Hanna Salih
Lübnanlı yazar
TT

Meşru şüphe: Adaletin hedef alınması ve cezadan kurtuluş

Lübnan’da herhangi bir suçun failinin açığa çıkarılamaması her zaman, pusulayı asla cezalandırılmayan ve her daim cezadan kurtulabilen failin kimliğine yönlendirmek için yeterli bir gösterge oldu. Bu nedenle, Lübnan’ın özellikle Beyrut Limanı patlaması ve devam eden yansımalarının ağırlığı altında yaşadığı bir dönemde, birbirine benzeyen çeşitli cinayetler yaşandığında bununla ilgili soru işaretleri de farklı bir boyut alıyor.
21 Aralık’ta Joseph Bejjani adındaki bir genç, Beyrut’un doğusundaki Kahaleh bölgesinde öldürüldü. Cinayet gün ışığında gerçekleşti ve ayrıntıları etraftaki kameralar tarafından kaydedildi. Kayıtlarda profesyonel katilin susturucu takılı tabanca ile kurbanı vurduktan sonra arkadaşının da telefonunu ve yanında taşıdığı kamerayı aldığı görüldü. Bu, kameranın ortaya çıkmaması gereken şeyler yakaladığı ve telefonun hafızasının tehlikeli bilgiler içerdiği anlamına geliyor. Kayıtta son olarak, büyük imkanlara sahip eğitimli bir suç örgütünün parmak izini taşıyan bu profesyonel eylemlerini tamamladıktan sonra katillerin, bölgede bulunan bahçelerin arasına dalarak kaçtıkları görülüyor.
Bundan kısa bir süre önce, emekli bir üst düzey gümrük çalışanı General Münir Ebu Ruceyli dağlık Kurtuba beldesindeki yazlık evinde, kesici bir aletle öldürülmüş olarak bulundu. General Münir, 2017’de emekli olmadan önce, Lübnan Gümrük İdaresi’nde kaçakçılıkla mücadeleden sorumluydu. 3 yıl önce de yine eski bir gümrük yetkilisi olan emekli General Joseph Skaf evinin önünde öldürülmüştü. Kendisi 2014 yılında Beyrut Limanı’nda amonyum nitrat depolanmasının tehlikesine ilişkin yüksek makamlara ayrıntılı yazılı raporlar sunan ilk üst düzey yetkiliydi.
Her 3 suçun da nedeni hırsızlık değildi. Veriler, Joe Bejjani'nin 4 Ağustos’taki liman patlamasını filme almak ve belgelemek için uluslararası Amerikan ve Fransız soruşturma organlarıyla çalıştığını gösteriyor. Joseph Skaf’a gelince, limandaki ölüm deposunun varlığına ve tehlikesine dikkat çeken ilk isimdi. Yine bilgilere göre, liman ve Beyrut’un yaşadığı bu savaş suçunu soruşturan uluslararası soruşturmacı, Ebu Ruceyli’nin de ifadesini dinlemişti.
Bütün bu tehlikeli cinayetler birbirleriyle bağlantılı görünüyorlar. İçişleri Bakanı’nın “bir emniyet sorunu olmayıp her şeyin kontrol altında olduğu” açıklamasına rağmen, General Ebu Ruceyli’nin davasında hiçbir gelişme yok. Aynı şekilde General Skaf’ın öldürülmesi olayını örtbas etmeye yönelik bir girişim olduğu da ortaya çıkarıldı. Kahaleh bölgesindeki kamera görüntülerinin iki zanlının tutuklanmasını sağlaması gerekiyordu ama böyle bir şey olmadı. Üç davada da dosyaların boş gibi görünmesi, bütün bu eylemlerin bir politik-güvenlik kalkan altında gerçekleştirildiğine delalet ediyor. Daha da tehlikelisi, bu suikastların güvenlik organlarının politikacı ve politikacı olmayan isimleri hedef alabilecek suikastlara ilişkin göstergeler olduğunu Yüksek Savunma Konseyi’ne bildirmelerinden sonra yaşanmışken, İçişleri Bakanlığı’nın güvenliğin ve her şeyin kontrol altında olduğuna dair güvence vermesidir. Keza bütün bunların, tüm Lübnanlıları tehdit edercesine “Adalet şiddete yol açar” sloganıyla yürütülen medya kampanyası ile aynı zamana denk gelmesi de manidar. Bu durumda, söz konusu cinayetler daha tehlikeli bir bağlamın, yani limandaki patlama dosyasında şahitlerin ortadan kaldırıldığı bağlamının kapsamına mı giriyor?
Bugün, "meşru şüphe" suçlamasıyla Yargıtay’da açılan karşı davanın arka planında, Yargıç Fadi Savvan'ın Beyrut Limanı’ndaki patlamayla ilgili tüm soruşturmaları askıya almasının üzerinden bir hafta geçti.
