Zuheyr el-Harisi
TT

Yayılmacılık, masum insanları kışkırtmak ve öldürmek anlamına gelmez!

Provokasyon, cezası hiçbir şekilde aynı davranışı sergileyenlerin cezalarından daha az olmayan iğrenç bir suçtur. Hukuki görüşe göre suç eylemine ortak olmak, sonuçta kışkırtanın elde etmek istediği belirli kazanımlar yoksa, provokasyon için yasal bir gerekçe ve mantıksal bir açıklama da yoktur.
Provokasyon, sıcak bölgelerdeki savaşın cihat olup olmadığı ve Fransa’da olduğu gibi gayrimüslim ülkelerde şiddet kullanımı; nesiller boyu mücadele edilmesi ve ortaya çıkarılması gereken konular arasında yer almaktadır. Mücadelede yer alması gereken konulardan biri de, din, masum insanların öldürülmesine değil, hoşgörü ve bir arada yaşamaya davet ediyor olmasına rağmen bazı davetçilerin, radikalizm yanlılarının ve psikopatların, gençleri, ‘çatışma taraflarınca bir araç olarak kullanılmaları için’ savaş alanlarına gitmeye ve vekalet savaşlarına girmeye zorlamadaki rolünün ciddi etkisidir.
Ayet-i Kerime şöyle söylüyor; “Kim, bir cana yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur.” İşte bu İslam’dır ve onun hoşgörülü öğretisidir.
Gerçek şeriata göre cihat, seçkin alimler tarafından zaten açıklanmış ve koşulları daha önce netleştirilmiştir. Belki de en önemli nokta ise velinin izni ile gerçekleştirilebilir olmasıdır. Yine de bu ülkelerin bir cihat alanı olup olmadığından emin olamayız. Ancak bu ülkelerin halkı dışından başkalarının savaşa katılmaları, herhangi bir yasak şüphesi yoksa mekruhtur. Çünkü Taliban’ın çöküşünden sonra, Lübnan’daki Nehr-i Bared’de bazı gençlerimiz orduya alınırken Irak ve Suriye’de El-Kaide ile olduğu gibi oğullarımız, bu çatışmalarda din adına sömürülmektedir. Dolayısıyla ilgileri olmadıkları çatışma ya da savaşlara katılmaktadırlar.
Birçok provokasyon aracı vardır. Bazı medya organlarını düşünebilirsiniz. Siyasi bir gündeme sahip olabilecek bazı uydu kanallarının medya hatlarına bakabilirsiniz. Olayları görmek istedikleri açıdan kullanmakta çekinmezler.
Medya, yapıcı veya yıkıcı yönelimlerine bakılmaksızın kişiden kişiye ve dolayısıyla nesilden nesile fikirleri aktarmanın bir yolu olduğu için, tehlikeli etki, doğal olarak şu veya bu kanalın insan karşıtı bir çizgi benimseyerek, kışkırtma ve sindirmeye iten bir platforma dönüşmesi durumunda kan kültürünün yayılmasına yönelik yayınlarla ortaya çıkar. Yani, gerçekten siyasallaşmış, bir din ile tek bir dinin insanları arasında anlaşmazlık ve nefret ekmeye yönelik mezhepsel kışkırtma kanalları, terimleri karıştırarak ve belirli bir tarihsel anda bunları kullanaraki algıyı belirli amaçlara hizmet etmek için yönlendirir. Olayları İslami bir örtü altında sunarak insanlar arasına anlaşmazlık ve nefret ekmeye yönelik mezhepçi kışkırtıcı yayınlar yapar. Örneğin o dönemlerde ünlü kanallardan biri, Irak’ta El-Kaide, Suriye’de DEAŞ ve Mısır’da Müslüman Kardeşler tarafından işlenen intihar veya suç eylemleri yerine cihatçı veya şehadet eylemleri terimlerini kullandı.
Bu nedenle radikalizm yanlısı bir grubun bir başkasıyla medya aracılığıyla iletişim kurmasına şaşırmıyoruz. Aralarında fiziksel iletişim olmasına gerek yok. Belli semboller aracılığıyla olabilir.  Bizi meraklandıran şey; Medyanın mesajı iletmesinin daha etkili bir yolu var mıdır?
Herhangi bir medya kuruluşu, işini ve üretkenliğini genişleten mesleki, etik ve ahlaki kurallarla ilgili genel çerçevelere bağlı kalmalıdır. Böylece başkalarına kendi felsefesiyle veya toplumun yönelim ve değerleriyle çatışabilecek hedeflere ulaşmak için kendi alanlarını kullanma fırsatı vermez. Ancak bu, şu demek değildir, bu kuralları çiğnemek, ‘yasadışı bir eylem olmasına rağmen başkalarının, diğer rakip yöntemlerden daha ağır basarak yayılması ve öne çıkması.’ Bu noktada, bazı kanallar tarafından ele geçirilen, belirli taleplere sahip veya yasak eylemler gerçekleştiren belirli grupların kasetlerini, terör saldırılarının kasetlerinin hikayesini hatırlıyoruz. Nihayetinde meselenin, taraflar için fayda arayışında bir anlaşma olduğu anlaşıldı.
Radikalizm yanlısı hareketler, amaçlarını ve saldırılarını ilerletmek için bu araçları kullananların en önde gelenlerindendir. Bazı kanallar, konuşmalarını servis etmek için ayrıcalıklı bir şekilde kullanıldı. Ancak hiçbir kanal, itiraz etmedi. Çünkü arka planda bir menfaat durumu söz konusuydu. Bu noktada sır, coşkulu gençleri etkileme, duyguları uyandırma ve teröristleri ödüllendirme kanıtlarında yatıyor. Zira kanallar, güvenliği yok etmek, şu veya bu ülkenin toplumsal dokusunu bozmak amacıyla mesajlarını yayınlamalarına ve taleplerini iletmelerine izin verdi. Bu durum, medyanın mesajıyla, onun etik ve değerleriyle çelişiyor.
Her halükârda bu etik, medyanın kesinlikle tarafsız olduğu veya bazen çeşitli etkilerden etkilenmedikleri anlamına gelmez, bu normal bir durumdur. Çünkü mesele, görecelidir. Ancak buradaki bahsimiz, ahlaki ve etik caydırıcılık olmaksızın sınırları aşan ve sonunda ölüme yol açan hastalıklı provokasyona odaklanıyor.
Provokasyon, kanunen cezalandırılan bir suçtur. Savunucuları ve medya organları da farklı değildir. Zira her ikisi de dini çarpıtmada ve toplumu yok etmede ortaktır. Bu, gündemlerini ifşa etmek için marifetli eleştiri ve ahlaki cesaretle yüzleşmelerini gerektiren noktadır. Toplumlarımızı kurtaracak davranış da budur.