilgi türünün varlığını gösteriyor.
Çünkü melekler kendilerine yöneltilen soruya ‘Biz, Rabbim senin öğrettiğinin dışında bir şey bilemeyiz’ derler.
İnsana yöneltilen soruya ise insan cevabı vermiştir. Çünkü kendisine o bilgi verili olarak verilmiştir.
Kuran’da bir başka bilgi türü daha vardır. Bu insanın iki karakterli bilgiye sahip olması gerektiğini belirtir. Vahyin ilk beş ayetinde belirtilen; ‘insanın bilmediği bir bilgiye muhatap olduğunu’ gösteren ayettir.
Burada insanın bilgisine sahip olduğu bilgi ve insanın bilgisine sahip olmadığı bilgi, ancak bu bilgi de kendisine gönderilmiş olarak varlık sahasına indiriliyor. Vahiy, budur.
İki tür bilgiye sahibiz. İsimlendirme yetkesine sahip olan insan, varlıkla ve eşya ile kuracağı ilişkiyi tanımlar ve böylece bir tanışıklık oluşturur.
Her şeyi zihnine yükseltece bilgi kendisine verili olarak kodlanmıştır. Ancak bu bilgi bir değer üretme adına yeterli bir işleve sahip değildir.
İkinci bilgi türü ise yeryüzüne indirildikten sonra şeytanın açık düşmanlığı ile sürekli bir ayartı ile karşı karşıya kalan insana değerin bilgisi de gönderilerek anlam üzerinden ilişkisini kuracak bir mahiyete sahip olmuştur.
Artık insanın bir mazereti kalmamıştır. Her türlü ayartıcılığa karşı kendini koruyacak bilgiye sahiptir.
Fakat insanın bir başka özelliği öne çıkar: Unutkanlık… İnsan, unutarak kendi varlığının anlamını ve ilişkide bulunduğu her şeyin anlamını kaybeder.
Unutmak, sürekli yeni arayışları beraberinde getirdiği gibi kulak kesildiği şeylerin onu aldatabileceğini de hesaba katamaz. Bu yüzden sürekli ayakları kaydırılır.
Bu ilk ayak kaydırılışını Âdem’in cennete konulduğu süre içinde tecrübe edilmiştir. Bu hatıra bile insanın kendi konumunu ve geleceğini doğru bir biçimde kurmasının zeminini inşa etmesine yetecek bir düşünceyi sunacağını söylemeyi mümkün kılar.
Fakat insan, sürekli şeytanın iğva/ayartmasına açık olmuştur. Her seferinde şeytanın aldatmalarına yenik düşerek yanlışa sürüklenmiştir.
İşte bu süreçte hatırlamak yanlışı bir yerden sonra durdurmak ve doğruya yönelmenin teminatı olmuştur. O yüzden Kuran, kendisini Zikr/hatırlatıcı olarak isimlendirir.
Bu noktada insanın imtihan oluşunu hatırlaması elzemdir. Cennetten yeryüzüne indirildiğini hatırlaması da...
Ve en önemlisi ‘şeytan’ın kendisinin apaçık düşmanı olduğunu hiç unutmaması gerektiğini sürekli hatırında tutmasıdır.
Hatıralar, insanın yaratılışı ile başlar. İlk insanın yeryüzüne indirilişi ve eşi ile yeryüzünü mesken tutmasıyla devam eder.
Ayrıca çocuklarının olması, gelişmesi, büyümesi, evlenme çağları, evlilik yaparak ilk cinayetin varlığının açığa çıkışı, insanın nasıl bir günah galerisine sahip olacağını belirtmesi anlamında tarihsel bir hatıradır.
Yani insan, hatırlama yerine unutmayı tercih ettiğinde insanlık tarihi boyunca neler olup bittiğini hatırlamadığında bugünü hafızasız yaşamaya başlar.
Bu hafızasızlık onu her maceraya sürükler. Nereye sürüklendiğinin kendi katında bir anlamı olmayacağı için her akıl tarafından kullanılmaya müsait olur.
Bugün bunun tanıklığını yaşıyoruz. Hafızasız hale getirilmiş, insanlar, toplumlar, kültürler, medeniyetler, bir, bir yok olmaya yüz tutuyorlar. Bu yüzden tez elden hatırlamaya başlamak elzemdir.
Unutulmuşluğun girdabından çıkış, hafızasızlığı yenecek olan hatırlamayı hemen başlatmak ve bize anlam dünyası kuracak olan ‘hatırlatıcı zikr’in sesine kulak kesilmeyi şart kılar.
Bilmeliyiz ki bize sunulan bilgiler hep yanlı ve bir ayartıcı işleve sahiptir. Bu yüzden önceliği, kendi sahip olduğumuz verili bilgilerimizi hatırlamaya ve bu hatırlamaya yardımcı olan ilahi hitabın bilgisine başvurmaya vermektir.
İnsan çokça bilgiye sahip olarak varlığının anlamını bulamaz. Çok bilgi, kafayı karıştırıcı bilgidir. İnsanların çoğu sahip olduğu bilgi ile ne yapacağını bilmiyor. Bu yüzden bilginin ayartıcı yüzünü de dikkate almalıyız.
Düşünmek, sahip olduğumuz bilginin kıymetini artırır. Çokça düşündüğünde varlığın anlamı insana izhar olur. İnsan özü itibariyle hatırlayarak hakikat ile bağ kurar. Bilgisi arttıkça ayartıcıları çoğalır ve hakikatten uzaklaşır.
O yüzden esasa taalluk eden bilgi hatırladığımız, hafızamızın derununda saklı olan bilgidir. Hakikat insan için tahakkuk ettiğinde, ona muttali olunduğunda anlamını izhar eder.
Yoksa hakikat her zaman tecelli eder ve onu görecek göz, işitecek kulak ve anlayacak kalbi yoksa öylece muallâkta kalır, ta ki biri gelip onu muallâktan kurtarana dek…
Tecrübe en önemli insani edimdir. Hatırlama olmadan tecrübe düşünmeye konu edilemez. O yüzden hatırlamak birinci önceliğimiz olmalı...
Dolayısıyla bize hatırlatıcı şart ve hayatımızdaki önemini idrak etmek şuurlu bir insan olmanın zorunlu ilkesi... O zaman Kuran bir hatırlatıcı olduğunu ilan ederken ona bigâne kalmak insanlığına bigâne kalmak olur...
İnsan, hatırlayarak insan olur ve hatırlamaya devam ederek insan kalır. İnsan, insan kaldıkça kendi konumunu tezahür ettirir ve hakikat ile sahici bir bağ kurar. Ayartıcıların ayartılarına karşı bir zırh edinerek hatırlamaya devam eder.
Hatırladıkça hakikat ona açılır ve hakikat açıldıkça anlam ona belirginleşir. Anlam üzerinden hayatını yaşamaya devam ettikçe ise hakikat hep onun yanında olacaktır…