Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

‘Her şeye rağmen’ kulübü

İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'i ağırlama meselesi, New York merkezli Dış İlişkiler Konseyi'nin yıllık geleneği haline geldi. Konseyin bu yılki çağrısı ise geniş çaplı bir itirazla karşı karşıya kaldı. Bu itirazlar, politik bağımlıların içerisinde oyun oynadıkları, illüzyonlara kapıldıkları ve birincil görevlerinin para toplamak olduğu balonun sınırlarını aştı. Bu fırtınanın ardında yatan sebep, ünlü güreş şampiyonu ve demokrasi yanlısı olarak seçimlere katılan Navid Afkari’nin öldürülmesiydi. Bu cinayet, Humeyni teşkilatı içindeki bazı unsurlar da dahil olmak üzere İran genelinde bir şok dalgasına yol açtı.
Dış İlişkiler Konseyi, Zarif'e yapılan davetin geri çekilmesini talep eden çok sayıda e-posta ve telefon aldı. Ancak Dış İlişkiler Konseyi bunu yapmayı reddetti. Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass, Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, “Pek çok kişi gibi ben de Afkari’nin infazını kınıyorum. ABD’nin dış politikasının önemli bir boyutlarından birini insan haklarının oluşturduğuna inanıyorum. Ancak Dış İlişkiler Konseyi'nin İran dışişleri bakanı ile görüşmekte haklı olduğunu düşünüyorum” dedi.
Bu açıklama, Haass’ın bu olayı ‘yargısal bir infaz’ varsayarak bundan nasıl kaçınmaya çalıştığına dair iki ilginç işaret içeriyor. İranlı yetkililerinin bir kısas durumundan bahsediyor. Afkari'nin avukatları ise infaz konusunda ne onun ne de kendilerinin hiçbir şekilde bilgilendirilmedikleri konusunda ısrar ediyor. Ayrıca Haass ‘İslam Cumhuriyeti’nin değil, İran’ın dışişleri bakanı olarak Zarif’i takdim ederek’ ortamı yumuşatmaya çalışıyor. Ancak Haass’ın açıklamasının en heyecan verici kısmı son cümlesidir. Çünkü Humeyni rejiminden bir propagandacı yetkiliye konuşması için platform sunarak, Dış İlişkiler Konseyi olarak insan haklarına saygı duyduklarını gösteriyor. Burada sunulan gerekçe, her ne olursa olsun diğer tarafından dinlenmesinin gerekli olduğudur. Aslında Haass'ın ‘her şeye rağmen, yine de’ sözü, edebiyat ve tarih sayfalarındaki diğer ‘her şeye rağmen, yine de’ pozisyonlarını hatırlatıyor.
Örneği Akhilleus, Truva Savaşı'nın sonunda Priamos’a şunu söylüyor:
“Ey ihtiyar! Her şeye rağmen sen de bir gün mutlu oldun.”
1938'de Nasyonal Sosyalist Parti idaresi tarafından Yahudilere ait ev, iş yeri ve sinagoglara yapılan kanlı saldırıların gerçekleştiği gece olan Kristal Gece'den birkaç gün sonra Berlin'deki Fransız Büyükelçisi Robert Colander, Paris'e olanları anlattı ve bunu Avrupa’nın kalbinde yaşanan vahşet olarak nitelendirdi. Colander, “Yine de Almanların Yahudilere karşı hissettikleri rahatsızlık anlaşılabilir” diyerek sözlerine son verdi.
Stalin döneminde Sovyetler Birliği'ni ziyaret eden Batılı entelektüeller, rejim tarafından binlerce kişinin öldürüldüğünü ve milyonların ise açlıktan hayatını kaybettiğini örtük olarak kabul ettiler. Ancak ‘yine de’ bunun kamu yararı için olduğu sonucuna vardılar. İngiliz parlamenterden biri Stalin’i yüceltmesini haklı göstermek için iki kez ‘her şeye rağmen’ ifadesini kullandı. Ardından Nikita Kruşçev’in tiran bir kişiliği övmesini kınamasının ardından aynı ifadeyi ona yönelik eleştirisinde kullandı.
