Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Washington'daki İran lobisinin yalanları

İran ile 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmanın kaderi hakkında Washington'dan gelen mesaj dizisini karakteristik özelliği birbiriyle çelişkili olmalarıdır.
Bunun anlamı, konuya dair ABD politikası oluşturulma aşamasında ve yönetim içinde bu dosyada nasıl bir yol haritası izleneceğine dair tam bir uzlaşı içinde olmayan çeşitli taraflar arasında tartışmalar olduğudur.
a- ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan son açıklamalarında, öncelikli olarak nükleer anlaşmaya dönüşü hızlandırmaya, ardından İran’ın balistik füze dosyası ve bölgesel politikaları gibi diğer İran ile bağlantılı dosyaları ele almaya zemin hazırlamaya daha meyilli göründü.
b- Sullivan'ın takvimi, Washington'ın nükleer anlaşmanın kaderi konusunda İran ile bir anlaşmaya varmaktan "halen uzak" olduğunda hemfikir olan Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ile Ulusal İstihbarat Direktörü Avril Heinz’ın açıkladıkları takvimden daha hızlı görünüyor.
c- Robert Malley’in İran Özel Temsilcisi seçilmesi, Başkan Joe Biden'ın yapacağı seçimleri tahmin etme konusundaki kafa karışıklığını artırdı. Zira Malley, Washington'daki siyaset ve araştırma çevrelerinde çok sorunlu bir figür. Obama daha önce Hamas Hareketi’yle temasları nedeniyle Malley’den seçim kampanyasından ayrılmasını istemiş fakat yönetime geldiğinde kendisine ekibinde yer vermişti. Malley, Uluslararası Kriz Grubu başkanlığı sırasında İran’a karşı hoşgörülü tavırlarıyla tanındı. Öyle ki kurum içinde Ali Vaiz başkanlığındaki “İran programı”, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in düşüncelerini ABD kamuoyuna aktaran bir pencereye dönüştü. İran asıllı Vaiz, Washington’daki en parlak yeni araştırmacılardan ve Cevad Zarif’in güvenilir dostlarından biri.
d- İran'a yaptırımların kaldırılması konusunda Biden yönetiminin ne kadar geri adım atabileceği tamamen anlaşılmış değil. Washington’ın bir yandan İran'ı nükleer anlaşmadaki yükümlülüklerine geri dönmeye ikna etmesi, diğer yandan bir sonraki aşamada anlaşmayı düzeltmek, maddelerini genişletmek veya ek anlaşmalar imzalamak amacıyla elinde baskı yapmakta kullanabileceği yeterince koz kalmasını sağlaması gerekiyor. Buradaki tek güvence, Politico dergisinde yer alan bir başlıkta da denildiği gibi; Donald Trump’ın Biden’a miras bıraktığı “yaptırımlardan oluşan mayın tarlası”dır. Bunların başında da terörü finanse etme suçlaması ile İran Merkez Bankası’na kadar uzanan yaptırımlar geliyor.
Gerçek şu ki Amerikan medyasında ve araştırma merkezlerinde bir taraftan İsrail diğer taraftan İran lobisinin öncülük ettiği sert bir kamuoyu savaşı yaşanıyor. Washington'daki İran propagandası, ABD'deki geniş İran diasporasının ürettiği İranlı araştırmacılar tarafından yürütülüyor. Fars milliyetçiliği duyguları bu araştırmacıları, İran'ı savaştan ve Libya, Irak veya Afganistan'a benzer bir kader yaşamaktan kurtarmak için aktif bir propaganda yürütmeye yönlendiriyor. Zarif’in Foreign Affairs dergisinde yayınlanan propagandacı makalesinde yer alanlar gibi İran rejiminin siyasi söylemleri ile bu kişilerin söylemlerinin büyük oranda kesişmesi epey dikkat çekici. Yayınlarının büyük bir bölümü iki nokta etrafında dönüyor: Eski başkan Trump’ın uyguladığı yaptırımlar ve politikalar ile alay etmek ve bölgesel barış ile güvenliği İran rejiminin sabit hedefleri gibi göstermek.
Amerikan medyasında faaliyet gösteren İran propagandası, yaptırımların siyasi etkilerini en aza indirgerken İran vatandaşlarının sağlığına ve refahına yansımaları gibi sosyal etkilerini abartıyor. Böylece yaptırımları, gerçekte siyasi etkileri olmayan, tam anlamıyla vahşi özellikli kolektif bir ceza aracı gibi gösteriyor.
a- Gerçek şu ki yaptırımların etkisi bir yanılsama değildir. Esasında İran, Obama yönetiminin İran bankalarını yabancı bankalar ile herhangi bir anlaşmadan mahrum bırakan "SWIFT Kod" sisteminden izole etme ve karşılıklı finansal işlemleri dondurmaya yönelik yaptırım kararı olmasaydı müzakere masasına oturmazdı.
