Vitaly Naumkin
Rusya Bilimler Akademisi 'Oryantalizm Enstitüsü' Başkanı
TT

Rusya’nın önündeki zorluklar

Bu yıl boyunca dünyanın tüm ülkeleri eski ve yeni çok sayıda zorlukla yüzleşmek zorunda kalacak. Bunların bazıları sadece belirli bir ülkeye özgü olmayacak. Aynı zamanda bölgesel, hatta küresel bir karaktere de sahip olacak. Rusya da bu tablonun dışında değil.
Koronavirüs salgını bütün sonuçlarıyla bu zorluklar listesinin başlarında, hatta ilk sırada yer almaya devam ediyor. Salgının sonuçları arasında ekonomik ve mali kayıplar, sağlık sistemine yüklediği ağır yük, insani yönü dahil geleneksel dış ekonomik ilişkileri etkileyen bozulma (bugün gözlemlediğimiz internet üzerinden görüşmelerin tamamen yüz yüze görüşmelerin yerini alması olasılığı düşük) ve üretim döngülerinin teknolojik zincirlerindeki kesintiler yer alıyor.     
Rusya, Kovid-19’a karşı etkili bir aşı geliştiren ilk ülke oldu ve kısa bir süre sonra da toplu aşılama süreci başladı. Bununla birlikte ülke nüfusunun büyük çoğunluğunun aşılanması ve toplu aşılamanın sonuç vermesi zaman alacak. Buna ek olarak birçok uzman, insanı kuşatan çevredeki küresel değişiklikler ve insan ile doğa arasındaki ilişkideki belirgin kriz göz önüne alındığında Kovid-19 pandemisi gerilese ​​bile giderek daha fazla virüsün, dolayısıyla yeni pandemilerin ortaya çıkacağı tahmininde bulunuyor. Aynı zamanda dünyada bu virüslerin ortaya çıkacağı ve kaynağı olabilecek bölgeler hakkında varsayımda bulunan uzmanlar da (örneğin Afrika'dan bahsediyorlar) var. Ancak Rusya'da edinilen tecrübenin bu tehditle başa çıkılmasını sağlayacağını güvenle söylenebiliriz.
Rusya'nın karşı karşıya olduğu bir diğer zorluk da başta ABD’li seçkinler olmak üzere bir dizi Batılı çevrenin kendisine uyguladığı yaptırımların devam eden baskısıdır. Bu yaptırımların amacı Rusya’nın finansal ve ekonomik gücünü zayıflatmak, kendisinin yanı sıra bizzat Batılı, özellikle de Avrupalı ülkelerin hayata geçirilmesinden faydalanacağı bir takım planların uygulanmasını engellemektir. Buna örnek olarak ABD'nin "Kuzey Akım-2" gaz boru hattının ("Gazprom"un yan kuruluşu "Nord Stream 2" Şirketinin tamamlamakta olduğu) tamamlanmasını ve işletilmesini önlemeye dönük çaresiz girişimlerini göstermek yeterlidir. Bilindiği gibi yakın zamanda Kongre tarafından onaylanan yeni ABD savunma bütçesi, Rusya’ya karşı çok sayıda yeni yaptırım içeriyor. Bunların arasında gemileri modernize etme veya donatma projelerini finanse eden ve ekipman sağlayan, çalışmaların devam etmesi için gerekli sigorta hizmetleri ve lisansları sağlayan şirketlere yönelik yaptırımlar da var. Rusya Devlet Başkanlığı İşleri İdaresi Başkan Yardımcısı ve Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov, bu kararla ilgili “kovboyların bir başka düşmanca girişimi” yorumunu yaptı. Aslında, ABD’li yasa yapıcılar gerçekten de Avrupalıların Rus boru hattı yerine ve Rus doğalgazından yüzde 20 oranında daha yüksek bir fiyata ABD’den sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) satın almalarını istiyorlar. Bu başta ulusal çıkarları doğrultusunda egemen kararlar alma hakkından mahrum etmeye çalıştıkları Almanya olmak üzere Avrupalılar arasında şiddetli bir kızgınlık doğuruyor. ABD bütçe paketinde "Türk Akım" projesini uygulayan şirketlere yönelik kısıtlamalar ile "S-400" hava savunma sistemini satın aldığı için Türkiye'ye karşı yaptırımlar da yer alıyor.
Norveçli "DNV GL" şirketi sadece birkaç gün önce ABD yaptırımlarına maruz kalma korkusu nedeniyle doğalgaz boru hattını onaylamama kararını açıkladı. Bunda şaşılacak bir şey yok. Zira Rusya Ulusal Enerji Güvenliği Fonu'nun önde gelen analisti Igor Yushkov başta olmak üzere Rus uzmanlar, Rusya'nın doğalgaz boru hatlarını inceleme ve uygunluk sertifikası verme konusunda doğrudan ambargoyu ihlal etmekten korkabilecek Avrupalı ​​şirketlere güvenmemesi ve bunları Rus bir şirketin üstlenmesi gerektiği konusunda uyarmışlardı. Gaz boru hattının bir biçimde tamamlanacağı açık. Bu düşmanca yaptırımların tek sonucu, yapım sürecini yavaşlatmak olacaktır.
Rusya'nın karşı karşıya olduğu bir diğer zorluk da dünyada tırmanan jeopolitik rekabetle ilgili. Bu bağlamda yine Rusya’ya baskı yapmak için Moskova ile müttefikleri, ortakları ve bazı komşu ülkeleri arasında sınır anlaşmazlıklarını tetiklemeye yönelik girişimler bulunuyor. Rusya’yı rakiplerine fayda sağlayan bir dış politika izlemeye zorlamak, Ortadoğu dahil bölgesel güçlerle ilişkilerini geliştirmesi engellenmek isteniyor. Kırım Yarımadası nedeniyle Ukrayna’nın Rusya’ya misillemede bulunma duygularını körükleyen girişimleri buna örnek gösterebiliriz. Oysa her mantıklı politikacı, Kırım'ın mülkiyeti dosyasının Moskova tarafından kalıcı olarak kapatıldığını ve bu konuda baskı yapmayı amaçlayan her türlü girişimin anlamsız olduğunu anlayacaktır.
Bu bağlamda Moskova aleyhinde dillendirilen ve Estonya Parlamentosu Başkanı’nın beklenmedik bir şekilde açıkladığı iddialardan da söz etmeliyiz. Parlamento Başkanı’nın açıklamaları, 1492'de Rus Çarı Üçüncü İvan’ın, Livon ve İsveç kuvvetlerini püskürtmek için inşa ettiği İvangorod Kalesi’nin bulunduğu Leningrad Eyaleti'ndeki Narva Nehri'nin sağ kıyısının bir kısmı ile Pskov’a bağlı Peçorı bölgesinin mülkiyetini kapsıyordu. Estonyalılar 1920 yılında imzalanan Tartu Antlaşması’nın halen yürürlükte olduğu yaklaşımını benimsemeye karar verdiler. Bu bağlamda söz konusu antlaşma ile Sovyet Rusya’nın Estonya’nın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olduğunu da hatırlatalım. Antlaşmaya dönecek olursak; o dönemde Rusya içinde bulunduğu zor koşullar altında söz konusu toprakların mülkiyetinin Estonya’ya geçmesini kabul etmişti. Ancak 1944 yılında (Sovyetler Birliği döneminde) bu topraklar Rusya Federasyonu’na iade edildi ve Tartu Antlaşması geçerliliğini yitirdi. 2014 yılında Rusya ile Estonya arasında, kara sınırları ve Narva Körfezi’nde deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin yeni bir antlaşma imzalandı. Rusya Finlandiya ile de Baltık Denizi’ndeki deniz alanlarını sınırlandırma antlaşması imzaladı. Estonya ile imzalanan ve henüz onaylanmayan antlaşmada Tartu Antlaşması’nın adı hiç geçmiyor. Başarısızlığa mahkum bu tür hak iddialarının, Rusya ile Estonya arasındaki iyi komşuluk ilişkilerine hizmet etmeyeceğine ve her iki ülkenin sakinlerine fayda sağlamayacağına şüphe yok.  Böyle bir sorun, Rusya'ya önemli bir zarar veremez.
Rusya'nın düşmanları, Suriye’deki karmaşık iş birlikleri de dahil olmak üzere Türkiye ile ilişkilerini zehirlemeyi amaçlayan adımlar da atıyorlar. Bununla birlikte bu iş birliği, 3 katılımcı ülke, Rusya, İran ve Türkiye arasındaki Astana Süreci de dahil olmak üzere mevcut pozisyon farklılıklarına rağmen genel olarak devam ediyor. Taraflar arasında Dağlık Karabağ konusunda da anlaşmazlıklar bulunuyor. Ancak, örneğin eski Dışişleri Bakanı ve eski Rusya Güvenlik Konseyi sekreteri Igor Ivanov’un başkanlık ettiği Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi'nin web sitesinde de belirtildiği uzman Adil Çağrı’nın da belirttiği gibi, Moskova ile Ankara arasındaki ikili ilişkilerdeki yeni strateji “bölümleme” olarak tanımlanabilir. Uzmana göre iki ülke bu stratejiye dayanarak “siyasi anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp ekonomi ve enerji alanında iş birliğine odaklanan” bir ortaklık modeli geliştirdiler. Bu model, 2015 yılında Suriye’de Rus uçağının düşürülmesine kadar yürürlükte kaldı. Uzmanın değerlendirmelerine göre bundan sonra açık diyalog kanallarına dayanan ve fiili olarak siyasi anlaşmazlıklara odaklanan yeni bir modelle değiştirildi.
Uzmanın iş birliği modelinin değiştirildiğine ilişkin değerlendirmesi eleştirilebilir. Zira ilişkinin aşamaları arasında böyle net bir ayırıcı çizgi bulunmuyor. Şahsen, iki ülke için de partnerin çıkarlarını dikkate almaya, geçerli "oyunun kurallarına" uymaya ve silahlı bir çatışmadan kaçınmaya öncelik vererek mümkün olduğunca çok ulusal çıkar elde etmenin her zaman ilk sırada yer aldığını düşünüyorum.
İran’a gelince; Rusya, İsrail'in Suriye çatışmasındaki rolü konusunda İran’dan farklı düşünüyor. Moskova, İsrail ile de bir diyalog yürütüyor. Bu da Rusya'nın tüm bölgesel taraflara aynı mesafede duran etkili bir arabulucu konumunu sürdürmesini sağlıyor.Diğer yandan Ruslarla münazara ve tartışmalara katılan İranlı uzmanlar da Astana Sürecine Avrupalıların ve de katılmasını öneriyorlar.
Bu arada Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin 26 Aralık'ta düzenlediği 2020'nin son tartışma ve analitik etkinliği kapsamında, gerekli çözüm bulunamazsa gelişerek yeni bir zorluk teşkil edebilecek bir sorun da varsayımsal olarak tartışıldı. Bu, eski Sovyetler Birliği topraklarında Rusya’nın etkisi ve nüfuzu sorunuydu. Ancak genel olarak sorunların hepsi değil de yalnızca birkaçı bile sıralandığında Rus uzmanların değerlendirmelerine ılımlı bir iyimserliğin hakim olduğu görülebilir.