Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Abbas ve dağınık Filistinli grupların pazarlıkları

Bazı üst düzey Filistinli liderler bile belki Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın neden BAE’nin İsrail ile ilişkileri normalleştirme adımına dağınık Filistinli grupları bir araya getirerek karşılık verdiğini bilmiyorlardır. Zira bu grupların ve örgütlerin çoğu, tarihsel bir dönemde bazı tek partiye dayalı Arap rejimlerinin vitrinleri olarak ortaya çıkan eski güçlere ait isimlerden ibarettir. Söz konusu Arap rejimlerinin ise kimisi ortadan kalkmışken kimisi de son nefeslerini veriyor. Burada bunun, Filistin direniş tarihinin gerçekten onurlu, bu büyük devrimi başlatan Ebu Ammar (Yaser Arafat) ve birçok Fetih Hareketi lideri başta olmak üzere şehitlerin yolu olduğunun altını çizmek isteriz.
Yukarıda bahsettiğimiz partilerden biri de Baas Partisi’dir. Kendisinin Suriye kanadı ve rejimi, peş peşe ve bir dizi askeri darbe yaşamıştır. Bunların kimisi başarısız girişimlerden ibaretti ve sembol isimlerinin ünlü Mezze Cezaevi’ne gönderilerek ölene kadar orada kalmaları ile sonuçlanmıştı. Hafız Esed’in 1970 yılında “yoldaşlarına” karşı yaptığı darbe ile Suriye’de askeri darbeler dönemi sona erdi. Hafız Esed daha sonra bu rejimi oğlu Beşşar Esed’e miras bıraksa da bugün coğrafi ve siyasi olarak bu mirastan kendisine Şam dışında (onun da gündüz tamamı gece ise sadece bazı caddeleri) bir şey kalmadı.
Bilindiği gibi 1965 yılında başlayan, dolayısıyla yaklaşık 55 yaşında olan Filistin devrimini Fetih Hareketi başlatmıştı. Başta Yaser Arafat olmak üzere kurucu kadrosunun ve sembollerinin neredeyse tamamı şehit olmuştur. Aralarından sadece mevcut Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Allah’tan kendisine uzun ömürler diliyoruz) ve Faruk Kaddumi ile Selim ez-Zanun hayattadır. Başlıca şehitleri ise Halil el-Vezir, Salah Halaf, Ebu Yusuf en-Neccar ve Kemal Nasır’dı.
1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra Filistin gerilla faaliyetlerine kapı sonuna kadar açıldı. Bu savaştan sonra İsrail, Ürdün’ün bir parçası olan ve Kudüs’ü de içeren Batı Şeria ile Suriye’nin Golan Tepeleri’ni işgal etmişti. Oldukça geçmişte kalan bu dönemin üst düzey Suriyeli komutanlarının tanıklıklarına göre Suriye ordusu, Golan Tepeleri'ni savunmak için tek bir kurşun bile atmamıştı. Filistinliler arasındaki ilk bölünme, Arap Milliyetçileri Hareketi’nin (Nasırcı) Genel Sekreteri George Habaş’ın liderliğinde kurulan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nde yaşandı. Nayif Havatme liderliğindeki “Demokratik Cephe” ve “Devrimci Cephe” ile birlikte üçe ayrıldı.
Bundan sonra Filistin sahası gerçek ve formalite örgütlerle doldu. Bunlardan biri de 2007’de Fetih ve Filistin Ulusal Otorite’sine (ama pratikte Filistin halkına) karşı kanlı bir darbe gerçekleştiren Hamas Hareketi’dir. Buna rağmen Mahmud Abbas, perşembe günü Beyrut ve Ramallah’ta eşzamanlı olarak yapılan toplantılara Hamas’ı da davet etti. Doğrusu Beyrut’taki toplantı, diğer toplantının eşi olmaktan ziyade Filistin davasından vazgeçmekle suçladıkları Yaser Arafat, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Fetih Hareketi’ne karşı silahlanan bazı sorumluların katıldıkları bir tiyatrodan ibaretti.
Bu noktada, Hamas ve İslami Cihat gibi söz konusu örgütlerden bazılarının Filistin Ulusal Otoritesi’ni ve FKÖ’yü, barışçıl çözümleri, Oslo ve Camp David anlaşmalarını tanımadıklarını, Saika ve Halk Cephesi gibi bazılarının ise devrimci rejimleri temsil ettiğini kaydetmeliyiz. Bu durumda şu önemli soruyu yanıtlamak gerekiyor: Mahmud Abbas, ne ortak bir pozisyon ne de hedefe sahip olan, kimisi barış sürecini “ulusal ihanet” sayan, kimisi de Yaser Arafat’ı bile Filistin davasından vazgeçmekle suçlayan, Oslo ve Camp David anlaşmalarını Filistin davasından ve Filistin halkının haklarından vazgeçmek olarak gören bu örgütlerle ne yapmak istiyor?
