Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Siyasal İslam aldatmacası

Sahada, siyasal İslam olarak isimlendirilen durumu reddeden eleştirel bir söylem var. Ancak aslında bize öyle geliyor ki bu eleştiri, siyasal İslamcı partilerin söylem ve pratiği arasındaki ikilem olgusu etrafında dönen soruların aynı alanlarını kapsamaya devam ediyor. Aynı zamanda durum, iktidara ulaşmak için demokrasi talebini kullanmak ve ilk önce siyasi katılımı sağlamak amacıyla sessiz projeyi somutlaştırmakla ilgili. Bu sorunlar hakkında çok şey yaşadık. Bu çerçevede soru şu: Siyasal İslam’a karşı uyguladığımız eleştiri haritası sağlam mıydı, gerçek eleştiri noktalarını içerdi mi yoksa önemlerine rağmen, önerilmeyi ve üzerinde durulmayı hak eden noktaların özünden hala uzak olan meselelere mi odaklandık?
Bize öyle geliyor ki bu eleştiri, siyasal İslam’ın varlığı, işlevi ve bugün varoluşu için bir gerekçe bulunup bulunmadığı gibi noktalara değiniyor. Bu, siyasal İslam olgusunu varlığını sürdürme gerekçelerinden arındırıp, sanrısal işlevlerini geri çekmesi temelinde yapısökümcü bir boyut meselesidir.
Belki de tartışmaya değer mesele, doğrudan tek niteliktedir: Siyasal İslam ile İslam arasında herhangi bir ilişki var mı?
Bu durumun, sorunun özü olduğunu düşünüyoruz. Cevap vermeye çalışırsak ilişkinin seçici ve faydacı olduğunu, İslam’ın özünü, değerlerini ve anlamlarını ihmal ettiğini göreceğiz. Bizim gözlemlediğimiz şey, sözde siyasal İslam’ın kapsamına giren partilerin, çoğu kez ahlaki tuzaklara düşüp, sözler verip ardından başarısız olmalarıdır. Öyle ki İslam’ın özü bir ahlak dinidir ve vaatlerden vazgeçmek ise yasaktır.
Mısır deneyiminde Müslüman Kardeşler, oldukça ciddi suçlamalarla karşılaştı. Durum, Mısır’ın güvenliğine karşı istihbarat teşkil ediyordu. Tunus’ta Nahda Hareketi, son seçimlerde zafer kazandığında Tunus’un Kalbi ile ittifak kurmayacağını açıkladı. Ancak sözünü tutmadı ve Tunus’un Kalbi ile ittifak kurdu. Güvenilirliği ve verdiği sözler için onu seçen vatandaşlarla ilgilenmedi.
Söylemek istediğimiz şey, bu siyasal davranışların siyasal İslam tanımını geçersiz kıldığı, bu partiler ve İslam arasındaki ilişkinin ise öncelikle şekli ve faydacı olduğudur. Nitekim siyasal İslam, dini doğasında ısrar ederse tanımlama gerçeği, onunla farklı olan başka bir dini temsil ediyormuş, ancak İslam maskesi takıyormuş gibi davranmamızı gerektirir.
O halde demek istediğimiz gibi mesele, sadece iktidara ulaşma arzusu değildir, aksine İslam dinini taklit eden partilerle karşı karşıyayız. Bunlar, İslam dinini kurallar ve nüfuz elde etmek için kullanırlar ve tehlike ise burada yatmaktadır. İslam kimliğini, tarihini ve bugününü koruma çağrısıyla projelerine başlayan bu partiler, İslam’ın değer ve ahlakına hiç önem vermediklerini kanıtlamış, vaatlerin yerine getirilmesini, söz ve eylemde dürüstlük değerleri ve diğer ilkeleri dikkate almamıştır.
Pek çok davranışsal duruma bakarak siyasal İslam olgusunun İslam’la bağlantılı olarak öne sürdüğü şeyin, siyasi bir hile olduğu sonucuna varmak mümkün müdür? Bu bağlamda Selefilik ve dini radikalizm gibi, aynı zamanda bir tür sahtekarlık niteliğindeki sınıflandırmalara girmemek önemlidir. Çünkü İslam ahlakı pahasına pragmatizm ve gerçekçilik gösteren örnekler çoktur. Bunların birikimlerinin de hareketlerin gerçekliğini göstermeye başladığına inanıyoruz, ki bu da sandıklarda oranlarının düşmesiyle tercüme ediliyor.

Sosyal medya da bu konuda olumlu bir rol oynadı. Öyle ki her şey belgelendi, yayınlandı ve daha önce ilan edilen tüm pozisyon ve vaatler yeniden yayınlanabilir. Tüm bu vaatler, fırsatçılığı ve seçmenle ilişkilerde zayıf bir ahlaki boyutu teyit edecek şekilde başarısız oldu.
Ahlak kapsamına giren tehlikeli bir konu daha var; Siyasal İslam, Arap ülkelerinin Avrupa ile ilişkilerine yönelik eleştiri bahanesiyle doğdu. Arap ülkelerinin, bağımsızlıklarından bu yana Avrupa ile olan ilişkileri, ‘Avrupa’nın ilk ve temel beşiğini temsil ettiği modernleşme değerleri üzerine’ açıklığa dayalı olurken Tunus, Fransa’ya bağlı ve yabancılaşma yönelimli olarak tanımlandı. Bir başka deyişle Arap ülkeleri, eski sömürgecilerle ilişkilerinin devam etmesine rağmen egemenliğin, bir gerçeklik olarak kaldığını ve ilişkilerin anavatan için yürütüldüğünü söyleyerek, parlayan fikirlerde boğulma ve geri kalmışlığa direnmek üzere destek bulma eğiliminde Avrupa’ya yöneldi. Bu, son derece önemli bir noktadır. Çünkü vatanseverlik, kendi kendine yeten ve millete hizmet eden her şeye karşı açık bir durumdur.
Buna karşın sözde devrimi bilen halklar, siyasal İslam’ın siyasete katılımına, seçimlerdeki zaferine ve iktidara erişimine tanık oldular. Vatanseverliğin onların önceliği olmadığını, görevlerinin ‘yabancı gündemleri, onların gerektirdiği davranışları ve onların çıkarlarını dikkate alan ilişkiler haritasını’ karşılama olduğunu gördüler.
Hiç şüphe yok ki bu veriler şaşırtıcı değil. Çünkü sözde siyasal İslam’ın niteliği, bölgesel devleti tanımıyor ve adapte olmaya çalışsa bile bunu yapamıyordu. Dışarıda içeriden daha fazla müttefik buldu. Yarım asırdan uzun bir süre önce kurulan ülkelerde, İslamcıların hiçbir rolü bulunmuyordu. Bu yüzden ulusal devlet çerçevesi ve onlar arasında güçlü bir mesafe mevcuttu.
Belirtmek istediğimiz şey şu; Siyasal İslam meselelerini ele almak, birçok ülkede son on yılda tanık olduğumuz tecrübenin ardından, kök soru alanlarına girmeyi gerektiriyor.