Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

Devlet mantığını teknolojinin saldırılarına karşı korumak

Trumpizm ile yoğunlaşan popülizmin yükselişinin ilk anlarından itibaren başta Twitter olmak üzere sosyal medya platformlarının eğilimleriyle meydana çıkan örtülü iç savaşlar bugün, siyasi, ekonomik ve medyatik köklere sahip derin bir felsefi bağlamı temsil eden buzdağının görünen ucudur. Söz konusu felsefi bağlam, kapalı odalardan kısa hafızalı geniş internet alanına taşınan ve genellikle olaylarla ilintili, analiz edilip incelenmeden sadece destekçi toplamayı amaçlayan toplumsal tartışmalar ve çatışmalar ile içerik arasındaki ilişki ile bağlantılıdır.
Silikon Vadisi’nin siyasi ve ekonomik etkisi, otoritesine yalnızca Çin'in ve veri silahına yatırım yapan diğer bazı ülkelerin iddialı girişimlerinin meydan okuyabildiği küresel bir dijital devlete dönüştü. Bugün dünyada yarattığı tüm devrim ve dönüşümlerin ardından veri silahı, sahadaki grup ve örgütlerin gücünü aşarak değişimin en önemli motorlarından biri haline geldi. Sempatizan toplama, seferber etme, içerik yaratma ve yönetme konusunda sahada devlet kavramına karşı çıkan, silahlı ve muhalif tüm organize grupları geride bıraktı. Nitekim, mesela sahadaki sempatizan toplama gruplarını dijital ortama taşıyan DEAŞ örgütü, bu büyük dönüşümün önemli göstergelerinden biridir. Bahsedilen büyük dönüşüm, gücün temelini temsilcileri ile birlikte sahadaki aktif kitlelerden, yalnızca veri sahibi değil, aynı zamanda algoritmalardan dijital politik pazarlamaya, veri akışını ve yayılmasını kontrol etmeye kadar yeni silahlar aracılığıyla programatik olarak verilerle oynayabilen dijital güçlere devretti.
Dijital kaos ve etkileri korkusu, bugün ABD ve gelişmiş ülkelerdeki araştırma merkezleri ve düşünce kuruluşları için endişe konusu. Aynı durum devlet mantığı, istikrarı ve egemenliğini korumaya çalışan ülkeler için de geçerli. Demokrasilerin internet ile ilişkisini tartışan derin bir araştırma programı için bir platform oluşturan Fukuyama ve Stanford Üniversitesi ekibi de dahil olmak üzere dünyanın önde gelen düşünürleri de yazılarında bundan bahsediyorlar. Bence bölge ülkelerinin ve başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin ihtiyacı olan da bu; bağlamını anlayarak, onu yapısal bozuma uğratarak ve dizginlemek için yasal formüller oluşturarak, yükselen güçlerin verileri ve interneti tekeline almasını önlemek, devlet mantığını ve egemenliğini onlara karşı korumak için benzer platformlar kurmak. Suudi Arabistan'da uygulamalar ve siber güvenlik alanında bir devrim olarak nitelendirilebilecek dijital çabalara böyle bir platform da eklenebilir. Güçleri ve yayılma boyutları göz önüne alındığında kendilerine alternatifler üretmenin zor olduğu bu platformlara karşı içerik oluşturma çalışmaları, onlarla hukuk ve insan hakları alanında tartışmalara da kapı araladı. Özellikle de bu platformların kişilerin mülkiyet haklarına yönelik baskı kampanyalarını başlatmalarından sonra...
Bunun üzerine birçok ülke harekete geçerken ABD’deki dijital kaos karşıtı baskı grupları ve lobiler de tekelleşme ile mücadele ve güç dengelerini koruma önlemlerini desteklemeye, yanıltıcı içeriklerin büyümesinden ve artmasından kaynaklanan siyasi tehditleri ele almaya çalışıyorlar. Zira büyük sosyal medya platformları, yayın sorumluluğu çerçevesi içinde yer almadığı gerekçesiyle yanıltıcı içerikler ve dezenformasyon konusunda sorumluluklarından sıyrılıyorlar. Aynı şekilde dezenformasyon, içerik pahasına kârlılığı artırmayı amaçlayan yapay zeka teknikleriyle programlanan gizemli algoritmalarla, ülkelerin istikrarını hedef alan nefret söylemleri ile komplo teorilerinin yayılmasının da önünü açıyor.