Edgar Snow, çeteler vahşetini fark etmeyecek kadar dar görüşlü olmamasına rağmen ‘her şeye rağmen’ ifadesinin arkasına sığındı ve ABD’de Çin’in komünist propagandacısı rolünü oynayarak kendini haklı çıkarmaya çalıştı.
‘Her şeye rağmen’ kulübün bazı üyeleri, Humeyni rejimi ve uluslararası sahnedeki diğer garip unsurlarla ‘eleştirel bir diyaloğa’ girmenin gerekliliğini haklı çıkarmak için ‘daha fazla bilgi elde etmeye çalışmak’ gerekçesini öne sürüyorlar. Bu bize Bernhardt'ın ‘istenmeyen gerçeklerin ve gereksiz bilgilerin’ peşinde koşanlarla alay etmesini hatırlatıyor.
Haass, Zarif'i dinlemenin Humeyni rejimindeki güç yapısını daha iyi anlamamıza yardımcı olacağından bahsediyor. Bu söz bize Montaigne’in şu cümlesini hatırlatıyor: “Galen’i iyi biliyorlar. Ancak bu hasta adamın muzdarip olduğu hastalık hakkında hiçbir şey bilmiyorlar.”
Her şeye rağmen kulübünün üyeleri bize, her zaman zorluklarla karşılaşan diplomasi mekanizmalarının işleyişini kolaylaştırmak için hassas adımlar atılması gerektiğinden bahsediyorlar. Ancak bu tür hassas adımlar genel bir yaklaşımın kabulüyle anlamlı olabilir. Dolayısıyla Humeyni rejimine ilişkin kapsamlı bir görüşe ihtiyaç vardır. Ne var ki bu kulübün üyeleri böyle bir politika formüle etmekten aciz olmakla birlikte hassas adımlar atılması gerektiğinden söz ediyorlar. Böylece Tahran mollalarının söylemlerinin kendilerinden yankılanmasını sağlamak için bunu çalışmalarının bir gerekçesi olarak öne sürüyorlar.
Zarif, Dış İlişkiler Konseyi toplantısında yaptığı konuşmada da aynı iddiaları tekrarladı. Bunlar her ne kadar yalan olmasa da yıllardır kendisini izleyen kalabalığın sürekli işittiği şeylerdir. Görünüşe göre bir kez daha hayranları aynı iştahla onu dinlediler. Zarif, hayranlarının aklını çelmek için ‘Yüce Rehber Ali Hamaney’ yokmuş gibi davrandı ve ‘İslam Cumhuriyeti’ ifadesini hiç kullanmadı.
Zarif, Tahran’ın Dış İlişkiler Konseyi'nin bulunduğu New York dahil olmak üzere ‘İslam devrimini tüm dünyaya ihraç etme’ stratejisinden de bahsetmedi. Zarif'e göre Humeyni rejimi, yargının bağımsızlığına sahip olduğu ve tüm özgürlüklere saygı duyulan barışçıl bir oluşumdur. Bu rejimin stratejik hedefi dünya çapında barışı sağlamaktır ve ülkede siyasi tutuklu bulunmamaktadır. Tahran'ın Hizbullah ve Hamas’a verdiği destek ise sadece kültürel destekten ibarettir. Suriye'deki İran varlığı, Suriye hükümetinin daveti üzerine yalnızca tavsiye verme konumundadır. 
Zarif'e göre İran'da Amerikalı veya başka yabancı rehineler bulunmuyor. Ortadoğu'da kargaşa varsa, bu ABD'nin hatasıdır. Gerçi daha doğrusu, John Kerry ve Barack Obama gibi iyilerin değil; Donald Trump ve Mike Pompeo gibilerin hatasıdır. Dolayısıyla Dış İlişkiler Konseyi'nin ‘İran rejiminin görüşleri için bir platform sunarken’ benimsediği herhangi bir ahlaki standardı olmadığını açıkça görüyoruz. Bunu en kötü ihtimalle entelektüel bir ihanet yapan şey de budur.
(İtiraf: Dış İlişkiler Konseyi konuşma yapmam için beni iki kere davet etti. Her iki seferde de benden Irak hakkında konuşmam istendi. Fakat benden asla İran hakkında konuşmam istenmedi!)