Soruşturma kapsamında suçlanan iki eski bakan, Gazi Zuayter ve Ali Hasan Halil, Lübnanlıların haksızca dökülen kanlarından daha değerli olduğuna inandıkları milletvekilliği dokunulmazlıklarının arkasına gizlendiler. Yargıya karşı siyasi bir isyan başlattılar. Soruşturmayı felce uğratmak için dolambaçlı yollara yöneldiler. Yargıç Savvan’ı görevden çekilmeye zorlamak veya dosyanın elinden alınmasını sağlamak amacıyla baskı yaparak, “öznel ve tarafsız olmadığı” iddiasını gündeme getirdiler. Bu iddialarına gösterdikleri gerekçelerden biri de Savvan’ın geçici Başbakan Hassan Diyab’ın yanı sıra suçladığı 3 kişinin; Zuayter, Halil ve Yusuf Finyanus’un aynı siyasi çizginin mensubu olmaları. Peki, sanıkların hepsinin aynı siyasi çizgiden olması soruşturma için bir eksiklik midir?
Meclis ise yargıcı davayı siyasallaştırmakla suçlama yoluna gitti ama kimin çıkarına olduğunu açıklamadı. En dikkat çekici açıklama, Temsilciler Meclisi Başkan Yardımcısı Farzali’den geldi; “İsteyen kabul etsin isteyen de etmesin, biz adaletin kendisiyiz.” Farzali, meclisin Yargıç Savvan’dan incelemek için soruşturma dosyasını talep ettiğini açıklamasına rağmen, hemen sonra hem de daha dosyayı incelemeden, “Davada adları geçenlerin hiçbiri hakkında ciddi veya ciddi olmayan bir şüphe bulamadık” sözleriyle sanıkları beraat ettirdi ve şunu ekledi “Yargıç Savvan’ın iddialarının siyasi bir arka planı olduğundan şüphemiz yok.”
Yargıca karşı başlatılan kampanya, tarafları arasındaki derin çelişkilere rağmen bütün siyasi sistemi bir araya getirdi. Liman patlamasıyla ilgili soruşturmada, üst düzey güvenlik yetkililerinin yanı sıra Başbakan Diyab ile 3 eski bakanı şahit olarak dinledikten sonra, Başbakan ve 3 bakanına “ihmal” suçlamasını yönelten ceza hakiminin bu beklenmedik sürprizini aşmak için şapkadan “dokunulmazlık tavşanını” çıkardılar. Özellikle de suçlamaların daha sonra 2013’ten bu yana kurulan hükümetlerde adalet, maliye ve çalışma bakanlıklarını üstlenen tüm isimlere uzanacağının teyit edilmesi, hatta amonyum nitratın varlığından haberdar olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı’nın da dinlenmesi olasılığının artmasından sonra. Elbette suçlama büyük ve 200’den fazla kişinin ölümü, aralarında bini aşkın kişinin kalıcı sakatlıklara maruz kaldığı binlerce kişinin yaralanması, milyarlarca doları aşan maddi kayıpları gibi ağır sonuçları bulunuyor.
Bütün bunlardan ötürü ve sokak ile bütün mağdurların suçluların cezasız kalmamaları ve yaptıkları baskının eşlik ettiği soruşturmayı felce uğratmak için yargıcı ve aynı zamanda yargıyı “meşru şüphe” suçlamasıyla hedef tahtasına oturttular. Bu noktada, işlenen cinayetlerin şahitlerini ortadan kaldırma planının bir parçası olmak gibi tehlikeli bir olasılık taşıdığı da göz önünde bulundurulmalı. Son gelişmeler, bir yandan soruşturma ve Yargıç Savvan’ı korumak için kademeli adımlar atılmasına neden olurken, diğer yandan Yargıtay da Lübnanlıları hayal kırıklığına uğratma tehlikesine karşı uyarıldı. Ülkenin içinde bulunduğu durum, meclisin, organların bağımsızlığı yasasını angaje eden, dolayısıyla anayasanın yargının bağımsızlığı maddesini açıkça ihlal eden adımlar atmasından sonra mücadelenin, yargının bağımsızlığını dayatma savaşına dönüştüğünü gösteriyor.
İşin iç yüzünü bilenler, iktidarın paniğe kapılmasının ve soruşturmayı hedef almasının nedeninin, yargıcın Başbakan ile 3 bakana yönelttiği suçlamasının arka planını oluşturduğu düşünülen görüş olduğunu söylüyorlar. Bu görüşün en önemli özelliği, sorgulamaların ve alınan ifadelerin, rejim içindeki tarafların çoğunun 12 numaralı hangarda ne olduğunu bildiğini ortaya çıkarma olasılığıdır. Bütün bunlar, ölüm kargosunun 2013 yılında Beyrut Limanı’na nasıl ulaştığını, yargının borçları nedeniyle gemiye el konulması kararı vermesinden sonra Çalışma Bakanlığı’nın (Zuayter döneminde) geminin yükünün boşaltılması ve depolanması talebinin, borçlarını talep eden tarafın daha sonra ortadan kaybolup hakkını aramamasının arka planını ortaya çıkarabilir. Bu da 12 numaralı hangar dahil limandaki birçok kaldırımı kontrol eden Hizbullah’tan bütün bu yıllar boyunca siyasi, güvenlik ve mali koruma sağlayan taraflara kadar ilgililerin rolüne ışık tutabilir. İddialara göre, bu taraflar amonyum nitratın bir bölümünün Suriye halkını öldüren varil bombalarında kullanılmak üzere limandan çıkarılıp Suriye’ye gönderildiğinden haberdardı ve belirttiğimiz gibi bundan sorumlu kişilere yıllarca koruma sağladılar. Lübnanlıların her an patlayabilecek başka ölüm koğuşları ile birlikte yaşadıkları da iddialar arasında.