Hüseyin Şubukşi
TT

İsrail ve ırkçılık!

İsrail’i işgalci bir devlet olmakla ve ırk ayrımcılığıyla suçlamak yeni bir şey değil. İsrail'i ırkçı bir rejim olarak ifşa eden onlarca konferans, seminer, forum, makale, basın araştırması ve belgesel var. Bütün bunlar onlarca mağdurun ifadeleri ile güvenlik ve yargı makamlarının uygulamaları ile de destekleniyor. Dolayısıyla bugünkü suçlamalar bunlara yeni bir şey eklemekten ziyade bunları teyit ediyor ve daha net bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak bu sefer tamamen farklı bir şey oldu. Bunu incelemek ve hak ettiği derinlikte analiz etmek önemlidir.
Gazeteci Masha Gessen, The New Yorker’in son sayısında, “İsrail Merkezli Bir İnsan Hakları Örgütü Neden İsrail'i Irkçı Bir Devlet Olarak Nitelendirdi” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Uzun ve ayrıntılı olan bu makalede, B'Tselem’in bakış açısından İsrail rejiminin Yahudi olmayan vatandaşlarına yönelik ciddi suiistimalleri sunuluyor. İsrail'in özgürlük, adalet ve demokrasi kavramlarından uzak olan uygulamaları Batı'daki müttefikleri tarafından da destekleniyor.
İsrail’de Yahudilik dışında çeşitli dinlere ve etnisiteye mensup olan vatandaşlar var. İsrail vatandaşı olan Müslümanlar, Hristiyanlar, Dürziler, Bahailer, Hindular ve Budistler gerçekte ikinci sınıf vatandaş gibi muamele görüyorlar. Cumhurbaşkanından başbakana, savunma bakanından güvenlik güçleri başkanına kadar önemli pozisyonların tümünde bir Yahudi var. İsrail solunda bir süredir bu durumun sürdürülebilir olmadığını söyleyen sesler var. Zira nüfustaki demografik gelişme İsrail Yahudilerinin lehine olmadığı gibi özellikle nüfus artış hızı İsrail Yahudilerinin çıkarına değil. Adalet, özgürlük, eşitlik ve demokrasi kavramlarını hayata geçirmek için ideal çözüm dini değil, tüm vatandaşlarına eşitlik ve adalet temelinde yaklaşan sivil bir devlettir. Eski İsrail Başbakanı İzak Rabin’in suikastının ardından sol güçlerin ortadan kaybolmasıyla birlikte siyasi sahneye hakim olan dini ve siyonist güçler bu çözümü reddettiler. Böylece İsrail'de aşırı sağın hakimiyetiyle birlikte ırkçı uygulamalar daha şiddetli bir hale geldi ve görünüşe göre İsrail'deki insan hakları örgütleri artık buna tahammül edemiyor.
B'Tselem’in insan hakları konusundaki pozisyonu, ABD’deki Yahudilerin son başkanlık seçimlerindeki tutumundan ayrılamaz. Nitekim ABD’deki Yahudilerin yüzde 77'ten fazlası yeni Başkan Joe Biden'e oy verdi. Bu, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun politikalarının en azından teoride mutlak anlamda desteklenmediği anlamına geliyor.
İsrail'deki ırkçılığın tarihi yeni bir konu değil. Aşkenaz Yahudileri ve Sefarad Yahudileri -özellikle Arap ülkelerinden gelenler- arasındaki ırkçı uygulamaları açığa çıkaran ve detaylı bir şekilde ele alan cesurca yazılmış kitaplar var. Rachel Shabi’nin “Düşman Gibiyiz: Arap Ülkelerinden Gelen İsrail Yahudilerinin Gizli Hikayesi” adlı kitabında bu tarihsel gerçekler şaşırtıcı bir şekilde ortaya konuluyor.
Irkçılık hiçbir zaman çözüm olmadı. Almanya'da Nazilerin acı ve kanlı deneyimi, Güney Afrika'daki insani ve siyasi trajedi, ABD’de iç savaşın patlak vermesine neden olan şiddetli ırkçılık gibi önümüzde duran çeşitli örnekler var. İsrail'de bugün ‘uluslararası izin verilen sınırların dışında hareket edildiğinin’ tam olarak farkında olan çok az ses var. Irkçılık hiçbir şekilde gerekçelendirilemez. Dini açıdan kutsiyet, etnik açıdan farklılık ve ekonomik olarak güçlü olmak, ırkçılığı savunmak adına bir gerekçe olarak öne sürülemez. Hangi nam ve şekil altında olursa olsun ve ne kadar güzel gösterilirse gösterilsin ırkçılık her zaman ırkçılık olarak kalacaktır. The New Yorker’deki makale çok önemli bir siyasi mesajdır. Bunun ne kadar ciddi olduğunu görmemize yalnızca günler kaldı.