Zuheyr el-Harisi
TT

ABD ve Biden: Obamaizm geri mi döndü?

İran'ın bölgemizde çözüm değil, sorunun bir parçası olduğunu hatırlatmamıza gerek var mı? Uzaklara gitmeye gerek yok, İran'ın siyasi zihniyeti yayılmacı ve istikrara değil de kaosa inanıyor. Komşu ülkelere yönelik üstenci bakışı, devlet kavramına değil, mezhepçi bir bakış açısına dayanıyor. Bu nedenle, nükleer dosyasıyla ilgili tartışmalar ve manevralar, kendisinden istenenlere karşılık vermemekte ısrarcı olduğunu ve zaman kazanmaya çalıştığını doğruluyor. Biden’ın politikasının Obama’nın bölgedeki istikrar etkenlerine zarar veren teslimiyetçi politikasına benzer olabileceğine dair bir korku var. ABD'nin tereddüdünü, eylemsizliğini ve ağır davranmasını o zamanlar Tahran, zayıflık olarak yorumlamıştı. Bugün nüfuz sahibi olduğu ülkelerde İran’ı yeni başkana karşı provokatör eylemelerde bulunmaya iten şey de bu düşüncesidir.
Beyaz Saray’daki yönetim yeni fakat görünen o ki bir ağırdan alma, muhtemelen gerileme ve net düşünememe hali yaşıyor. Karşı tarafta ise İran’ın ünlü erteleme, uzatma ve sıcak açıklamalar dizisi, siyasi şantaj ve rolleri değişme oyunu başladı. İran rejimi bu yöntemleri daha önce de uygulamıştı ve bugün eski Başkan Obama yönetimine benzer davranışlar sergileyen Biden yönetimine de mükemmel bir biçimde uyguluyor. İran ilk kez ABD'ye şantaj yapmıyor ancak bugünlerde yönetimde tanık olduğumuz siyasi uyuşukluk durumunun mantıklı bir açıklaması yok. Nitekim, özellikle eski Başkan Trump yönetiminin İran rejimini sınırlamak için yaptıklarıyla karşılaştırıldığında yeni yönetim oldukça cılız kalıyor. İran bugün söylem ve açıklamalarının dozunu istediği gibi yükseltiyor. Dini Lider Hamaney, uranyum zenginleştirme oranını yüzde 60’a çıkarma imasında bulunurken, Ruhani de Uluslararası Atom Enerji Kurumu ile yaptıkları anlaşmaya dokunulmaması konusunda uyarıyor. Aynı şekilde rejim, ABD’nin attığı ve kendisi açısından olumlu olan son adımları da görmezden geliyor. Aksine, Erbil’deki ABD üssünden sonra dün de Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’nin saldırıya maruz kalması, Irak’taki milisleri aracılığıyla askeri gerilimi tırmandırma niyetinde olduğunun göstergesi. Olan ve olmakta olan her şeye rağmen Washington’da, sadece soğuk Amerikan tepkileri, yumuşak bir dil ve bazı İranlı haydutlara hoşgörü ile karşılaşıyoruz. Asıl ironik olan, Washington'un hala 5 + 1 Grubunun toplantısına katılmak için İran'ın onayını beklemesidir. Şu anda Washington’un baskı yapmak yerine baskıya maruz kalan taraf olduğunu söylemeye gerek yok. Tahran'ın geçmişte yaşadığı zararlar için tazminat arayışında olduğunu ve yaptırımların kaldırılması konusunu abartmayı düşünmediğini çünkü bu konuda bedel ödemek istemediğini gösteriyor. Bilhassa mevcut Amerikan ruh hali ve Biden yönetimi içinde İran dosyası konusunda yaşanan bölünmenin ışığında.
Başkan Biden’ın Körfez ülkelerinin karşı karşıya olduğu gerçek tehlikeleri, müttefiklerin rolünü ve düşmanların tehlikesini hissetmesi önemli. Eski dışişleri bakanı Mike Pompeo, İran rejiminin yalnızca kuvvetten anladığını vurgularken haklıydı. Körfez ülkeleri olarak Biden'ın, 2015’de imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planında yer almayan konuları, örneğin balistik füze ve komşu ülkelerin iç işlerine karışma gibi, müzakere etmeye zorlaması için Trump'ın İran'a yeniden dayattığı yaptırımları kullanmasını bekliyorduk. Buna karşılık Biden yönetimi sabrının bir sınırı olduğunu söylüyor ama görünürde yeni bir şey yok.
Obama'nın başkanlığının son üç yılı, kelimenin tam anlamıyla felaketti çünkü siyasi sahneyi karıştıracak kadar bulanık ve belirsizdi. Peki, Biden da aynı tuzağa düşecek mi? Obama'nın başkanlığı sırasında Washington'un statüsü gerilemişti. O dönem Center for American Progress tarafından yayınlanan önemli bir rapor, Beyaz Saray'ın etkili liderlik kavramına geçiş yaparak krizi yönetme yönteminden vazgeçmesi gerektiğinin altını çizmişti. Bu da bölgeye askeri, diplomatik ve ekonomik olarak dahil olmak anlamına geliyor. Biden, Obama'nın ölümcül hatalarını tekrar mı edecek yoksa dış politikayı yeniden şekillendirerek onlardan kaçınacak mı? O zamanlar ABD’nin bölge meselelerini ele alma şekli alay konusu olmuştu. Zira Washington, Afganistan ve Irak’ı adeta altından bir tabakta İran’a sunmuştu. Müslüman Kardeşleri desteklemekten, barış sürecinin gerilemesi, Suriye dosyasında diplomatik çabaların çökmesi, İran’ın Batı ile yaptığı nükleer anlaşmaya sıkı sıkıya bağlı kalmamasına kadar bölgede oynadığı tüm bahisleri kaybetmişti. ABD, Obama döneminde başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerine verdiği sözleri tutmadı ancak çıkarlarla bağlantılı pragmatik ilişki iki tarafa da ilişkileri doğal seyrine döndürme imkânı tanıyor. Elbette, ikisinin de özellikle geçmişteki gerginlik dönemlerinin üstesinden gelmeyi başaran 80 yılı aşkın bir ilişkiden feragat etmek gibi bir eğilimi olmayacaktır.
Körfez ülkeleri nükleer anlaşmayı iptal etmek istemiyorlar, Washington'dan tek talep ettikleri onların da müzakerelere katılmaları, çünkü anlaşma ve İran’ın maddelerine uymaması durumunda yaptırımların uygulanması ilk etapta onları ilgilendiriyor.
ABD'nin dünyaya döneceğini ve döneminin Obama döneminin bir kopyası olmayacağını Biden bizzat deklare etti. Bunlar güzel ve önemli sözler ama eylemlerle desteklenmeliler. “Sözlerini duyunca sana inanıyor, eylemlerini görünce şaşıyorum” şeklinde bir Mısır atasözü vardır, işte biz böyle bir durum yaşamak istemiyoruz.