Zuheyr el-Harisi
TT

Dinlere saygısızlık özgürlük değildir!

Geert Wilders, Hollanda parlamentosunda sağcı bir milletvekili ve Charlie Hebdo ise Fransa merkezli bir dergidir. Onları dini hoşgörüsüzlükle bir araya getiren ve hoşgörüsüzlükten başka bir şey olmayan ortak paydalardır. Yaptıkları şey, ateşe benzin dökerek durumun daha da alevlenmesini sağlamaktır. Hikâye hala tekrarlanıyor ve sahne, aynı senaryoda yaşanıyor. Durumun ciddiyeti Müslümanlar ile Batı arasında kızışma, tırmanış, trajediler, şiddeti körükleme, kapıyı radikalizm ve terörizme ardına kadar açma anlamına geliyor.
Spot ışığını çok seven popülist şovcu Milletvekili Wilders, Müslümanları ve Kuran-ı Kerim’i hedef alıyor. Daha önce başbakan olursa Hollanda’yı Müslüman göçüne kapatacağı taahhüdünde bulunmuştu. Aynı şekilde 25 Eylül’de Hollanda’da Hz. Muhammed’i (s.a.v.) tasvir eden bir resim yarışması düzenlemeyi planladığını açıkladı. Fransa’da, Fransız hiciv dergisine yönelik saldırının sanıklarına yönelik mahkemenin başlamasıyla eş zamanlı olarak Charlie Hebdo dergisi de birçok Müslüman ülkede protestolara yol açan karikatürleri yeniden yayınladı. Hollanda Temyiz Mahkemesi, Lahey’deki bir toplantı sırasında ülkede bulunan Faslıların ‘sayılarını azaltma’ çağrısında bulunması sonrasında Faslılara toplu hakarette bulunduğu suçlamasıyla aşırı sağcı lider Wilders’i kınamıştı. Fransa’da ise bu karikatürlerin yayınlanmasından sonra ‘Charlie Hebdo’ hiciv dergisine 5 yıl önce düzenlenen ve 12 kişiyi öldüren 14 kişinin davası başladı. Dünyada bir arada yaşama, hoşgörü ve dinlerin mahremiyetine saygı gösterme çağrısı yapan seslerin artmasına rağmen bu modeller gibi aşırılık yanlısı seslerin insanlığa yönelik nefretini devam ettiren kakofoni karşısında şaşkın değiliz. Bu zihniyete sahip olanlar, yaptıklarının fikir özgürlüğü kapsamına girdiğini iddia ediyorlar. Herkes ifade özgürlüğünün önemi konusunda hemfikir olsa da anlaşmazlık, bunun sınırları konusunda yaşanıyor.
Hollanda’daki ‘Özgürlük İçin’ partisinin başkanlığını üstlenen bu kindar adam, daha önce Kuran-ı Kerim’in yasaklanması çağrısında bulunmuş, karikatür yayınlamanın ifade özgürlüğünü yansıttığında ısrar etmişti. Dahası Fransız dergisi korkakça bir terör eylemine maruz kaldı ve o dönemde, İslam halkları tarafından kınandı. Çalışanları öldürüldüğünde ise herkes, onun acısını birlikte yaşadı. Ancak bu, insanların inançlarını, kutsallıklarını ve sembollerini etkileyen kışkırtıcı ve tehlikeli bir eylem olduğu için, çizimleri bir kez daha yayınlayarak ve kurbanların yanında olduğunu iddia ederek yapılan yanlış davranışa katıldığımız anlamına gelmez.
Tartışmalı bir mesele olabilir, ancak düşünce ve ifade özgürlüğü ile dinlere ve sembollerine önyargı arasındaki ayrımın farkında olan aklı başında herhangi bir kişi için bu böyle değildir. Bu eylemlerin ve sözlerin, dünyada barış ve güvenliği sağlama sorumluluğuna dayalı olarak Birleşmiş Milletler’in (BM) gözetiminde suç sayılması gerektiğine dair genel bir tavır mevcut. Bununla birlikte bu Hollandalı temsilci, Fransız dergisi çalışanları ve diğerleri tarafından atılan kışkırtıcı adımlar, bu dünyanın etnik ve dini çatışmalara karşı savunmasız kalması için nefret ve ayrımcılığı körüklemeye çalışıyor. Nitekim durum, dünyanın çoğu ülkesinde genellikle kızgınlık ve eleştirilerin de hedefidir. Öte yandan İslam dünyasında El-Kaide ve DEAŞ gibi radikal örgütlerinin ve terör eylemlerinin, İslam mensuplarının imajını bozma, başkalarını yanıltma ve medeni bir çatışmayı sürdürme fırsatı sağlamaya katkıda bulunduğunu kabul ediyoruz.
İdeoloji, şüphesiz entelektüel çeşitliliği zenginleştirir ve bu doğaldır. Ancak ne olursa olsun bir ideolojiyi benimseyen kişi, aşırıya kaçtığında tehlike başlar ve mutlak gerçeğe sahip olma ısrarı ile ortaya çıkan karanlık bir tünele girilir. Bu konuda idelojikleşmiş olan DEAŞ ve Hollandalı Milletvekili Wilders eşittir. Bu da onun, ideolojisine rehin olduğu, sonuç olarak aklın kaybolması ve gerçeğin reddedilmesi durumunda yaşadığı anlamına gelir. Bu ideolojik inancın her zaman başkalarını, yanlış gördüğü ve kendi inançlarına göre kusurlu olmakla nitelediği düzeyde sonuç, her zaman şiddet kullanımı olmamalıdır. Nitekim her bir söylemin farklı içeriği olmasına rağmen sonucun diğerini kabul etmeme olduğunu görürüz, amaç tek ve davranış birdir.
Batı’da hatta Araplar arasındaki medya kuruluşları, her iki tarafta da hala aynı çarpık klişeyi sürdürüyor. Düşmanlık ve nefret ve her iki tarafın birçok kesimi için suçlama unsuru, medyanın sosyal düşünceyi etkileme yeteneğini doğrulayan yöntem haline dönüştü. Bu ise değerlerin ve inançların altını oymayı amaçladığı için araştırmacıların geleneksel savaştan daha tehlikeli gördüğü psikolojik bir savaştır.
Her iki taraftaki aşırılık yanlısı seslerin uygulamaları, provokasyon ve tırmanışa yönelme, radikalizmi teşvik etmeyi, hoşgörüsüzlüğü şiddetlendirmeyi amaçlayan aşırılık yanlısı bir eğilimle ideolojik bir savaşın patlak vermesine yol açacaktır. Bu durumsa boşluğu doldurma girişimlerini engeller. Belki de bu, dinler arasındaki ilişkiye ve zamanımızdaki dini gerginlik meselesine olan benzeri görülmemiş ilgiyi de açıklayabilir.
Dini hoşgörüsüzlükle mücadele etmek; radikalizmi reddetmek, dinin sömürülmesini ve siyasi çatışmalara dahil olunmasını kınamamak demek değildir. Aksine bu mücadele; inanç, bir arada yaşama ve hoşgörü temelinde, dinlerin takipçileri arasında küresel bir anlayışı hedefleyen sürdürülebilir bir medeniyet diyalogu kurmaktır.