Hazım Sağıye
TT

Sudan’ı üç hayır ışığında özetlemek

Hepimiz Sudan ile İsrail arasında başlayan normalleşme sürecini desteklemek gibi karşı çıkma hakkına sahibiz.
Aynı şekilde, ABD’nin Sudan’a uygulanan yaptırımları kaldırmak için uyguladığı bir şantaj olarak bunu kışkırtıcı olarak da görebiliriz. Ancak, desteklerken ya da karşı çıkarken tek bir şartı göz önünde bulundurmalıyız.
O da konumumuzu Sudanlı nedenlere dayandırmak. Bu noktada, görüşler büyük ölçüde değişebilir ama yine de çok önemli olduğunu düşündüğümüz bir standart tarafından yönlendirilmeye devam ediyor; bunun Sudan ekonomisine etkisi, Sudanlıların iradesiyle bağlantısı, Sudan’da demokratik olasılığın geleceğine yansımasıdır. Bu alan bunun gibi her türlü içtihatlara açık geniş bir alandır.
Bunları söylerken aklımızda, Sudan’ın İsrail ile ilgili son politikalarına karşı çıkan bazı kişilerin bu ülke için yaptıkları aşağılayıcı özet var. Onlar Sudan’ı, İsrail-Filistin sorunundaki konumu temelinde yargılıyorlar. Oysa bu sorun ne kadar önemli olsa da Sudan’ın boyutu, rolü ve önemi ile kıyaslandığında küçüktür. Bu mantık, Sudanlıların bugünkü tutumlarını, üç hayır kararı (İsrail ile barışa hayır, onu tanımaya hayır ve onunla müzakerelere hayır) ile ünlenen Hartum Konferansı ile kıyasladığında, daha komik bir seviyeye ulaşıyor. Gerçek şu ki, bu konferans, şaşırtıcı şekilde gerçekdışı siyaseti bir yana, 1967 yılında yani 53 yıl önce düzenlendi. Bu 53 yıl içinde Sudan’daki her şey değişti. Birçok rejim ve nesil geldi geçti. Rejimin (şeriatçı ya da demokrat) meşruiyetini etkileyen, egemen kültüre, eğitim tarzlarına ve diğerlerine uzanan büyük dönüşümler yaşandı. Bu sırada Sudan, kuzey ile güneyi arasındaki uzun süreli savaşlardan sonra 2011’deki ayrılık kararı ile güneyini yani topraklarının 620 kilometre karelik bölümünü, 11 milyonluk nüfusunu kaybetti.
Arapların kayda değer bir ilgi göstermedikleri Darfur ve Cancavid trajedilerini yaşadı. Son olarak da yankıları hala devam eden bir halk devrimine tanık oldu.
Bunun gibi büyük gelişmeler, kendisine eşlik eden ekonomik krizler ve artan yoksulluk, Sudan’ın İsrail- Filistin çatışmasındaki konumu ve uyumu ile ilgili soruyu daha az önemli hale getiriyor.
İsrail-Filistin sorununun Sudan meselelerindeki konumu, uyum sağlayıp sağlamadığına ilişkin soru ise daha da önem kazanıyor.
Bütün bu hesaplardan sonra bir de öğrencilerin ilkokulda ezberledikleri bilgileri hatırlayalım. Sudan’dan bahsettiğimizde, 1.9 milyon kilometre karelik bir yüzölçümünden, etkilendikleri ve etkiledikleri çok sayıdaki komşu ülkenin çevresinde yaşayan 44 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. Bu ülkeler; Mısır, Libya, Çad, Etiyopya, Güney Sudan, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Eritre’dir.
Tarihe ve geçmişe dalmayı sevenler için de şu bilgileri verelim; Sudan Firavunlar döneminde de vardı ve büyük Kuş (Kuşitler) İmparatorluğu, tarihindeki tek büyük krallık değildi. Bundan daha da önemlisi, Müslüman Arapların yanı sıra kuzeyde Nubiler, Kıptiler ve 600 gibi büyük bir sayıya ulaşan küçük etnik gruplarıyla göz kamaştırıcı çoğulcu yapısıdır.
Keza Sudan’da 400 yerel dil ve lehçe konuşulmaktadır. Dolayısıyla, herhangi bir katı ve resmi bağlayıcı ideolojik bilinç, yukarıdan dayatılan bu tür resmi ideolojiler nedeniyle geçmişte çok acı çeken bu ülkenin birliğine bir tehdittir. Bunun için, Cafer en-Numeyri ve Ömer el-Beşir dönemlerine ve bu dönemlerde yaşanılan ölümcül ideolojik deneyimlere bakmak yeterlidir.
Sonuç olarak, Sudan’ı İsrail-Filistin sorunu ölçeğiyle ölçmek, okyanusun büyüklüğünü bir adanın ölçeğiyle ölçmek gibidir. Bu teori daha önce, yetmişli yıllarda Mısır, İsrail ile barış yoluna gittiğinde de denenmişti. O zamanda küstah kişiler, Mısır’ı küçültmeye ve değersizleştirmeye çalışmışlardı. Bu tutum, İsrail ile çatışmadaki önemli rolü nedeniyle Mısır söz konusu olduğunda az da olsa anlaşılabilir, ama Hartum Konferansına ev sahipliği yapmak dışında bu konuda hiçbir  temel rolü olmayan Sudan için tamamen anlaşılmazdır. Daha da kötüsü, Filistin-İsrail çatışmasının çözümünün, önemine rağmen artık Lübnan, Ürdün ve belki de Suriye dışında hiç kimse üzerinde fazla bir etkiye sahip olmamasıdır. Kendisi elbette adalet ve hakikatle ilgili olduğu kadar bölgemizde ve dünyada dolaşan zehri azaltma meselesi olsa da, çözülmesi veya çözülmemesinin  doğrudan siyasi sonucu artık çok küçüktür.
Şimdi, bazıları için iyi, bazıları için de son derece kötü bir zaman olabilir. Ama her halükarda artık farklı bir zamandır. Zamanın farklılaşması ve değişmesi bizim, düşünme ve analiz yöntemimizin, ifade ve davranışlarımızın da değişmesini gerektiriyor.
Bu, gerçekte gördüğümüz ile  gerçekten gördüğümüz arasındaki bir fark veya değişiklik değildir. Hakikatle başa çıkma ve ona ulaşma yöntemleri arasındaki farktır. Gerçeğin, devam eden bir zamanda durgun bir inancın varsaydığından daha zengin ve kapsamlı anlamlarını keşfetme çabasıdır.