Bütün bunlardan daha tehlikelisi söz konusu örgütlerden bazılarının pratikte ne Filistin ne de davası ile ilgili rejimlere bağlı olmasıdır. Mesela Hamas, uluslararası Müslüman Kardeşler örgütüne bağlıdır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi 2007’de Filistin Ulusal Otoritesi, FKÖ ve Fetih’e karşı kanlı bir  darbe gerçekleştirmiştir. Bunlardan bazıları da Filistin direnişi faaliyetlerine geç bir dönem katılmış olmalarının yanı sıra İran istihbaratına bağlıdırlar. Üçüncü bir kesimin ise Filistin direnişinde hiçbir zaman bir yeri olmadı. Uzun yıllar boyunca bazı Arap ve Arap olmayan ülkelerin istihbarat organlarını temsil etmekten başka bir rol oynamadı.
Fetih Hareketi’nin önde gelen sembolleri ile 1989’da Cezayir’de düzenlenen tarihi Filistin toplantısıyla fiili olarak başlayan barış sürecine erken bir dönemde katılan diğer örgütlerin liderlerinin çoğu, yakın zamanda yaşanan bütün bu son derece tehlikeli gelişmelerden sonra kendilerine mutlaka şu soruyu sormuşlardır: Ortak bir hedefi olmayan, bazılarının FKÖ ile bir bağlantısı bulunmayan, barış sürecini ihanet olarak gören bu örgütler gidişatı düzeltip bu tehlikeli aşamada Filistin halkı için kazanımlar elde etme gücüne sahip mi?
Asla ve kat’a. Mahmud Abbas’ın çağrısına kulak verip Beyrut’taki toplantıya katılanlar sadece ekranın karşısına geçip süslü konuşmalar yaptılar. Bunlar şüphesiz daha Ramallah’a ulaşmadan kaybolmuştur. Keza Şam’a döndükleri için kendilerini kutlayarak birbirlerine gülücükler dağıttıklarına da şüphe yok.
Bu tehlikeli aşamada yapılması gereken, tüm bu gerçek ve hayali, kabul eden ve reddeden, uzak ve yakın Filistinli grupları toplamak değil, barış sürecine sıkı sıkıya tutunmaktır. Gereken, Filistin topraklarında veya gurbette yaşayan Filistin halkı, bu halkın haklarına bağlı kalan ve savunan Arap ülkeleri, etkin ve faal dünya ülkeleri açısından kendisine yönelik inancı pekiştirmektir. Bazıları Filistin davasını “kullanan” ya da Filistin halkının gerek kendi torağında gerekse de dünyada elde ettikleri için canlarını feda eden büyük Filistinli liderleri “ihanetle” suçlamaktan başka bir şey yapmayan bütün bu dağınık Filistinli grupları bir araya getirmenin gerçekten bir faydası yoktur.
Filistin davası kuşkusuz bundan bin kez daha tehlikeli dönemeçlerden geçmiştir. Beyrut’taki ya da şehitlerin kanıyla sulanmış Filistin toprağı Ramallah’taki toplantıya davet edilen gerçek ve hayali Filistinli gruplar, ileride yaşanacak herhangi bir kaybın sorumluluğundan da kaçıp bunu tamamen Mahmud Abbas’a yükleyeceklerdir. Filistin halkı ve liderliği adına Oslo Anlaşması’nın sahibi Mahmud Abbas’dır. Dolayısıyla bu büyük halkın tesis ettiği her şeyin yıkılmasının ağır bedelini ödeyecek olan da kendisidir. Bugün yaşanan gelişmelerden bazılarına hak ettiğinden daha fazla değer yüklenmemelidir. Filistinliler açısından işler halen doğru yönde ilerlemektedir. Bu halk, büyük ve muazzam başarılar elde etti ve bunları korumak, pekiştirmek, geliştirmek için bu tür faydasız ve anlamsız toplantılardan uzak durulmalıdır. Zira gerçek devrimci liderlik doğru kararı alıp Oslo’ya gitmeseydi ve bütün bu başarıları elde etmiş olmasaydı o da bugün Hamas ve diğer grupların liderleri gibi hiçbir şey başaramadan zamanını Arap ve dünya başkentleri arasında dolaşıp sert bildiriler yayınlamakla geçirecekti.