Zaman zaman şu teori bizi aniden ele geçiriyor: Hizbullah ilk başta bir direniş örgütüydü sonra başka bir şeye dönüştü. Başlangıçta saf iyilikti sonra saf kötülüğe dönüştü.
Bazıları bu dönüşümün tarihi olarak 2008’i, Hizbullah’ın silahlı saldırı düzenleyerek Beyrut’u ele geçirmesini gösterirken bazıları da Hizbullah’ın Suriye iç savaşına müdahil olduğu 2012-2013 yıllarını gösteriyorlar.
Bu analiz en iyi ihtimalle bir kurgudur.
Bilhassa geçmişteki büyük gelişme ve olaylara, şaşırtıcı tekrarları herhangi bir incelemeye neden olmadan (ki bu da kurgusal bilincin özelliklerinden biridir) bakmanın bir yolu olduğu için.
Örneğin, Hizbullah’tan önce Cezayir direnişi Arap ve Müslümanların övünç kaynağıydı. Ne var ki Cezayir direnişinin zaferi sonuç olarak, Bin Bella- Bumedyen’in diktatörlük rejimini ortaya çıkardı.
1958 yılında Mısır ve Suriye arasında kurulan birlik, modern tarihimizin en önemli başarılarındandı ama Nasırcı otoriterlik çok geçmeden Suriye’ye de sirayet etti. Nasırizm bizim en iyi tecrübemizdi ama 1967 yenilgisi, onun bedbaht sonunu teşkil etti.
Filistin direnişi tarihimizin en önemli uyanışlarındandı ama Ürdün ve Lübnan’da iç savaşlara, yine Lübnan’da 1982’deki felakete yol açtı.
Bunun örnekleri çoktur ve modern Arap tarihini aşıp kurgusal perspektifle okunan modern dünya tarihine uzanmaktadır.
1917 Rus Ekim Devrimi, 20’inci yüzyıl için görkemli bir başlangıçtı ama çok geçmeden Stalinizm ortaya çıkıp Rusya’ya hakim oldu.
Bu perspektif iki bölümden oluşan bir beyite benziyor. Birinci bölümde beyitin sahibi, ilkelere (devrim, direniş, sosyalizm vb.) hala bağlı olduğunu ve onlardan geri adım atmadığını bildiriyor. İkincisinde, yaşadıklarının ve sonuçlarının nedeni olan kaderinin talihsizliğini açıklıyor.
Özellikle Hizbullah söz konusu olduğunda, bu kurgusal analizi çürütmek, ikinci bölümdeki kötülüğün birinci bölümdeki “iyiliğin” içinde saklı olduğunu ortaya çıkarmak zor değildir.
2008’teki Beyrut saldırısı ile 4 yıl sonra gerçekleşen Suriye müdahalesi, 1982 yılındaki kuruluşu ile başlayan süreci taçlandıran anlardan ibarettirler.
Bu kuruluşu biraz inceleyelim, olur da belki Hizbullah’ın ilk dönemindeki iyiliği(!) keşfedebiliriz.
Hizbullah, bu artık bir sır değildir, Ali Ekber Muhteşemi’nin büyükelçiliği sırasında İran’ın Şam Büyükelçiliğinde doğmuştur. En başından itibaren, aynı ve tek mezhepçi renge sahip unsurları içermiştir.
Humeyni’nin “Velayet-i Fakih” ilkesine göre yönetimini din adamları üstlenmiştir.
Hizbullah, Tahran ve Şam’ın himayesiyle, diğer Lübnanlı Şii liderliklerin ortaya koydukları uzlaşı niyetlerinde bir çatlak oluşturdu. İlk günlerinden beri, suikastlar, bombalı saldırılar ve yabancıları kaçırma olayları ile Lübnan’ı İran-Irak Savaşı’na bağladı. Ayrıca Lübnan’da bir “İslam Cumhuriyeti” kurulması çağrısında bulundu ama daha sonra bundan vazgeçti.
18 dini gruptan oluşan bir ülkede, böyle bir örgüt ancak ülkenin nihai yıkımı demektir. Saf kötülüktür...
Öte yandan, ilk dönemindeki direnişe odaklanıp yukarıdaki faktörler üzerinde durmayan analiz, sadece tek bir şeyi deklare etmektedir:
“Lübnan ve iç barışı bizi ilgilendirmiyor. Bizim için önemli olan: İsrail’e karşı direniştir.”
Bu analiz de bulunanlar bununla yetinmeyip, direnişle ilgili kurgularına Hizbullah’ın planlarıyla bağlantılı bir kurgu da eklemektedir:
“Lübnan'ı bu ölçüde zayıflatmanın İsrail'e karşı başarılı bir direnişe yol açmayacağını görmek için basit bir mantık yürütme yeterlidir. Böyle sistematik bir zayıflatma ile Liechtenstein Prensliği’ne bile direnmek zordur.”
Oysa, bütün bu mübalağaları bir kenara bırakırsak, Hizbullah’ın Lübnan’ı bölmekte Lübnan topraklarını İsrail’den kurtarmaktan daha fazla başarılı olduğu gerçeği ortaya çıkar.
Daha dakik ve doğru olmak için, Hizbullah’ın yanı sıra İsrail işgalinin sona ermesine katkıda bulunan diğer faktörleri de hatırlatmalıyız.
Mart 1999’da seçim kampanyası sırasında Ehud Barak, İsrail kamuoyunun talebine boyun eğerek seçilmesi halinde Lübnan’dan tek taraflı çekileceği sözünü vermişti. Hizbullah’ın elindeki İsrailli cenazeler kuşkusuz bunda etkili olmuştu ama 18 yıl süren işgal boyunca (1982-2000) bunların sayısı 800’ü geçmemişti. İsrail’de her yıl trafik kazalarında hayatlarını kaybedenlerin sayısı her zaman bundan daha fazlaydı. Her halükarda Ehud Barak başbakan olduğunda, 24 Mayıs 2005’te geri çekilmeyi söz verdiğinden daha hızlı bir şekilde gerçekleştirdi ve 425 sayılı kararı uyguladı.
Hizbullah’ın büyük zaferleri İsrail’e karşı direnişten ziyade başka bir alanda gerçekleşti: Lübnan siyasi hayatında!
2005’ten itibaren Hizbullah, siyasi hayatı felç etmeye ve dehşet salmaya başladı.
Bir an durup bu korkunç gerçeği düşünelim: Hizbullah’ın 2008’de Beyrut kent merkezine baskın düzenlemesinden sonra imzalanan Doha Anlaşması’nın maddelerinden birinde şöyle deniyor: “Taraflar, silah kullanımını veya şiddeti ya da ona başvurmayı yasaklamayı taahhüt ederler.”
Halbuki silahlı olan, bunu kullanan ve başvuran tek taraf, Hizbullah’tır!
Hizbullah, savaş ve barış kararını devletin elinden alarak tabi ki bir zafer daha elde etti. Ama bununla amacı, Filistin’i kurtarmak değil, Suriye’de savaşmak ve İran’a bağlı bir rejimi takviye etmekti!
İşte bu sebeplerden dolayı “Hizbullah başlangıçta iyiydi sonra kötüleşti” teorisi aptalca bir teoridir.
Kötü doğdu ve bugün, büyüdüğü hal üzerine yaşlanmaktadır Hizbullah.
TT
Hizbullah’ı anlamaya dair aptalca bir teori
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة