Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Trump’ın mirası: Demokrasinin krizi

Joe Biden 20 Ocak’ta ABD’nin 46’ıncı başkanı olarak Washington yönetiminin görevlerini üstlenmek için gerekli olan yemini edecek.
Yemin töreni her zamanki gibi olmayacak. Beyaz Saray’dan başlamayacak. Giden başkanın gelen başkana eşlik ettiği, yeni başkanın sert geçen bir seçim savaşından sonra olsa bile iktidar devir tesliminin kolay ve sorunsuz bir şekilde gerçekleştiği ve ABD demokrasisini ve yeni liderliği kutlayan kalabalıklara el salladığı bir konvoy düzenlenmeyecek. 
Bu kez olacak olan şu: Seçilmiş başkan ve eşi kısa bir mesafe yürüyecekler, Demokrat destekçilerine el sallayacaklar, daha sonra da yemin edip Beyaz Saray’a gidecekler. Orada kendilerine bir karşılama yapılmayacak ve başkanın kalacağı odalar gösterilmeyecek. Demokrasi ve barışçıl devir teslim kesinlikle kutlanmayacak. Aksine seçimlerin güvenliğine, kısaca yeni başkanın meşruiyetine karşı çıkan olaylar yaşanma ihtimaliyle büyük bir korku ve endişe olacak.
Olan şu ki Başkan Trump, seçimlerin hileli olduğunu ve manipüle edildiğini iddia etmekten asla vazgeçmedi; ki bu diğer ülkelerde olağan olanı tersine çeviren bir sürprizdi. Diğer ülkelerde seçimlerde hile yapıldığı şikayeti iktidardaki başkandan değil rakiplerinden gelirdi. Bu kez başkan, muhalefetin hile yaptığından şikayet ediyor. Bu yalnızca 3 Kasım’daki seçimlerde yaşanmadı. 2016’da başladı ve bugüne kadar devam etti.  Görünüşe bakılırsa yakın gelecekte de ABD politikasının baskın sloganı olmayı sürdürecek.
ABD demokrasisinin başı dertte ve krizde olduğu ölçüde, bir yandan bir bütün olarak demokrasi fikrinin kendisi, diğer yandan zaman ve mekandan bağımsız olarak uygulanabilir evrensel bir fikir olup olmadığı sorgulanabilir hale gelmekte.
Siyasi düşüncede demokrasinin ne eski Yunan ve Roma felsefelerinde popüler bir fikir olmadığı, ne de daha sonra birçok Doğu felsefesinde yer almadığı bir sır değil. Modern çağda ise demokrasinin yönetimde adalet ve etkinlik sağlayıp sağlamadığı noktasında faşist ve sosyalist felsefelerin şiddetli eleştirilerine maruz kaldığı biliniyor.
Trump deneyimi demokrasiyi yeni bir teste tabi tutuyor. Zira Trump modeli sadece ABD’de ortaya çıkmadı. Polonya, Macaristan, Brezilya ve Hindistan’da iktidara ulaşan versiyonları görüldü. Ancak genel olarak Batı siyasi sokağı ve parlamentolarında bunlardan daha fazla versiyonları bulunuyor. İngiltere’de bu, demokrasinin en önemli fikri uzantıların biri olan “küreselleşmede” bir çatlağa ve İngiltere’nin AB’den ayrılmasına yol açtı.
Trump’ın Beyaz Saray’dan sistemin tamamına, geleneklerine ve yönetimi bırakma yöntemlerine isyankar bir şekilde ayrılma ve onları tanımama yöntemi, Batılı siyasi sistemlerde derin bir sarsıntı yarattı ve “demokrasinin krizini” bu zamanın en önemli ikilemlerinden biri yaptı.
İlk bakışta, demokrasiye ne olduğunu teşhis etme çabası, Yunan filozoflarının uzun zaman önce uyardıkları, tedavisi zor bir hastalık ve kendisine yakalanan halklar için bir felaket olarak gördükleri "popülizm" fikri etrafında döndü. İkinci olarak, teşhis, "demokrasinin mekaniğini", yani demokrasinin ABD’ye yerleşme yöntemini yeniden şekillendirmenin gerekliliğine yöneldi. Zira popülist Trump ülkenin tamamını olası bir kaosa sürüklemek için bundan yararlandı.
3 Kasım salı günü düzenlenen seçimden 20 Ocak’ta gerçekleşecek iktidarın devir teslim tarihine kadar geçen süre, Trump gibi bir başkana bir bütün olarak demokrasi fikrini güçlü bir şekilde sarsma imkanı tanıyacak kadar uzundur. Keza, tüm eyaletlerde vatandaşların başkan adayına verdikleri oyların temsil ettiği popüler çoğunluğun tercihi ile Seçiler Kurulu’ndaki çoğunluğun temsil ettiği meşru çoğunluğun tercihinin farklı olabileceği olasılığı, ülkenin başkanının kim olacağı konusunda kafa karışıklığı yaratıyor. Özellikle de bunun tekrarlanma olasılığının mümkün olduğu göz önüne alındığında. Nitekim daha önce 2000’deki başkanlık seçimlerinde Al Gore ve George Bush, 2016’da da Donald Trump ve Hillary Clinton arasında böyle bir durum yaşanmıştı.
Bu iki seçimde de Al Gore veya Hillary Clinton’ın halk oylarının çoğunu kazanmalarının, Seçiciler Kurulu’ndaki çoğunluğun karşısında çok bir anlamı olmamıştı. Bunlara bir de seçim sisteminin gerektirdiği şu prosedürler ekleniyor: Seçim sonuçlarının medya organları aracılığıyla deklare edilmesi. Daha sonra bütün şikayet ve itirazların ele alınmasının ardından her bir eyaletin sonucu onaylaması. Seçiciler Kurulu üyelerinin seçimlerini yapmaları. Bu seçimin sonucunun iki kanadı ile Kongre tarafından onaylanması. Onaylanmaması halinde oyların yeniden sayılması da dahil sürecin tamamını yeniden gözden geçirerek (yani tekrarlayarak) son sözü Yüksek Mahkeme’nin söylemesi. Amerikalılar ve onlarla birlikte tüm dünya nihai sonucu öğrenmek için bütün bunları beklemek zorunda.  
Trump işte bu uzun sürecin değerlendirilebileceği tek bir boşluğunu bile bırakmadı. Yargı ve kamuoyu önünde olsun sonuç, düş kırıklığı olsa da seçimlerin hileli olduğunda diretmeye devam etti. Senato ve Temsilciler Meclisi’nde onu bu konuda destekleyen ve sayıları azımsanmayacak bir grup Cumhuriyetçi üye de olmadı değil. Bu, bizzat Cumhuriyetçi Parti içinde bir bölünmeye kapı aralarken ABD demokrasisinin en önemli avantajlarından birini kaybetmesine de yol açabilir. Yani dengeyi sağlayabilen ve iktidar devir teslimini barışçıl bir biçimde gerçekleştirebilen iki ana parti arasındaki istikrarı…
Trump, Georgia eyaletinin en üst düzey seçim yetkilisi Brad Raffensperger ile ses kaydının gösterdiği gibi tehdit kadar ayartmanın da olduğu bir telefon görüşmesi yapıp ondan seçim sonuçlarını doğrudan değiştirmesini istemekte hiçbir beis görmedi. Neyse ki Amerikan gazetelerinden biri bu kaydı yayınladı. Bu kayıtla ilgili olarak ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı, akademisyen, politikacı ve diplomat Richard Haass şu yorumda bulundu:
“Trump’a ait bu gerçek ses kaydını dinlediğimizde, uzun zamandır var olan ve kendisinden bahsedilen ABD demokrasinin ulaşmış olduğu duruma şaşırmamak, ABD’nin bundan sonra başka ülkelerde demokrasiyi tekrar teşvik edip edemeyeceğini sorgulamamak elde değil.”
Rusya’nın 2016 seçimlerine müdahale ettiği iddialarını soruşturmak için kurulan ve Robert Mueller’ın başkanlık ettiği ekipte görev yapan soruşturmacılardan biri olan Andrew Weissmann konuşmanın “suç niyeti” (criminal intent) taşıdığını kaydetti. Başkaları da kaydın yerli ve federal yasaları ihlal eden unsurlar içerdiğini belirttiler.
Daha fazlası da var. Bazıları Trump’ın söylem ve eylemlerini ABD demokrasisine ihanet, bazıları da otokratlığın işareti olarak görüyor.
Bundan daha derin olan şey, "demokrasinin krizinin" aynı zamanda kendi içinde yeni teknolojik gerçeklerle uyumluluk, modern devletin finans, sağlık hatta iklim krizlerinin sonuçları nedeniyle karşı karşıya olduğu sınavlar, "demokratik" ve "otoriter" rejimler arasındaki küresel bölünmeyi de gizlemesidir. Bugün ABD’de, ondan önce de Birleşik Krallık’ta tanık olduğumuz şey, demokrasinin, farklı tarihsel, sosyal ve kültürel koşullara sahip sistemlere ve dönemlere göre yaşaması için dünyanın sırtına indirilmek istenen bir tür ideolojik kırbaca dönüştüğü gerçeğidir. Her halükarda, krizi düşünmek, Trump ve Trumpizmin neden olduğu utancı muzaffer bir yürüyüşün önünü kesen geçici bir engelden ibaretmiş gibi düşünmekten daha fazlasını gerektiriyor.