b- İki tarafı birbirine bağlayan bağ nedeniyle bireylerin sorunları ve acıları ile siyasi ve ekonomik sistemi birbirinden ayırmak bir tür sanrıdır. İran vatandaşlarının çektiği acıların nedeninin yaptırımlar olduğu kesin. Ancak bu, önceliği İranlılar aleyhine olan ideolojik yanılsamalara hizmet etmek değil, İranlıların refahı olması gereken hükümetlerinin politikalarının bir yansımasıdır.
c- İran'ın yaptırımların üstesinden gelebileceği sınırlı bir yalandır. Ilımlı değerlendirmelere göre şu anda İranlıların yüzde 60'ından fazlası yoksulluk sınırının altında ve İranlıların üçte birinden fazlası aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. İran ekonomisinin son 3 yıldır negatif büyümeden muzdarip olması bir yana, İran ulusal para birimi çöktü ve işsizlik yaygınlaştı. Bir yerde kaçakçılık faaliyetlerinden bulunmak, diğer yerde çoğunlukla kağıt üstünde kalan şişirilmiş anlaşmalar imzalamakla bu veriler gizlenemez. Yaptırımların gerçekten ciddi etkileri olmasaydı, İran siyasi sisteminin yaptırımlara karşı güçlü ve dirençli bir ekonomi inşa etme konusunda böyle aşırı bir propaganda yürüttüğünü görmezdik.
d-  Yaptırımlar, İran propaganda mekanizmasının iddia ettiği gibi siyasi etkiden yoksun değildir. İranlılar, yaptırımlara karşı duydukları öfkeyi ABD ve İsrail değil, resimlerini yakıp ayaklar altına alarak  Hamaney ve Süleymani üzerine boşalttılar. Çünkü yaptırımları, kendi kendine bir neden veya İranlılara zarar vermek isteyen kötü bir niyetin ürününden ziyade belirli politikaların bir sonucu olarak görüyorlar.
Rejim yaptırımlar nedeniyle 2017'den bu yana iki büyük ayaklanmayla karşı karşıya kaldı. Bunların sonuncusu, Hamaney'in doğrudan ayaklanmayı bastırma direktifi vermesiyle sona erdirilebildi. Reuters ajansına göre bunun sonucunda, bin 500 protestocu hayatını kaybederken binlercesi de tutuklandı. Yaptırımlara aynı zamanda İran devriminin tarihinde emsali olmayan siyasi ve askeri bir aşağılama da eşlik ettiğinden rejimin İran içindeki meşruiyeti de çöküyor.
2- Yaptırımların radikalleri desteklediği ve ılımlıları ülkeyi yönetme fırsatından mahrum ettiği en büyük yalandır. Rejimin yüksek çıkarları (yani Dini Lider Ali Hamaney’in belirlediği çıkarlar) söz konusu olduğunda aşırılık yanlıları ile ılımlılar aynı madalyonun iki yüzüdür. Ilımlıların yönetimde ve nükleer anlaşmanın yürürlükte olduğu dönemde İran’ın bölgeye yönelik bozguncu faaliyetlerinin arttığı, meşru gördüğü haklarından mahrum edilmesinde hiçbir suçu olmayan 4 Arap başkentini işgal etmekle övünmeye başladığı gizli değildir.
A-Biden, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırılık yanlılarının iktidara gelmesiyle kendisini korkutma çabalarına kanarak başta İran'ın onu canla başla diriltme çabası olmak üzere her türlü şüpheyle çevrili bir nükleer anlaşmaya dönüşünü hızlandırmamalı.
b- İran bölgede bir istikrar unsuru değil. Cevad Zarif’in kendisi Foreign Affairs dergisindeki makalesini rejimin doğasını açık eden bir ifadeyle bitirdi ve “Nükleer anlaşmaya dönüş, bölgede barış ve güvenlik umutlarını artırıyor” diyerek bunun altını çizdi. Yani bölgesel güvenlik ve istikrar, İran için kendi başlarına hedefler değil, müzakerelerde başka hedeflere ulaşmak için kullanmak üzere almış olduğu rehinelerdir.
Barışı rehin alanlar barışı sağlayamazlar.
Bu hafta İran, Humeyni’yi iktidara taşıyan devrimini kutluyor. Henry Kissinger'ın gözlemine göre İran, Humeyni’nin iktidara gelişinden bu yana süregelen bir devrimdir. Biden'ın bu noktayı anlaması, politikalarının şeklini de belirleyecektir. İran bir devrimdir, ülke değil. İşte 2015 anlaşması, bu devrime nükleer caydırıcılık ile silahlı bir devrime dönüşmenin önünü açıyordu. 2015 anlaşması ile bu sadece bir an meselesiydi.
Gelgelim, bölgedeki hiç kimse bu kadere izin vermeyecektir.