Bugün dijital kaos, her zaman devletlerin istikrarını baltalayan uygulamaları ve içerikleri geçirmek için, üzerinde mutabık olunan kavramları istismar eden sloganlarla bağlantılı bir insan hakları ikileminden önce yasal ve siyasi bir çıkmazdır. Sorun, şirketlere yönelik tutumun veya "Silikon Vadisi"nin veriler üzerindeki tekelinin ötesine geçerek, dijital paralel dünyanın sistem ve devlet kavramıyla ilişkisinin yeniden değerlendirilmesi ve ayrıştırılmasına kadar uzanıyor. Keza, Batılı bağlamların, genellikle, Çin deneyimini küçümseyerek ve eleştirerek ifade ettiği rasyonel ve iddialı merkeziyetçiliğin ve otoriterliğin yükselişine de... Çin, erken bir dönemde bu tekelin farkına vararak bu sorunu küresel olarak kopyalanmayacak veya en azından kendisiyle rekabet edilmeyecek yerel alternatifler üreterek çözdü.
Korkunç sonuçlarına ve oldukça tehlikeli bir toplumsal bölünme durumunun ortaya çıkmasına rağmen dijital kaosun etkilerinin bugün demokrasi deneyiminin kalbi olan ABD’ye ulaşması, bu platformların olumsuz rolünü eleştirilmesi ve özellikle egemenliklerine yönelik müdahaleler açısından bölge ülkeleri üzerindeki etkilerinin yeniden ele alınması için büyük bir fırsattır.
Bugün, siyasi küreselleşme ve ulus ötesi milliyetçilik düzeyinde, ulusal egemenlik ve içeriye  yatırım lehine muazzam gerilemeler ve revizyonlar yaşanıyor. Bunu başaran ülkeler, dünya ülkeleri ile adil iş birliği ve ortaklık modelleri için teşvik ediliyor. Söz konusu ülkeler, parlak sloganlar taşıyan ama programları ve tezleri devletlerin istikrarına karşı büyüyen bir tehdit oluşturan kurum ve örgütlerin on yıllardır uyguladığı siyasi müdahalelere karşı artık daha dirençliler. Bu sloganların menşei ülkeler veya büyük ülkelere uygulandığında nasıl bir çifte standardın takip edildiği artık aşikardır.
Çifte standardı eleştirmek için öncelikle adalet, özgürlük ve insan hakları kavramlarına olan inanç vurgulanmalı ve bu konuda bir fikir birliği olmalı. Ancak sorun kavramlarda değil içeriğinde, uygulanmasında ve küçük detaylarında. Başta Körfez olmak üzere bölge ülkeleri, Arap Baharı dalgalarıyla birlikte istikrar erdemini tehdit eden kıvılcımların sosyal medya platformlarında eleştirilmeden nasıl şiddetli kampanya ve programlara dönüştüğünü öğrendi. Şimdi bu, büyük demokratik yönetimlere, Fransız Devrimi’nden bu yana çağdaş kavramların beşiği olan ülkeye kadar ulaştı. Dünyanın çehresini değiştiren bu devrimin anavatanını sarsan Sarı Yelekler’in protestolarından polislerle ilgili özel düzenlemelere kadar Paris’in politikalarını nasıl yeniden değerlendirdiğini hepimiz gördük. Genellikle üçüncü dünya ülkelerini kınayan ifadeler ve uyarılar şeklinde ifade bulan tüm abartılı değer söylemleri de yeni dönüşümlere yardım edemedi. Bugün büyük ülkeler, değerlere değil, istikrara, piyasa ekonomilerinde gelişime, iktidar ve devletin demokrasi, özgürlükler ve diğer değerlerle ilişkisinin sınırlarının gözden geçirilmesine, bunun sessiz çoğunluğu veya seslerini duyuramadıkları için seçtikleri kişilerin kendilerini hayal kırıklığına uğrattığı kitleleri ne ölçüde temsil ettiğini incelemeye öncelik veriyor.
Koronavirüs salgını ile başa çıkma konusundaki başarıları, iyi niyet jestlerinde bulunup fiyat ve üretimde çatışmasını çözerek petrol piyasasında yaptığı reformlar gibi olumlu mesajları ile yenilenen Suudi Arabistan’a gelince…
Reformcu Vizyon 2030 perspektifinde halen devlet mantığına bağlı kalma seçeneğine güveniyor. Bütün zorluklara rağmen onu hedef alan kampanyalar, istikrar ve refah devleti yarışını ve yolsuzlukla mücadeleyi sürdürmesine, ılımlı dini söylemi güçlendirmesine engel olamayacak.
Gelecek ve ona yatırım, bugün tüm Suudi Arabistan vatandaşlarının projesi. Gelecek vaat eden vizyonlarının Suudi Arabistan’ı sadece petrol üreticisi bir ülke olarak gören klişenin aşılmasına ve ülkelerinin ulusal ekonominin yararına stratejik ortaklıklar kuracak birçok fırsatın rotasına dönüşmesine yardımcı olması, dünya ekonomileri üzerinde olumlu bir etkisi olması, hepsinin umudu ve arzusudur. Ulusal ekonominin yararına olan projelerin sonuncusu da yenilenen Suudi Arabistan’ın gelecek sayfasına atılmış yeni bir imza olan The Line projesidir.